Geçen sene bu zamanlarda birileri tam bir yıl sonra böyle bir süreç yaşayacağımızı söyleseydi hiçbirimiz buna kesinlikle inanmaz, söyleyen kişiyi de saçmalamakla suçlardık. Ancak bugün hepimiz ne olduğunu bile anlayamadan geçirdiğimiz bu kocaman yıla hayretle bakıyor ve olan biteni belki de hala anlamaya çalışıyoruz.
Bu yıl dünya toplumu olarak hiç yaşamadığımız bir yeni yıl kutlaması bizleri bekliyor. Bu süreçte öyle tecrübeler edindik ki, sevdiklerimizi göremez, dışarıya çıkamaz, işe gidemez, seyahat edemez daha da kötüsü kaybettiğimiz insanları bile son yolculuklarına uğurlayamaz olduk. Tam bir ara biraz nefes alıyorduk ki sonrası bize maalesef çok daha ağır sonuçlarla döndü. Yani tabiri caizse hevesimiz tam anlamıyla kursağımızda kaldı desem sanırım abartmış olmam.
Bu yeni yıl yeni dünya düzenine girişimizin ilk yeni yılı ve şurası kesin ki hiçbirimiz tahmin ettiğimiz, alıştığımız, düşlediğimiz ya da planladığımız gibi bir kutlama yapamayacağız. İster dünya toplumu olarak başımıza gelen bu durumu kabullenme, anlama ve olanla yetinerek pozitif bir şekilde kutlamaya odaklanmak, isterse de kızgın, negatif, söylenerek ya da öfkelenerek kendimize zehrettiğimiz bir yeni yıl anısı olarak geleceğe taşımaya çalışmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalacağız.
Tabi aynı zamanda ‘kim ne derse desin biz kimseye belli etmeden bir araya gelir şahane kutlamalar yaparız’ diyen bir kitle de muhakkak olacak. Ama yapmayın. Sevdiklerinizi düşünün, kendinizi düşünün, geleceğinizi düşünün ve olanı kabul edin. Bir yılbaşını da sevdiklerinizi ekranlardan görerek sevgi bağlarınızın kıymetini anlayarak geçirin.
Her yeni yıl yenilikler, yeni umutlar, değişimler, dönüşümler ve yeni anılar olarak hayatlarımıza kazınıyor. Bize düşen düşlemekten, iyilikten, sevgiden, elimizden gelenin en iyisini yapmaktan vazgeçmemek. Kalbinize güvenin, güzel günler düşleyin, mutluluğu seçip umutlara tutunun ki geleceğimiz sağlıklı, umutlu, mutlu, huzurlu ve güzelliklerle dolu olsun. Sağlıkla yepyeni muhteşem bir yıl düşleyelim. Unutmayın, hayat bizim onu düşlediğimiz gibidir.
Sağlıkla…
Bükre İkizer
Diğer taraftan yaşanmışlıklar, tecrübe olarak hayatımıza eklenen deneyimlerimiz, ders aldığımız ve hala ders alamadığımız için devamlı benzerlerini yaşadığımız olay ve durumlarla yaşanan, yaşanmaya devam edilen yıllar. Her ne kadar içimizdeki çocukla bağlantıda kalsak ve onu kaybetmemeye dirensek te artık kocaman kadınlar ve adamlar olduk. Olduk olmasına ama hala kendimizi çocuk zannettiğimizden dolayı alamadığımız sorumluluklar yüzünden yaşadığımız kaoslar büyük kasırgalar halinde elimizden çok önemli değerleri, insanları ve olasılıkları alıp götürüyorlar.
Evet bunların bununla ne alakası var diyeceksiniz. Hatta ‘bunca yaşadığım olaya ve tecrübeye rağmen içimde bir çocuğun olması kadar güzel bir şey olabilir mi?’ diye soracaksınız. Tabii ki hayatta ne yaşarsak yaşayalım o şahane tarafımızı kaybetmememiz ne kadar önemliyse, yaşımızın, yaşadıklarımızın, yaşamımızı paylaştığımız insanların ve olayların sorumluluğunu alıp artık çocukluğun arkasına saklanamayacak kadar büyüdüğümüzü kabul etmek te o denli önemli. Dolayısı ile içimizdeki çocuğu ortaya çıkartacağımız zamanları dikkatle seçmeyi başarabilmemiz sağlıklı yetişkinler olmamız demek.
İlişkide olduğu adam için ‘çok iyi bir çocuk’, evlenmiş olduğu partneri için ‘çok iyi kız’ gibi yorum yapan sizlerin de fazlasıyla tanık olduğu diyaloglara her an şahit olduğumuz gibi benzeri kelimeleri kendimizde farkında ya da farkında olmadan sıkça kullanıyoruz aslında. Çocuk dediğimiz birinden eşimiz olmasını, sorumluluk almasını, olay ve durumların ciddiyetine varmasını bekleyemeyeceğimiz gibi; birkaç çocuk doğurmuş, yıllardır eşlik, annelik görevini sürdüren bir kadına ‘kız’ kelimesi ile kız çocuğu imasında bulunmanın nasıl da saçma ve manasız bir söylem olduğunu anlamanız için söylediklerinizi dışarıdan biri gibi dinlemeniz yeterli olacaktır.
Ne kendinizden ne de diğer insanlardan bahsederken bu şekilde kelimeler kullanmanızın hem onları hem sizi yanlış yönlendirdiğini hem de aslında iyi bir şey söyleme niyeti ile onların deneyimlerine, yaşlarına, yaşanmışlıklarına haksızlık ettiğinizi fark ediyor olmanız birçok sorunun çözülmesine yardımcı olacaktır. Herkesin yaşının sorumluluğunu alması, olaylara olan tepkilerinin farkına varması, konuşmalarına, davranışlarına dikkat etmesi ile içindeki çocuğu yaşatmasının birbirinden bağımsız olduğunu anlamasının dengeli ve düzgün bir toplumun oluşmasında çok önemli bir rol oynadığının farkına varması şarttır.
İçinizdeki çocuğu beslemeye, yaşatmaya, eğlendirmeye devam… Tek bir farkla! Adam olmak, kadın olmak, anne baba olmak, yani aslında yetişkin olmakla çocuk olmanın farklı ama dengeli olduğu bilinci ile.
İçinizdeki çocuğa sıkıca tutunup, sağlıklı, güvenilir, düzgün ve yaşınıza yakışır davranışlarla yola devam. Hayat dengedir, denge ise farkındalık.
İçinizdeki çocuklara selamlar…
Herkesi mutlu edecek şeyler çeşitlilik gösteriyor gibi gözükse ve herkes kendine göre farklı kelimelerle mutluluğu tanımlasa da hemen hemen her defasında benzer cevaplarla karşılaşırız. ‘Başta sağlıklı olmak, başarılı olmak, para sıkıntısı olmadan rahat yaşamak, aile ve sevdiklerimle kaliteli ve iyi zaman geçirmek, beğendiğim evi almak, dünyayı gezmek, aşık olmak, iyi bir evlilik yapmak, anne/baba olmak, sevdiğim işi yapmak vs…’ liste bu şekilde uzar gider.
Mutluluk daima bir şeylerin sonucunda bütün şartlar hazır olunca aniden ortaya çıkacak, nihai varılacak bir nokta olarak gelecekte bizi beklemekte olan bir kelimedir. Yani bir türlü varamadığımız, ona varabilmek için acı çekmemiz, beklememiz, çalışmamız, üzülmemiz, ağlamamız, kaybetmemiz gereken her şeyi deneyimledikten sonra hak edebileceğimiz ve şanslıysak ölmeden önce yaşayacağımızı düşündüğümüz ödül niteliğindeki pozitif sonuçtur. Kelime olarak anlamı çok büyüktür. Hayatın amacıdır.
Peki ama bu bize öğretilen gerçekler doğrultusunda algıladığımız ve bir de üzerine yaşadığımız genellikle negatif tabanlı deneyimlerin sonucunda bizi bekleyen imkansıza yakın bir durum ve duygular bütünü olarak adlandırdığımız mutluluk gerçek mutluluk mudur, yoksa kendimizi inandırdığımız ve bir türlü gerçekleşmeyeceğini bildiğimiz bir varsayım mıdır?
Çok sağlıklı olmak, çok zengin olmak, çok başarılı olmak, çok sevmek ve çok sevilmek gibi uzayıp giden bu listedeki hiçbir şey tek başına da bizlere mutlu olmamız için yeterli gelmez. Biri olduğunda bir yenisine göz diktiğimiz, bir türlü bütün şartları istediğimiz hale getiremediğimiz sarmal bir döngü haline gelir ve bu döngüde oradan oraya savrulur dururuz.
Hepsinin bir arada pürüzsüzce ve altın tepside sunulmuş halidir hayal dünyamızdaki mutluluk ve hayal olduğu için de normal olarak bir türlü elde edemediğimiz bu dünyada var olduğuna inancımızı da içten içe kaybettiğimiz bir kelime olarak hayatımızda yerini alır. Hal böyle olunca da dünya toplumu mutsuz, acı çeken umutsuz insanlar bütünü haline gelmiştir ki bu da gayet doğal bir sonuçtur.
Bir de son yılların şahane söylemlerinden, ‘ben kendi kendime mutluyum, insanın kendisiyle mutlu olmayı öğrenmesi lazım, yalnızlık mutluluktur’ gibi havalı tanımlamalara da maruz kalan mutluluk, bütün isteklerimiz tam olsa bile evde tek başına oturup ‘ay ne kadar da mutluyum’ diye yaşanabilecek bir şey de değildir aslında.
Mutluluk yalnızlıkla değil, bir ya da daha fazla kişiyle zamanı, hayatı, eğlenceyi, gülmeyi, sevgiyi, şefkati paylaşınca, sevince sevilince, deneyimleri birlikte yaşayınca ortaya çıkan duygular bütünüdür. Mutluluk bana göre kaygısızlıktır. Şimdi ve burada yaşanması gereken, anda kalmak olarak ta tanımlanabilecek olan mutluluğun mümkün olması için pozitif bakış açısına sahip olup, başımıza ne gelirse gelsin elimizden gelen her şeyi yaptığımıza emin olduktan sonra olayları oluruna bırakıp, kaygılarımızdan sıyrılmamız ve duygularımızın farkındalığına varmamızdır. Kolay mıdır? Değildir. Ama mümkündür.
Kaygılarınızı geride bırakıp, emeğinizi, sevginizi, zamanınızı verdiğiniz her şey sizi mutlu edecektir. Teslim olmak, kendini bırakmak, akışta kalmak, var olmaktır mutluluk. Ne varılacak bir nokta ne de tek başına yaşanabilecek bir duygudur. Temeli sevgidir. Her zaman olduğu gibi sevginin kazandığı bir zaferdir mutluluk.
Bugün hala güzel şeyler olabiliyor, insanlar evlenip yuva kurabiliyor, birbirlerinden bebek sahibi olabiliyor, çocukları için yaşamlarından vazgeçebiliyor, hayvanları için tatile gitmeden evde oturabiliyor, işleri için başka ülkelere göç edebiliyorsa bunların hepsi aşktan. Aşkın farklı hallerinden. Heyecanla, tutkuyla, uykusuz gecelerle, bitmek tükenmek bilmeyen enerjisiyle, yemeden içmeden kesildiğimiz aşk hele bir de karşılıklıysa dünyanın en ama en muhteşem duygusu.
Özellikle ikili ilişkilerde her an yanında olabilmek için iki dakika bile olsa işi gücü bırakıp aşık olduğumuz kişinin yanına koşar, ona çiçekler alır, sağa sola notlar bırakır, hayatımızın sonuna kadar birlikte olacağımıza inandıkça inandığımız aşkımız için her şeyi yapmaya çalışırız. Kendimizi, sevdiklerimizi, hayatımızı ve aslında o zamana kadar kim olduğumuzu unutur aşka tutunuruz. Her geçen gün büyüyen, büyüdükçe güçlenen, güçlendikçe her tarafı mucizevi enerjisiyle saran aşk bazen şahane bir paylaşıma dönüşüp sonsuza kadar devam ettirebileceklerin elinde ışıldadıkça ışıldarken, bazen de aşkı tanımayıp onunla ne yapacağını bilmeyenlerin elinde ölüp gider. Uzun zamandır bu ölüp giden tarafıyla biz insanlık olarak çok daha iyi tanır olduk aşkı. Ama sürdürülebilir ve asla bitmeyen aşklar hala var ve her zaman olmaya devam edecek. Varlığından ve sizi bulacağından şüphe etmediğiniz sürece de gelip sizi bulacak.
Ta ki işte o muhteşem aşkı bulana kadar farklı deneyimlerden geçiyor olmamız bizi inanmaktan alı koymamalı. Olan biten her şeyin bizi çok daha iyisine hazırladığına inanmaya devam etmeli ve aşka küsmemeliyiz. Aşkı yaşarken olup biten her şeyin farkına vararak, sorumluluğu alarak, anda kalarak ve elimizden gelen her şeyi yaparak yaşamaya odaklanmalı, insan olma yolunda adım atmaktan vazgeçmemeliyiz. Bazen sebepli, bazen sebepsiz sürdüremediğimiz ilişkilere son vermeye de cesaret edebiliyor olmamız çok önemli. Pozitiften negatife dönen, sizden alıp götüren, sizi siz olmaktan çıkartan, karmaşada yorulan benliğinizi yerden yere vuran kaostan kurtarmak için bazen aşktan yana yana, severek, özleyerek ve sevginizin karşı tarafın davranışlarından bağımsız devam edebileceğine inanarak gitmeniz gerekebilir. Aşk sürdürülebilirlikten çıktığında en acılı, en hızlı ve en anlamlı tekamüldür. Başınıza geldiği için şükredip, sevdiğinize onu ne kadar sevdiğinizi söyleyerek, sarılıp öperek ve size kattıkları için teşekkür ederek sevgi ve saygıyla yolunuza devam etmeniz muhteşem bir deneyim ve kalbinizin güzelliğinin yansımasıdır. İlişki başlarken alınan o muhteşem çiçeklerden bir demet ile aşka veda etmek iki tarafın da aşklarının ne denli değerli olduğunun kanıtıdır. Her iki taraf o güzel çiçeklerin renginde, kokusunda ve gölgesinde geleceğe yelken açıp birbirlerine veda edip, sürdürülebilen aşkı bulmaya inanarak ayrı yönlere giderlerken arkalarında samimiyet, iyi niyet ve sevgi bırakırlar. Öyle anlamlıdır ki o son görüşme, bir daha birbirinizi görmeyeceğinizi bilir, yaşanan her şey için içinizden sonsuz teşekkür eder, aşkınıza sevginize sahip çıkarak çiçeklerinizle yola devam edersiniz ve dünyanın en muhteşem çiçek bahçesine artık çok yaklaştığınızı bilmenin mutluluğu ile ışıldamaya başlarsınız…
Aşka inanın…
Bükre İkizer
Hava tam limonata tadında ne üşüyor ne terliyorsun. Güneşin parıltısından tam göremediğimiz muhteşem tonların ahenginde şehir gezintiye çıkıyor. Deniz, yapraklar, gökyüzü, çiçekler, binalar bütün güzellikleri ile ortalarda salınmaya başlıyor. Yazlıklardan dönen mahalle sakinleri şehri doldururken, hayat sanki yeniden başlıyor.
Diğer taraftan sonbahar bana hep yeni bir yılın başlangıcı gibi de gelir. Yeni düşler, umutlar, taşınmalar, iş değişiklikleri, düğünler, okul telaşı… Sanat ve etkinlik sezonunun başlamasıyla hareketlenen şehrin ahengine günlük hayatın trafiği ve koşuşturması karışırken, hayat muhteşem bir ivmeyle yeniden şekillenir. Niyet edilen diyet ve egzersiz planlarını hayata geçirmek için kayıt telaşları, rahat ve sıcak evlerde planlanan dost sohbetleri, yeni sezon için yapılan alışverişler… Yani gelecek yaza kadar yapılacak her şey toparlanır ve hayat yenilikleriyle bambaşka bir rutine oturur.
Bir yıl önceki biz aynı biz değilizdir. Oturup düşündüğümüz, eksiklerimizi fark ettiğimiz, kendimize katmak istediklerimizi belirlediğimiz bir sorgulama sürecidir aynı zamanda sonbahar. Hem hüzün verir hem umut verir. Evlerimizi, rutinimizi, yaz telaşında göremediğimiz yakınlarımızı yeniden bulduğumuz, kendimizle tekrar buluştuğumuz en şahane farkındalıktır sonbahar.
Gelin bu sonbaharda kendinize bir yenilik yapın. Öncelikle durmayı, gözlemlemeyi, düşlemeyi, anlamayı ve kaygılarınızdan kurtulmayı deneyimlemeye niyet edin. Anda kalıp şehrin tadını çıkartmayı, üşenmeden etkinliklere katılmayı, devamlı ertelediğiniz ve zaman bulamadığınız işlerinizi tamamlamayı, şöyle sakince sahilde yürümeyi ve şehrin değişik yerlerinde görmek istediğiniz mekanları belirlemeyi amaçlayın. Şehrin insanlar gibi bir ruhu ve kendine has bir hayat şekli vardır. Siz onunla iyi geçinirseniz o da sizinle iyi geçinir. Yaşadığınız yeri sevdirecek bütün güzellikleri bir arada görebileceğiniz en güzel zamandır sonbahar.
Öyle bir mevsimdir ki; sade, gösterişsiz, samimi ve sihirlidir.
Ve herkes bilir ki; İstanbul’da sonbahar eşsizdir.
Bükre İkizer
Kimsenin kimseyi dinlemediği, herkesin sadece kafasından geçenlere ve söylemesi gerekenlere odaklandığı bu dünyada biz n’apıyoruz diye bakakalıyorum. İletişimin en önemli parçası dinlemek yerini sadece konuşmaya terk ettiğinde iletişemiyoruz. Dolayısı ile ben ihtiyacım olan konuda yardım alamıyorum, karşı taraf da aynı şekilde elindeki ürünü satamıyor ya da vermesi gereken servisi veremiyor.
Samimi ve sakin bir biçimde sormak istiyorum: Arkadaşlar n’apıyorsunuz?
Farkında mısınız bilmiyorum ama programlanmış robotlar gibi davranıyorsunuz. Ezberlediğiniz cümleleri kişi ayırmaksızın görev gibi hızlı hızlı söyledikten sonra, karşınızdaki kişi size yüzünde kocaman bir soru işareti ile bakıyor diye bir de ona anlama sorunu olan biri gibi aynı cümleleri aynı sıralama ve tonda tekrarlamaya devam ediyorsunuz.
Daha önce ‘Ben Çok İyi Bir Dinleyiciyimidir!’ adlı yazımda bu konudan bahsetmiştim ancak görüyorum ki her geçen gün dinleme konusunda yol kat edeceğimize hızla geri gidiyoruz. Karşınızdaki insanın ilk olarak -kim olduğunun ve hangi konuda konuştuğunuzun bir önemi olmaksızın- sizden talebinin ya da size iletmek istediğinin ne olduğuna odaklanırsanız hayat böyle saçma diyaloglardan ibaret bir karmaşa olmaktan çıkacak. İletişim her şeydir. Dünyaya gelmemizin, hep birlikte bu yaşamı paylaşmamızın ana amacı iletişimde bulunabilmek. Bu şekilde davranarak hem kendinizi bir karmaşaya sürüklediğinizi hem de karşınızdakinin zamanını çaldığınızı fark etmenizde fayda var. Kimsenin bir başkasının zamanını çalmaya, kişilere ekstra sıkıntı ve negatif vermeye, daha da önemlisi yaptığı işi hakkıyla yapmayarak o işe gerçekten ihtiyacı olan insanların yerini işgal etmeye hakkı yok. Silkelenip kendinize gelin ve robot olmadığınızı -en azından şimdilik- hatırlayın. Dünya elimizden kayıp gidiyor, bir an önce tutalım ki dönmeye devam etsin…
Evet tabii ki bizler olayların gidişatlarına yön verebiliyoruz, birbirimizi (olumlu/ya da olumsuz) etkileyebiliyoruz. Ve büyük oranda iyi niyetli olduğumuz ve kendimiz ya da karşımızdaki kişi için iyi olduğuna emin olduğumuz şeyleri yaptığımız bir gerçek. Bu süreçler içinde bazı konularda iyi kararlar aldığımızı bazılarında da başarısız olduğumuzu gözlemliyoruz. Ancak ne yaparsak yapalım bir yerden sonra her ne olacaksa o oluyor ve buna kesinlikle engel olamıyoruz. Bir şey olacaksa ne yaparsak yapalım durduramıyor, bir şey olmayacaksa ne yaparsak yapalım olduramıyoruz. Her şey tam olarak olması gerektiği gibi oluyor.
Peki nasıl olsa sonunda her şey nasıl olacaksa öyle oluyor diye hiçbir şey yapmamak mı bu işin doğrusu? Cevap tabii ki HAYIR. Bu konu hassas ve bir o kadar da önemli bir konu ve kesinlikle dengeli bir birleşimle değerlendirilmeli. Yeterince çabalamak, çalışmak, önlem almak, emek sarf etmek, korumak, kollamak her ne lazımsa yaptıktan sonra gerisini oluruna bırakma ve o raddede kaygıya, korkuya, paniğe düşmeden her ne olacaksa bizim hayrımıza olacağına tam güvenme durumunda olmaya ‘her şey olması gerektiği gibi’ kafası diyebiliriz.
Örneğin gündemimizin en büyük konusu salgın hastalık ele alındığında, ‘aman canım nasıl olsa her şey olacağına varıyor’ diyerek maskesiz gezip, hiçbir hijyen kuralına uymadan, kırgınlığı olan arkadaşınızla görüştükten sonra hastalığa yakalanmak kader kapsamına girmiyor. Örnekleri arttırırsak; sevdiğiniz ve uzak kaldığınız kişiyi uzaktan sevmek, hiçbir sorumluluk almamak, adım atmamak, anlaşmaya ya da konuşmaya çalışmamak sonra da sizi sevmesini, anlamasını ve adım atmasını beklemek maalesef kaderle değil sizinle ilgili. Yine çok istediğiniz bir işle ilgili başvuruda bulunmamak ya da yeterli olmayan özelliklerinizi geliştirmemek, o işe ulaşmak için doğru adımları araştırmamak, zorlu basamakları çıkmayı göze almamak ve sonra bu iş olmadığı için oturup üzülmek gibi. Kaderci olmakla kadere inanmak arasında ince ama önemli bir çizgi var. Her gün ‘piyango bileti bana çıksın’ diye dua edip hiçbir zaman bilet almamak gibi.
İnsanlar sorumluluklarını almak yerine söylenmeyi tercih edip, başlarına gelen her şeye de ‘demek ki böyle olması gerekiyormuş’ gibi açıklamalar yapıştırmayı pek severler. Buradaki büyük ve talihsiz yanlış anlaşılmayı bir an önce açıklığa kavuşturmak lazım. Evet tabii ki ‘her şey olması gerektiği gibi’, evet kader diye bir şey var, evet birçok şeye yön verebilir, değiştirebilir ya da etki edebilir gibi düşünüyoruz ama maalesef birçok konuda da elimiz kolumuz bağlı. Bu durumda dengeli bir yaklaşımla, önce sorumluluğu tamamen üzerimize alıp, elimizden gelen her şeyi yaptığımıza emin olduktan sonra konuyu kadere bağlasak nasıl olur hiç düşündünüz mü? Belki o zaman hayat çok daha yaşanır, gereksiz yanlış anlaşılmalar ve haksız suçlamalar son bulur, mutlu günlerin sayısı artarak çoğalır, umutlu sabahlarımız aydınlanır, her şey daha kolay, anlaşılır, sağlıklı ve muhteşem olur. Denemeye değmez mi? Ne dersiniz?
Siz yeter ki elinizden geleni yapın. Gerisi zaten olması gerektiği gibi olacak. Olan her ne ise hayrımıza olduğunu bilmek, her şey için şükretmek, olumlu ya da olumsuz sonuçtan gerekli dersleri almaya ve verilen mesajı anlamaya çalışmak sonraki adım. Önce elimizden geleni yapalım.
Bükre İkizer
Beklentide olduğumuz her şey ümit ettiğimiz şeylerin sonuçlarını görme arzusu aslında. Yaşadıklarımızdan memnun olmadığımızda bir şeylerin değişmesini ve güzelleşmesini ümit ettiğimiz gibi, mutlu olduğumuz bir hayatımız olduğunda da bizi mutlu eden her şeyin daha da güzelleşmesini ve farklı yenilikleri ümit etmeye koyuluyoruz. Evet bizi hayatta tutan şey ümit etmek.
Mutlu bir hayat yaşamayı, sağlıklı olmayı, istediğimiz işi yapmayı, iyi insanlarla karşılaşmayı, karşılıklı sevgiyi yaşayacağımız partneri bulmayı, düşlediğimiz evi satın almayı, anne ya da baba olmayı, zengin olmayı, dünyayı gezmeyi… Diliyoruz, dua ediyoruz, niyet ediyoruz, hayal ediyoruz yani aslında ümit ediyoruz. Ama oturduğumuz yerden ümit etmek tek başına yetmiyor. Çalışıyoruz, öğreniyoruz, emek veriyoruz, zaman harcıyoruz, yatırım yapıyoruz ve deneyimlerimizden ders alarak ümit ettiklerimize bir adım daha yaklaşıyoruz. Yani sorumluluğu alıyoruz. Elimizden gelen her şeyi ümitlerimiz doğrultusunda yaptıktan sonra da oluruna bırakıyoruz ki başka da bir seçeneğimiz yok.
Hiçbir şey yapmadan, sorumluluk almadan, çalışmadan, emek ve zaman harcamadan, özen göstermeden, sevmeden ve inanmadan sadece ümit etmekle hiçbir şey elde edilmez. Elimizden gelen her şeyi yaptığımıza emin olduğumuz noktada ümitlerimiz asla boşa çıkmaz. Ne istediğimizi bilmek, isteklerimiz için çaba harcamak kadar başka insanların ümitlerini kırmamak, onları incitmemek ve üzmemek De bu sürecin önemli bir parçası.
Karşımızdaki kişiye ümit verip, hiçbir sorumluluğu almadan, çaba harcamadan, özen göstermeden, emek vermeden onu yüz üstü bırakıp her şey mahvolduktan sonra dönmesini ümit etmek boşa beklenti olur. Bizden hiçbir beklentisi olmayan birine durduk yere ümit verip bir bahane ile ortadan kaybolmak, çıkarlarımız doğrultusunda birine yakınlaşıp istediklerimiz olmadığında ya da istediğimizi elde ettiğimizde o kişiyi yüz üstü bırakıp gitmek önümüzü kapatır.
Negatif tabanlı bir süreçten pozitif bir sonuç bekleyemeyiz. Niyetine girdiğimiz, ümit ettiğimiz her şey için çaba harcamak zorundayız. Niyetimizi belli etmeli ve niyetimiz doğrultusunda o yola baş koymalıyız. Kendi ümitlerimizin peşinden koşarken başkalarının ümitlerini ezip geçmemeli, herkese ve her şeye karşı duyarlı olmalıyız. Yaşadıklarımız bizim var oluşumuzun bir yansıması.
Dolayısı ile iyilik, güzellik, mutluluk, sevgi, huzur, saygı ve özenle yaklaştığımız her şeyin bize aynı şekilde yansıyacağını bilerek sorumluluğu almayı öğrenmeliyiz ki ümit etmeye hakkımız olsun. Kuru kuruya ümit etmek, olta olmadan balık tutmaya çalışmaya benzer. Sevgi dolu, vicdanlı, iyi niyetli, özverili ve çalışkan olmak bütün güzellikleri yakalamak için en güzel oltaya sahip olmak demektir. Niyetiniz iyi olsun ki ümitleriniz gerçekleşsin.