Tabii ki değil. Atasözünün söylendiği zamanla günümüz arasında oldukça büyük bir değişim ve gelişim olduğundan gözden uzak kalmak özellikle hedeflenmediğinde artık pek de mümkün değil. Biliyorsunuz ki telefonla konuşmanın bile neredeyse demode olduğu günümüzde görüntülü konuşma, video konferansları, ses mesajları, video kaydı gibi birçok seçenekle sevdiklerimize doğrudan bağlanabildiğimiz gibi hem görüntülü hem sesli büyük gruplar halinde bile görüşmeler sağlayabiliyoruz. Durum böyle olunca atasözünün gözden uzak kalma kısmını elediğimizde aniden gönülden ırak kalma kısmıyla burun buruna geliyoruz.
Evet zaman değişti. Beklentiler genişledi. Alternatifler çoğaldı. Yalnızlık havalı, birliktelikler klişe oldu. Tek parmağımızla kaydırdığımız hayatlarımız mutsuzluk ve yalnızlıkla doldu. Üzülecek bu halimizle attığımız havalar da gaz bulutuna dönüşüp yok oldu. Hayat paylaşmakla, sevmekle, birbirine değer vermekle, zaman geçirmekle, keyifle muhteşem anları eşsiz insanlarla yaşamakla hayat çünkü.
Bunu anlamamız uzunca bir zaman aldı ama büyük bir kitlenin sevgi, arkadaşlık, eş, dost gibi kavramların değerini özellikle de pandemi dolayısı ile evde kalma süreçlerinde çok daha iyi anladıklarına tanık olduk. Durum böyle olunca, biri sizi aramıyor sormuyorsa, her şeye zaman ayırıp size bir türlü zaman bulamıyorsa, seviyorum dediği halde gidiyor ve geri gelmiyorsa, bir bahane üretip ortadan kayboluyorsa bilin ki bunun gözden uzak olmanızla uzaktan yakından alakası yok.
Bu tamamen o kişinin gönlünde bir başkasının, diğer arkadaşının, farklı bir dostunun ya da sizden daha fazla değer verdiği birinin olması anlamına geliyor. Ve hatta bu kişilerin çoktan sizden birkaç adım öteye geçtiğini de anlamak için orada öylece bakakalmanıza gerek yok.
İnsanlar yaşlarına başlarına bakmadan birbirlerine tutamayacakları sözler, hayal kırıklıklarına yol açacak vaatler veriyor, deliler gibi ilgi gösterip heyecandan ölürlerken aniden geri çekilip, kendilerince önemsiz ama gayet önemli sırları kolayca saklayabiliyorlar. Bu ve benzeri davranışlar onları rahatsız etmediği gibi bir de çok dürüstlermiş gibi yaptıklarını size itiraf edip açık ve düzgün biri gibi görünmeye çalışıyorlar.
Evet maalesef davranış şekilleri değişiyor ve normal diye adlandırmaya alıştırıldığımız onlarca tuhaf davranışa maruz kalmamıza ses etmiyoruz ama sessizliğimiz durumu anlamadığımız ya da yapılanları görmediğimiz anlamına gelmiyor. Birçok kişi nezaketten bu davranışları görmezden geliyor ya da sadece seslerini çıkartmıyorlar, o kadar. Sonuç olarak bu davranışları sergileyen kişiler maalesef ki gerçekten gönülden ırak olanların ta kendisi olarak hikayedeki yerlerini değiştirilmemek üzere belirliyorlar.
Her ne sıklıkla bu tip insanlarla karşılaşıyor olsanız da sakın sevgiye inancınızı kaybetmeyin. Siz varsanız, sizin gibi birileri de vardır. Belki rastlaması çok kolay değildir ve ender bulunan insanlardır ama varlar ve onlarla karşılaşacağınıza kalpten inanırsanız mutlaka karşılıklı denk düşersiniz.
Sevgi var ve hayattaki en önemli duygu. Bizleri birbirine bağlayan, dünyanın hala dönmesine neden olan sevgi bu kadar acı, kötülük ve haksızlığa rağmen uğruna dünyanın döndüğü tek gerçeklik. İstediğiniz kadar uzaklara gidin, istediğiniz kadar az görüşün, istediğiniz kadar kızın ya da bazı özelliklerini beğenmeyin, eğer birini seviyorsanız aranızda gönül bağı varsa mesafelerin hepsi anlamsızlaşır. Gözden uzak olan gönülden ırak olmaz, ‘gönülde olmayanı gözler görmezler’ desek sanırım çok daha yerinde olur. Sizi gönülden görenlerle sevgi dolu günler yaşayın, diğerlerini bırakın gitsinler.
Bu bilinçsiz kendini dışarı atma eyleminin negatif sonuçları gündeme yavaş yavaş gelmeye başladı bile. Dünyaca yaşadığımız bu süreç hepimize olumsuz anlamda birçok deneyim kazandırdı. Gidişat bu deneyimlerin artabileceğini söylüyor ve dünya ister istemez bambaşka bir yöne doğru rotasını değiştiriyor. İçinde bulunduğumuz süreç sebebi ile yasaklar yine gündeme bomba gibi düştü düşecek. Bütün bunlar olurken hem haliyle hayatımıza devam etmek istiyoruz hem de hastalanmaktan korkuyoruz. Evet bir şey olacaksa olacak önüne geçemeyiz ama bu önlem almadan umarsızca yaşamamız anlamına gelmiyor. Elimizden gelen bütün önlemleri aldığımıza emin olmak sureti ile sınırlı ama biraz daha normalize edilmiş hayatlarımızı kontrol altında tutmamız gerekiyor.
Tam olarak nasıl olacağını hiçbirimiz bilmiyoruz ama bunu aşırıya kaçıp hastalanıp ölmekten korktuğu için başta kendisine ve çevresine zulüm edenler gibi yaşamak kadar, umursamaz bir şekilde kendi sağlığı da dahil olmak üzere çevresindeki herkesin sağlığını riske atarak yaşamak ta doğru değil.
Evden çalışmaya müsait işi olan herkesin evde kalmaya özen göstermesi, alışveriş için gerekli olmadıkça kalabalık yerlere gidilmemesi hatta mümkünse online alışverişe yönelmek, tenha saatlerde dışarıda spor aktivitelerinin yapılması spor salonlarına mümkün olduğunca gidilmemesi, evcil hayvanların yoldan geçenler tarafından sevilmesine izin verilmemesi, çok önemli bir rahatsızlığınız olmadığı sürece hastane ve sağlık ocaklarından uzak durulması gibi bazı önemli konularda duyarlı olmak zorunda olduğumuz artık bir tartışma konusu olmaktan öteye geçti.
Gördünüz kaç ay hiç evden çıkmadan oturmak zorunda kaldık. Yine kalabiliriz ve bu defa o kadar da kolay atlatamayabiliriz. Bir an önce durumun ciddiyetini anladık anladık, anlamazsak sitem bize üzücü deneyimlerle anlatacak.
Geçen gün fikirlerine değer verdiğim, çok kibar ve düzeyli bir dostluğumuz olan sık sık karşılaştığım ve zaman zaman sohbet etme fırsatı bulduğum bir arkadaşımla kendi çapımızda derin bir sohbetin derinliklerindeyken bana beni ne kadar sevdiğini, benimle zaman geçirmekten ve yaptığımız konuşmalardan ne kadar keyif aldığını söyledi. Sonra durdu, birkaç saniye bana baktı ve ‘seni sevdiğimi hissedebiliyor musun? sevgi duygum sana geçiyor mu?’ diye sordu. Ben de ‘ben beni gerçekten sevdiğini hissetmiyorum, en azından ifade etmeye çalıştığın oranda… senin sevgi ve sevilmekle ilgili farklı bir noktada olduğunu düşünüyor ve gözlemliyorum. Bunu da kişisel algılamıyorum. Benim ön görüm dahilinde sen kendini sevmiyorsun ki, beni bahsettiğin gibi sevebilesin… Sevilme, kabul görme, iyi insan olma gibi ihtiyaçlarından dolayı sevgi gösterisi konusunda birçok kişiden çok daha başarılısın ama sevebilme konusunda kendine dürüst olma vaktin gelmiş olabilir, bence oraya bir bak’ dedim. Duraksadı ve ‘haklı olabilirsin’ dedi.
Sevgi üzerine daha önce de çeşitli yazılarımda bazı düşüncelerimi paylaştığım bölümler olmuştu. Sevgi kişiye, yetişme tarzına, sevilme konusundaki deneyimlere, kendini tanıma oranına ve dolayısı ile kendi potansiyeli hakkında fikir sahibi olma gibi birçok etkenin ortak sonucu olarak kişiden kişiye farklılık gösteren bir olgudur bence. ‘Sevmek şöyle olur, seven bunu yapmaz, sevgi budur, şöyle olmalıdır’ gibi birçok belli başlı kuralı ve dayanağı var gibi ‘öğretilen’ sevgi hiç te öyle standartları olan bir şey değildir. Biriyle anlaşamıyor olmamız o kişiyi sevmemize engel olmayabileceği gibi, bize iyi davrandığına inanan birini de sevmek zorunda değilizdir. HİSSETTİĞİMİZ sevgi ile ÖĞRETİLEN sevgi kimi zaman paralel olsa da bazen de denk düşmeyebilir. Her zaman hissettiğimiz şey gerçektir. Hislerinizi anlamaya, duygularla durumları ayırmaya ve kalbinize odaklanmaya çalışın.
Hislerine güvenme konusunda yeterince bilgilendirilmeden büyüyen çocuklar olarak kaygılara, ön görülere, -meli/-malı lara saplanıp hayal kurmayı, sevmeyi, ağız dolusu gülmeyi, eğlenmeyi ve dolayısı ile yaşamayı bilmeden büyüdük. Evet öyle oldu ama bu böyle devam etmek zorunda değil. Hayatımızın gidişatı ve düşlediklerimizi yaşayabilme özgürlüğünün kendi elimizde olduğunu fark etmemiz önemli olan. Hani diyorlar ya ‘nerede olduğundan memnun değilsen değiştir, sen bir ağaç değilsin!’ tam da öyle yapmayı öğrenmek için hiçbir zaman geç değil.
Kimseyi özellikle sevmek zorunda hissetmeyin. İnsanları genel olarak sevin. Hayvanları sevin, doğayı sevin. Ama seviyormuş gibi de görünmeyin. Sevmediklerinize (ister insan, ister hayvan, ister doğa vb.) zarar vermeyin. Yaşayan her canlının sizi hissettiğini bilin ve onları üzmeyin. Merhametli olun. Kimseye tutamayacağınız sözler ya da umutlar vermeyin. Ama seviyorsanız her an bağıra bağıra söyleyin çekinmeyin. Sevgiyi kullanmayın, kullandırmayın. Kimseye zorla kendinizi sevdirmeye çalışmayın. Başaramazsınız… Sevilmediğinizi görmeye cesaret edin ve gerektiğinde gidebilin. Çok sevdiğiniz halde birileri ile farklı yollardan gitmeniz gerektiğinde geçirdiğiniz günleri, yılları, gerçek anları ve güzellikleri bir çırpıda unutmayın. Sevmeyi sevin, sevilmeye açık olun. Unutmayın dünyayı sevgi kurtaracak… Hem de bizim sevgimiz…
Bükre İkizer
Sevdiklerimizin kıymetini anladığımız, yalnızlıkla övünürken aslında nasıl da insanın insanla mutlu olduğunu gördüğümüz, birbirimize olan özlemin ne denli güçlü olabileceğini fark ettiğimiz ve sadece birbirimizi görüp sarılabilmenin bile ne kadar değerli olduğunu anladığımız o zorlu günlerin ardından bu bayram yasaksız bir şekilde aile ziyaretlerinin yapılabiliyor olması ve seyahat engelinin olmaması çok büyük bir lütuf.
Sevgi, mutluluk, eğlence gibi paylaştıkça oluşan ve geçirilen zaman arttıkça çoğalan, bizi insan yapan ve hayata bağlayan duygu ve durumların hayatın tek amacı ve anlamı olduğunu gayet net ve açık anlamamıza olanak sağlayan pandemi, bütün dünyaya kolay kolay anlayamayacağı şahane bir ders verdi. Bu dersin sonucu olarak hem hastalığa karşı kendimizi korumaya devam etmenin, hem sevdiklerimizi ihmal etmemenin, hem de yaşadığımız her anın kıymetini bilmenin önemini zor ama hızlandırılmış şekilde öğrendik.
Bu eşsiz deneyimlerin sonucu olarak bu bayramda, yakın zamanda yaşanan salgın hastalık sebebiyle aylardır göremediğiniz, gidemediğiniz aile büyüklerinizi önlemlerinizi almak sureti ile ziyaret edip hasret gidermeye her zamankinden daha çok hazırsınız.
Bayramların tatil değil, manevi açıdan oldukça önemli ritüeller ve aile olarak bir araya gelmenin değerinin anlaşıldığı eşsiz zamanlar olduğunu anımsamak geçtiğimiz bayramdan sonra herkes için sanırım daha kolay olacaktır. Bu bayram hayatınızda geriye dönük bütün negatif bağlarınızı pozitife çevirdiğiniz, zamansızlığı bahane ederek bir türlü görmeye gitmediğiniz aile büyüklerinizle zaman geçirdiğiniz, hayatın anlamsız ve gereksiz detaylarla ve küslüklerle boşa harcanmaması gerektiğini anladığınızdan iletişim problemlerinizi tamamen çözdüğünüz bir bayram olsun.
Hiçbir şey olmamış gibi hayatlarımıza devam etmeyelim artık. Anlamlı, mutlu, sade ve huzurlu hayatlar yaşayalım. Bayram gibi bayramlar geçirelim. İstediğimiz şeyleri yapıp istemediklerimizi yapmak zorunda kalmayalım. Kendimizi geliştirip, ruhlarımızı iyileştirelim ki birbirimize kenetlenelim. Hayat hep birlikte güzel. Nice bayramlarda hep birlikte şahane zamanlar geçirelim.
Doğuştan her insanın barındırdığı korku, mutluluk, üzüntü ve öfke gibi duygulardan öfkenin dışa yansıması olan şiddet, insanlığın doğuşundan beri yer yüzünde görülen ve zaman zaman aşırı boyutlara ulaştığında felaketlerle dizginlenen en kötü reaksiyon. Bu reaksiyon çeşitli şekillerde ve boyutlarda dışarıya çıkabiliyor. İnsanların yaratılan diğer bütün canlılardan farklı olarak beynini kullanabilme yetisi ve dürtülerini kontrol edebilme becerisi ile doğduklarını göz önüne alırsak yaşanan bu kötü gidişatın düzelmesinin aslında her bir bireyin sorumluluğu olduğunu anlayabiliriz. Dolayısı ile şiddet özellikle kadına, erkeğe ya da hayvanlara şiddet olarak kategorize edilen bir konu değil bence.
Kadınlara, erkeklere, çocuklara, hayvanlara, doğaya uygulanan şiddet aslında bir bütün. Her bireyin doğup büyüdüğü aile tarafından şiddete uğrayıp uğramamasıyla, merhamet, sevgi, paylaşımcılık, iyilik ve diğer birçok yapıcı manevi duygunun çocuklara fark ettirilip, geliştirilmemesiyle doğru orantılı. Aile içi şiddete maruz kalan o kadar çok insan var ki, bunların başında da maalesef erkek çocuklar geliyor. Bu erkek çocuklar hem kendileri şiddet görüyor hem de gözlerinin önünde anne ya da kardeşlerinin şiddete maruz kaldığına şahit oluyorlar.
İşte bu minik ama şiddetle büyütülen erkek çocukları büyüdüklerinde çevrelerine dehşet saçan şiddet uygulayan canavarlara dönüşüyorlar. Bu adamlar sadece kadına şiddet uygulamıyorlar. Çocuklarına, arkadaşlarına, iş arkadaşlarına, çalışanlarına, hayvanlara, doğaya her türlü şiddeti uygulayabilecek kadar maneviyattan kopup kendilerini kaybeden kontrolsüz bireylere dönüşüyorlar. İşte bu çocukları teyze amca hala yenge anne baba dediğiniz insanlar büyüttü. Çünkü onları da bu şekilde büyüttüler.
Dolayısı ile şiddetin kadına, erkeğe, hayvana, doğaya gibi bir ayrımı olmaz, olamaz… Şiddet şiddettir. İster fiziki ister ruhsal ya da psikolojik olsun şiddet bir bütündür. Bunu önlemenin tek yolu ise anne babalara nasıl çocuk yetiştireceklerinin öğretilmesi ve şiddet uygulayan insanlara yaptırımı gerçekten ağır ve bir şeyleri anlamalarına olanak sağlayacak cezalar vermektir. Dünya çapında her geçen gün çılgınca fazlalaşan bu şiddete öfkelenerek şiddete yöneleceğinize, iyileşmeye ve gelişmeye kendinizden başlayın. İnsan olmanın, sevmenin, paylaşmanın ve bu yaşam denen döngünün size katacağı tecrübelerin peşinden giderken kimseye zarar vermeyin.
Hiç kimse birbirinden ne daha üstün ne daha iyi ne de daha kötü olarak bu hayata gelmiyor. Hepimiz aynı özenle yaratıldık ve aynı derecede sevgiyi, iyiliği, mutluluğu ve diğer birçok güzelliği hak ediyoruz. Haddinizi aşmayın, fiziki ya da psikolojik olsun gücünüzü kimsenin üzerinde kullanmayın. Uyumayın artık, size yapılanları başkalarına yapacağınıza, yapılmaması gereken şeyleri yapmayarak çevrenize, ailenize, çocuklarınıza örnek olun. Biz değişirsek Dünya değişir. Değişmekten korkmayın!
Biliyorsunuz ki bazı insanlar sosyal medya üzerinden paylaşım yapmayı tercih etmiyorlar. Bazıları sadece iş odaklı paylaşımlar yapıyor, bazıları da kendi fotoğraflarının dışında bir şey paylaşmıyorlar. Hesaplarını bu şekilde kullanan insanlara saygı duyulması gerektiğini düşünmekle birlikte, devamlı arkadaşlarını, gittikleri yerleri ve farklı faaliyetleri paylaştıkları ve sizi çok sevdiklerini sıkça dile getirdikleri, görüşmelerinize samimi görünümlü yapmacık bir samimiyetsizlikle gelen ama paylaşımlarında ne gittiğiniz yerden ne de birlikte çekilmiş fotoğraflarınızdan eser bulamadığınız o kişilerin hayatlarında ne kadar var olup olmadığınızı sorgulamanız gerektiği konusuna dikkat çekmek istiyorum. Tabi bir diğer yandan bu önemli bir gösterge mi? Belki çok ta önemli değil ama belki de evet bazı insanlar için oldukça önemli. Kişiye göre farklılık gösteren bir mevzu.
Eğer çok sevdiğiniz bir arkadaşınız, eşiniz, sevgiliniz, ablanız, abiniz, kardeşiniz, anne ya da babanız sizin dışınızdaki birçok kişi ile rutinde paylaşımlar yapıyor ve bu paylaşımların hemen hemen hiçbirinde kendinizden eser bile bulamıyorsanız orada bir sorun olduğunu görmeye direnmenize gerek yok. Bu davranışları hakkında düşüncelerinizi kendileri ile paylaşmanız halinde -zaten bilinçli olarak böyle bir şey yapmadıklarından- hemen kendilerini savunacakları gibi, konuyu ne kadar da abarttığınızı, saçma sapan konularda tartışma çıkarttığınızı, alınganlık yaptığınızı gayet kendilerinden emin bir şekilde yüzünüze bile söyleyebilecek ancak bilinç dışlarında ya sizi çekemeyen ya da sizden bir şekilde rahatsız olan bu insanların iç dünyalarında bir yeriniz olmadığını açıkça gördüğünüzde üzülmeyin.
Mesela ben kendi öz ablamın ya da canım kadar sevdiğim kuzenimin yaptığı kız kıza paylaşımlarımıza baktığımda hangisinin hayatında gerçekten var olduğumu gayet net görebiliyorum. Gördüklerime artık kırılmıyorum ama kendime yalan da söylemiyorum. Gerçekleri olduğu gibi görebildiğimden durumu kabullenip herkese kendi istediğim mesafede durabiliyorum.
Dört yıldır kız arkadaşı ile birlikte yaşayan yakın bir arkadaşımın, kızın birçok kişi ile dolu eğlenceli ve hareketli onlarca paylaşımında yer almadığını ve dolayısı ile ilişkilerinin mutlak bir sona hızla gittiğini öngörebildiğimi düşünürken, aniden ilişkileri ile ilgili ‘bitti’ haberini alabiliyorum.
Sosyal medya paylaşımlarının ana amacı sevdiklerimizle, sevdiğimiz yerlerde ne de güzel ve şahane zaman geçirdiğimizi, yani mutlu olduğumuz anları tüm detayları ile diğer insanlara göstermek. Tabi iş vs için özel bir sebeplerle kullanılan hesaplardan bahsetmiyorum.
Bazen de çok önemsiz gibi görünen profillerde paylaşılan fotoğraflar bizlere derin ve önemli mesajlar verebiliyorlar. Fiziken ayrıldığımız ancak manevi olarak bırakamadığımız eski eş ya da sevgilimizden, dünyamızdan gönderemediğimiz ancak irtibatta bile olmadığımız arkadaşlıklarımızdan tutun da hayatımızı aynı evde biriyle paylaştığımız halde iç dünyamızda o kişiden eser olmadığını, yemek içmek gezmek gibi faaliyetlerini hepsini yapan ve şahane hayatları olduğunu özellikle vurgulama ihtiyacı olan insanların aslında yapayalnız ve mutsuz olduğunu profillerine baktığımızda görebiliyoruz. Birinin hayatında nerede ve ne kadar olduğumuzu açıkça anlayabileceğimiz birkaç yerden biri olan sosyal medya son zamanların insanları en çok ele vereni. Siz öyle sanmasanız da paylaşımlarınız sizi ele veriyor.. Kimse daha fazla kendini kandırmasın, çünkü bu devirde karşısındakini zaten kandıramıyor! Dışınız içiniz, içiniz dışınız gibi olsun!
İnsanların tercihen çocuk yapmama ihtimali olduğuna kesinlikle inanmayan bu çok bilmiş topluluk insanların özel alanlarına rahatlıkla girip, üzerlerine vazife olmayan sorularla rahatsızlık vermeyi kendilerine hak görüyorlar.
Özel alana girme ile ilgili daha önce de yazılarımda farkındalık yaratmaya yönelik bilgiler paylaştığım halde, çevremde hemen hemen her gün görmeye devam ettiğim sınırsız davranışlar dolayısı ile aynı konu hakkında yazmayı sürdüreceğim.
Yaşadığımız zamanda, çocuk yapmayı tercih etmeyen birçok çift olduğu gibi, çocuğu olmayan insanların da sayısı git gide artıyor. Dolayısı ile çocuk istediği halde yapamayan ya da yapabilmek için çaba harcayan kişiler için oldukça zorlayıcı bu süreçte, kendini bilmezin biri herkesin içinde ‘eeee evleneli ne kadar oldu, hala çocuk yok mu?’ gibi kendilerini hiç ilgilendirmeyen ve bu derece özel olan bir konuda hem iyi niyetliymiş hem de sormaları bir işe yarıyormuş gibi soruyu patlatıp sevimli bir surat ifadesi ile cevabı beklemeye koyuluyorlar.
İnsanların yaşları, işleri, ev kiraları ya da ev ya da arabalarını ne kadara aldıkları, ne zaman evlenecekleri, neden boşandıkları ya da ne zaman çocuk yapacakları gibi konular maalesef Türkiye’de çok normalmiş gibi her an her yerde soruluyor olsa da çok özel ve kişisel alana müdahale edilen mevzular. İnsanların alanlarına girerken biraz dikkatli ve özenli olun. Size yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkasına yapmayın. Başkalarının da sizin alanınıza girmesine izin vermeyin. İnsanları evleri, arabaları, meslekleri için değil sizinle kurdukları bağlar için sevin ya da sevmeyin. İnsanlara rahat verin.
Birçok kişi profil fotoğraflarını seçerken işlerini, politik görüşlerini, hayat alışkanlıklarını, hobilerini bu fotoğraflarda yansıtmayı tercih ediyor. İş ya da yararlı bir hobilerini paylaşmalarında bir sorun görmemekle birlikte özellikle politika, spor, din gibi kişiye özel olması gereken görüşlerin yanı sıra içki, sigara gibi olumsuz alışkanlıkları da profil fotoğraflarına yansıtmalarını gayet normal görmeleri doğru mu diye sıkça düşünüyorum.
Şahsen bu şekilde belli görüş ya da alışkanlıkların yansıtıldığı fotoğraflardan ben hiç hoşlanmıyorum. İnsanların inançlarının, yeme içme alışkanlıklarının, içki ya da sigara kullanımlarının, fanatikçe destekledikleri grupların, tuttukları spor takımının pat diye karşıma çıkmasını hiç olumlu karşılamıyorum. Kendini ifade etme noktasında zaten çok başarılı olmayan bir dünya toplumu halini almamızın sonucu olan bu kişilik tasviri anlayışının dünyayı olduğundan daha negatif şekilde etkilediğini düşünüyorum.
Herkese günde onlarca ekleme talebi ve mesaj yollanan günümüzde hepimiz öncelikle karşımızdaki kişinin profiline ve tabii ki profil fotoğrafına tıklayarak fikir sahibi olmaya çalışıyoruz. Olduğu yaştan otuz sene önceki halini profil fotoğrafı olarak kullananlar, hiçbir fotoğraf ya da bilgi paylaşmadan ekleme talebine karşılık bekleyenler, çok ağır politik ya da fanatik spor içerikli ithamlarla içlerindeki öfkeyi belli gruplara yansıtma çabasında olanlarla dolu ortalık. Olumlu ya da olumsuz olmasına aldırmaksızın örneğin içki alışkanlıklarını ‘erkek adam olmak’ ya da ‘yetişkin kadın olmak’ gibi algıladıklarından ve hatta bununla gurur duyduklarından ellerindeki bardakla ya da içtikleri sigara ile çekilmiş fotoğraflarını rahatça profil fotoğrafı yapan bu kişilerin çoğu aynı zamanda anne ya da babalar. Evlerinde çocuklarına özellikle bu konularda ciddi öğütler verip, aynı davranışları sergilemeleri durumunda takınacakları sert tutumları ile onları korkuturlarken her yerde rahatça paylaştıkları bu fotoğraflarla onlara yol gösterdiklerinin farkında bile değiller.
Karşımızdaki kişiye kendimizi ifade etmemiz ve birileri hakkında fikir sahibi olmamız açısından profillerde kısa bilgi paylaşımı, günlük hali yansıtan fotoğraf kullanımı ya da yapılan spor ya da hobi ile ilgili bilgilendirmelere tabii ki gerek var. Ancak birbirine negatif mesaj veren, kötü alışkanlıkları yücelten, statü ya da para göstergesi nesneleri ön plana çıkartan, dini görüş belirten, diğer takımı tutan taraftarlara küfür edilen, politik görüşleri uğruna kabalaşan söz, logo ya da slogan içeren fotoğraflar maalesef bu paylaşımları yapan kişilerin kendi değerinin olmadığını dolayısı ile değerli hissetme uğruna farklı yöntemlerle dikkat çekme eğiliminde olduklarını üzücü bir şekilde ortaya koymaktan başka bir işe yaramıyor. Kendiniz olun. Öfkenizden arının. Kendinize değer katacak yatırımlar yapın. Ve lütfen özeliniz size özel kalsın.