Maalesef toplum olarak (tabii ki sadece bizim ülkemizde böyle değil ancak biz bu konuda liste başına rahatlıkla oturtabilecek seviyedeyiz) aslında çok kişisel ve özel konularda karşımızdaki kişinin özel alanına elimizi kolumuzu sallaya sallaya, o kişinin tercihlerini, tecrübelerini, hayata bakış açısını ve hayattan beklentilerini hiçe sayarak sınırlarını ne denli zorladığımızın farkında bile değiliz.
Çünkü alıştığımız düzen içinde bu gibi konuşmalar hala çok normal gibi algılanmaya devam ediyor. Sizler bu davranışları başkalarına göstermeye ve size gösterilmesine müsaade etmeye devam ettikçe de bu sarmal aynı hızla büyüyor.
Her bireyin kendine ait özel alanı vardır. Çocuk dahi olsa özel alan özel alandır. Hepimiz değişik bakış açılarında, değişik alışkanlıklarda ve değişik değerlerde büyüyoruz. Ve hepimiz geldiğimiz yaşlara tesadüfen gelmedik. Herkesin kendi hayatına göre çok değerli ve çok önemli bir birikimi var. Ve bu birikimlerinize saygı duyulmasını beklemek en doğal hakkınız. Dolayısı ile karşınızdaki kişinin birikimlerine de aynı derecede saygı göstermeniz sizden beklenen davranış şekli.
Bırakın kendiliğinden fikir vermeyi, size doğruca bir talep gelmediği taktirde herhangi bir konuda yardıma ihtiyacı olduğuna kanaat getirdiğiniz birine yardım isteyip istemediği konusunda fikrini bile almadan yardım etmeye yeltenmeniz ya da yardım etmeniz bile o kişinin özel alanına ciddi şekilde müdahale etmek demek.
Gibi günlük hayatta rahatça insanlara sorduğunuz sorular aslında o kişileri kategorilere ayırma çabası. İnsanlarla önce insan oldukları için iletişime geçmek çok önemli. Her ne kadar size çok normal geliyor olsa da ve ‘aman ne var canım kötü bir niyetle sormadım ki, bunlar gayet normal sorular’ diye düşünseniz bile bunlar normal değil, çok çok özel sorular. Ve bu soruları sormak birçok toplumda saygısızlık, hadsizlik ve özel alana haksız müdahale olarak algılanır. Tabii sadece soru sormak ta değil, size sorulmadan yaptığınız her yorum aynı etkidedir. Ve hatta bazı şeyleri iyiymiş gibi söylemeniz de o kişinin özel alanına giriyor olduğunuz gerçeğini değiştirmez. ‘Saçın böyle daha güzel olmuş’… ‘çok zayıflamışsın’… ‘bu makyajın bence daha iyi’ gibi iyi niyetle söyledim adı altında size ‘sence saçım nasıl olmuş?’… ‘zayıflamış mıyım?’ ‘makyajımı beğendin mi?’ gibi bir soru gelmeden kişilerin en özel alanı olan bedenleri hakkında yaptığınız yorumların aslında yapılmaması gerektiğini bilmeniz fazlasıyla önemli. Karşınızdaki birey ile normal bir iletişime geçmeniz, onun tercihlerine, kilosuna, hayat tarzına, müzik zevkine, parasını nereye harcayacağına, nereye tatile gideceğine ya da bunun gibi onlarca konuya bağlı olmaksızın ilişki kurmanız normal olan.
Size doğrudan fikriniz sorulmadan fikrinizi kendinize saklayın. Sizden yardım talep edilmediği sürece insanların yaşamlarına müdahale etmeyin. Yardıma ihtiyacı olduğuna emin olduğunuz biri var ise en azından bu konuda sizden bir talebi var mı yok mu diye o kişilere kibar bir yolla sorun. Hem kendi hem diğer insanların para konularını konuşmayın. Sizi ilgilendirmeyen sorular sormayın. Gereksiz yere bilgi vermeyin. Önce kendi özel alanınıza saygı gösterin ki başkaları da sizin özel alanınıza saygı göstersin. Herkesi olduğu gibi kabul edin ve o insanlarla insani değerleri ve size olan davranış şekilleri üzerine iletişim kurun. Siz nerede duracağınızı bilin ki, karşınızdaki kişi de nerede duracağını bilsin.
Bükre İkizer
Babalar Günü için de bir şeyler yapan firmalar ve kuruluşlar olmasına ve eski yıllara oranla çok daha bilinirliği artmasına rağmen, bu özel gün hala Anneler Gününün yanında gayet sessiz sedasız ve sönük geçiyor. Ve birçok kişi Babalar Günü olduğunu tam da o gün geldiğinde öğreniyor.
İnsanın yaşamdaki en önemli iki varlığı anne ve babasıdır. Bütün hayatını, yaşam boyu kararlarını, ömrünün gidişatını ve tercihlerini en üst seviyede etkileyen iki kişidir anne ve babası. Her ne kadar annelik üzerine çok daha yoğunlaşılsa da bir birey için anne ne kadar önemli ise, baba da bir o kadar önemlidir.
Peki babalarınızın kıymetini ne kadar biliyorsunuz? Ne kadar babanızla zaman geçiriyorsunuz? Babanızın keyfi nasıl, bir sorunu var mı yok mu ne kadar biliyorsunuz?
Babalar Günü'ne az kaldı. Babanıza onu ne kadar sevdiğinizi, duygu düşünce ve keyfini ne kadar umursadığınızı göstermek için muhteşem bir fırsat var önünüzde. Belki bugüne kadar farkındalığınız yüksek değildi ama bu Babalar Günü'nde babanıza güzel bir sürpriz yapın. Dünyaya gelmenize vesile olduğu için ona ne kadar minnettar olduğunuzu onun da bilmeye hakkı var.
Önümüzdeki pazar günü için güzel bir program yapın ve babanızla doyasıya zaman geçirin. Birlikte bir yürüyüş ya da kahvaltı yapın. Babanızla yemeğe çıkın ya da bir şeyler içmeye gidin. Mesela anneniz ve diğer aile üyeleri ile babanızı alıp bir yere pikniğe gidin. "Babam ne sever?" diye zaman ayırıp düşünün. İlgi alanı ile alakalı özenli bir hediye alın. Babanıza ona olan duygularınızı dile getirdiğiniz bir mektup yazın. Ona baba olduğunu ve babalığın ne kadar kutsal olduğunu hissettirin.
Günlük programınız içinde babanız için anlamlı olan bu özel günü geçiştirmeyin. Size verilen emekler gibi siz de başta anne babanıza, eşinize, çocuklarınıza, akraba ve yakın arkadaşlarınıza emek vermeyi öğrenin. Emek olmazsa sevgi olmaz. Sevgi olmazsa hiçbir şey olmaz.
Nasıl anneniz olmasaydı siz olmazdınız, aynı şekilde babanız olmasaydı da siz olamazdınız!
Bükre İkizer
Bu süreçte tabii ki öncelikle anne baba kardeşler ve yakın akrabalarla başlayıp, dostlar arkadaşlar iş arkadaşları ve sevdiklerimizle telefonlaşıp ama çoğunlukla kısa mesajla bayramlarını kutladığımız bir telefon ve mesaj trafiği içine girdiğimiz de bir süreç aynı zamanda.
İnsanların birbirini hatırlaması, birbirlerine iyi dileklerde bulunması, yoğun geçen hayat içinde birbirlerine kalpten duygularını iletmesi muhteşem bir şey. Tabii bunu sadece yapıyor olmak için yapmak yerine, her şeyi usul ve adabına göre yapmak çok daha anlamlı ve önemli.
"Ay ayıp olmasın filanca kişiye de mesaj atayım", "Ama şimdi ona mesaj attım, buna atmazsam olmaz" düşünceleri ile moda haline gelen toplu mesajlara uzun yıllardır maruz kalıyoruz. Evet belki bir mesaj yazıp birçok kişiye yollamak zahmetsiz ve pratik bir çözüm. Peki bu samimiyetsiz çözüm karşınızdaki kişiye ne hissettiriyor? Siz bu tip mesajlar aldığınızda nasıl hissediyorsunuz? Hiç kendinize soruyor musunuz?
Bayram gibi çok özel kutlamalar insanların ailesi ve çok yakınları ile paylaştığı kişisel zamanlar olduğundan, gerçekten hayatın merkezinde olan yakınların tercihen telefonla aranıp, duygu ve düşüncelerin sesli bir şekilde iletilmesi en şık yöntem. "Onlarca kişi telefonla aranmaz ki" diyorsunuz biliyorum ama ben de onu diyorum zaten, insanların hayatlarında böyle günlerde aranacak gerçek yakınlıkta onlarca kişi olmaz zaten. En samimi ve yakın olduklarınızı telefonla arayıp kalbinizden geçenleri onların reaksiyonlarını duyarak paylaşın.
Tabii ki bu kişilerin dışında normal olarak yakın arkadaşlarınız, sevdikleriniz, aile dostlarınız, iş arkadaşlarınız ve tanıdıklarınız da var. Bu kişilere mesaj yazacaksanız her birine birkaç saniyenizi ayırıp, isimleri ile hitap ettiğiniz ve onlara özel olan duygularınızı samimi bir şekilde paylaştığınız kişiye özel mesajlarla kutlayın.
Çok uzun yıllardır bana gelen toplu mesajların hiçbirine cevap vermediğim gibi, bu kişilerin benim bayramımı kutladığına da ikna olamıyorum. Çünkü bu mesajları samimi bulmuyorum. Samimi olmayan insanlarla irtibatta olmayı da tercih etmiyorum. Hiç kimse sıradanlaştırılmak istemez. Eminim siz de istemezsiniz.
Sevdiklerinizi ziyaret edin, telefonla arayın ya da en azından onlara özel hissettirecek kişisel mesajlar gönderin.
Hepinize şahane bir bayram diliyorum.
Bayram temizlikleri, tatlı siparişleri, çocukların bayramlıkları, misafirleri en iyi şekilde ağırlama çabaları gündenim tam ortasında. Diğer taraftan tabii ki dokuz günlük bayram tatilinin yaza denk gelmesi herkesi ayrıca sevindirdi. Çoktan uçak biletleri alındı, otel rezervasyonları yaptırıldı, tatil alışverişleri tamamlandı ve artık gün sayılıyor. Herkesin bu yoğun ve karmaşık hayat içinde birazcık dinlenmeye ve günlük rutininden uzaklaşmaya çok ihtiyacı var orası kesin. Ancak son yıllarda olduğu gibi bayramları sadece tatil gibi görmek ne kadar doğru o da ayrı bir tartışma konusu.
Aile kavramı insanlığın en önemli değeri. Dini bayramlar her dinde her ülkede en kutsal, en özel ve aile ile geçirilen yılın en önemli zamanları. İnsanları birbirine bağlayan, kavuşturan, barıştıran nadide zamanlar. Bana göre bayramda anne baba, akraba ve öncelikli büyükleri ziyaret etme önceliği olduğu sürece tatil planı yapmakta bir sakınca yok. Ancak bu önemli kutlamayı sadece tatil programı olarak görmek toplumları yozlaştıran, birbirinden koparan ve o en manalı zamanları anlamsızlaştıran bir yaklaşım.
Yaşadığımız şu hayatta her kim olursak olalım, her ne başarıya ulaşırsak ulaşalım, ne kadar çok para kazanırsak kazanalım gün geliyor hepsi öncelik listesinde yer değiştirerek önem sıralamasında farklı yerlere oturabiliyor. Geriye dönüp baktığımızda elimizde bir tek aile ve yakın dostlar kalıyor ki dostlarımız da kendi seçtiğimiz ailelerimiz. Bu en anlamlı kişileri unutmamak, manevi anlamda bütünlük sağlamak ve bu değerleri taşıyan nesiller yetiştirmek açısından bayramları mutlaka aile ile geçirmek gerektiğine inanıyorum. Ailenizle ve sevdiklerinizle birlikte kutlanan keyifli, anlamlı ve samimi bir bayram sonrası dinlenmek ve keyifli bir tatil yapmak tabii ki çok daha muhteşem olur.
Mutlu, sağlıklı, anlamlı ve huzurlu bayramlar…
Bükre İkizer
INSTAGRAM: Bükre İkizer
Yurt dışında birçok eğitim almış, değişik ülkelerde hatırı sayılır sürelerce yaşamış, onlarca ülke gezmiş ve her fırsatta değişik yerler görmeye gayret eden biri olarak arkadaş ortamlarında katıldığım sohbetlerde özellikle Güneydoğu’dan konu açıldığında karşılaştığım yorumlar ve ön yargılar beni her defasında hayrete düşürüyor.
Zamanında birçok sorunun yaşandığı ancak o günlerin geride kaldığı bu bölgeye bu derece haksızlık yapılması gerçekten rahatsızlık verici. Duyduklarının etkisinde kalan insanlara saygım olmakla birlikte, sanki oralara gitmişler de başlarına bir şey gelmiş gibi konuyu büyük bir trajedi ile etraflarına yaymalarına maalesef hiç te hak veremiyorum.
Mardin, Batman, Şanlıurfa, Gaziantep, Hatay, Adana karış karış gezdiğim yerler ve hiçbirinde düşünüldüğü gibi tecrübeler yaşamadım. Gittiğim yerlerden rahatlıkla araç kiralayıp ya da günlük rotalar üzerinden taksicilerle anlaşarak görmeyi planladığım yerleri güvenle ve keyifle gezebildiğim bir yer Güneydoğu. Yine samimi ve yardımsever insanları sayesinde normalde bilmemin veya nerede olduğunu bulmamın imkanı olmayan yerleri keşfettiğim, kendimi aniden bir Süryani evinin avlusunda taş ocak başında ekmek yaparken ya da arkadaşlarımla beni gezdiren Mardinli taksi şoförünün yer sofrasında eşi ve çocuklarıyla yemek yerken bulduğum ve harika anılar biriktirdiğim muhteşem bir serüven Güneydoğu.
Misafirperverlikte gerçekten zirveye oynayan insanların diyarı Güneydoğu. Oldukları gibi, samimi, içten ve o sade hayatları içinde mutlu olabilen insanların evi Güneydoğu. Tarihi kucaklayan, eşsiz güzelliklere ev sahipliği yapan ve daha da önemlisi birçok görüş ve dine kucak açan kalplerin evi Güneydoğu. Muhteşem yemeklerin mutfağı, farklı kültürlerin oyun bahçesi, doğanın bir başka yüzü Güneydoğu. Havası, doğası, mimarisi, mutfağı, kıyafetleri ve insanları bambaşka, efsanelerin diyarı Güneydoğu.
Bu güzel bahar aylarında hem sıcaklık açısından hem de baharın gelmesiyle yeşeren doğasıyla ziyarete en uygun yerlerin ev sahibi olan bu bölgeye mutlaka gidin. Mümkünse bir iki gecelik değil dört beş günlük seyahatler planlayın çünkü zaten gidince ‘keşke daha uzun süre için gelseymişim’ diyeceksiniz. Giderken yanınıza rahat ayakkabılar ve akşam saatleri için kalın bir şeyler alın. Güneş gözlüklerinizi almayı sakın unutmayın. Yanınızda mutlaka fotoğraf makineniz, kullanmıyorsanız da cep telefonunuzu şarj etmek için güç kaynağınız olsun. En önemlisi de bütün gezdiğiniz yerlerden biriktirdiğiniz anılarınızı kenarlara doğru ittirin ve yepyeni muhteşem anılara kocaman bir alan açın. Kendiniz görmediğiniz, gitmediğiniz, bilmediğiniz sürece başkalarına öneride ya da uyarıda bulunmayın.
Hadi durmayın. Hemen araştırmaya başlayın.
Kilo verdiren ancak sağlığa da zarar veren yanlış diyetlere başlayanlar, henüz sağlık garantisi olup olmadığı belli olmayan zayıflamaya yardımcı ürünleri kullananlar, vücudunun normal ritmine ya da yapısına uygun olup olmadığını bilmeden birinden duyduğu spor programlarına yazılanlar ve tabii ki zayıflama uğruna aç kalanlar bir sakin olun. Yaza çok az kalan şu zaman diliminde sadece görüntünüz için hem acı çekip hem de vücudunuza zarar vermeyin.
Tabii ki beslenme alışkanlıklarınızı değiştirin, spor yapın ve daha sağlıklı, daha fit, daha çekici, daha enerjik, daha güzel ya da yakışıklı olmak ve çok daha iyi hissetmek için yeni planlar yapın ve derhal planlarınızı uygulamaya başlayın. Ama bunu sadece yaz tatili için yapmayın. Spor ve sağlıklı beslenmeyi bir yaşam şekli haline getirin. O niyetle bu aktivitelere başlayın. Bir ay spor ve diyet yapıp, bütün yaz yatmaya ve yemeye devam etmeyin. Unutmayın ki genel mutluluğunuz yaz kış aynı derecede önem taşıyor.
Yeni hayatınız ve yeni siz için yılın her günü aynı istek ve motivasyonla hareket edin. Zayıflık, sağlık, mutluluk, iyi görünmek, enerjik ve pozitif olmak herkesin istediği şey. Ancak konu düşündüklerini hayata geçirmek olduğunda saymakla bitmeyen bahanelerle bir türlü başlanamayan planları aniden rafa kaldıranlardan olmayın. Çünkü bu planları hayata geçirmek aslında sandığınız kadar zor değil. Ya da birçok kişinin düşündüğü gibi spor yapmak ya da zayıflamak para ile doğru orantılı da değil.
Yürümek için paraya ihtiyacınız yok. Daha iyi beslenmek için diyetisyenden diyetisyene koşmanıza gerek yok. Kaslarınızı çalıştırmak için ille spor salonlarına yazılmanıza gerek yok. Ki spor salonuna gitmenizin, diyetisyeninizin size uygun bir beslenme planı hazırlamasının ya da yürüme bandında yürümenizin hiçbir mahsuru yok ama bunları yapmazsam istediklerim olmaz fikrinin aslında yanlış bir fikir olduğunu görebilmeniz önemli. Yapmak istediğiniz birçok aktiviteyi kendi kendinize de yapabilirsiniz. Yeter ki kesin bir karar verin ve o kararı uygulayın. İradenizi kullanma, öz saygınızı geri kazanma ve vücudunuza iyi bakma konularında biraz daha bilgi edinin ve kendinize güvenin.
Bilinçsiz hareket edip, vücudunuzu halsiz bırakmayın. Kalori konusunda ciddi bir yanlış anlaşılma var. Şunu bilin ki vücudun kesinlikle kaloriye ihtiyacı var. Ancak yararlı kalori ile zararlı kalorinin farkını öğrenin. Yeme miktarınızı değiştirin ve aç kalmadan yararlı ve yeterli kalori ile denge sağlayabileceğiniz bir plan geliştirin. Ve tabii yağlar! Hiç yağ yemezseniz kilo veremediğiniz gibi vücudunuza zarar da verirsiniz. Diğer yandan hangi yağı, hangi ölçüde tüketeceğinizi öğrenerek yağ yakımınıza hem yardımcı olup hem de gereğinden fazla yağ almaya son verebilirsiniz. Yedikleriniz hakkında biraz araştırma yapın. Hangi vitaminleri içerdiklerine mutlaka bakın.
Vücudunuzu sizden daha iyi kimse bilemez. Onu dinlemeyi öğrenin. Bir başkasının yaptığı diyet size iyi gelmeyebilir. Ya da onlara iyi gelmeyen bir program sizde şahane sonuçlar ortaya çıkartabilir. Bunları kendi kendinize keşfedin.
Daha çok dışarıya çıkın, olan zamanınızı iyi değerlendirin ve yürüyerek gidebileceğiniz yerlere mutlaka yürüyün. Sevdiklerinizle büyük yemek buluşmaları yerine yemek odaklı olmayan hareketi bol aktiviteler planlayın. Sağlıklı beslenme ve sporu eş zamanlı uygulayın. Çevrenizdekileri harekete geçmeye heveslendirin. Gülün, zıplayın, kahkaha atın ve yeni hayatınızın tadını çıkartın.
Bükre İkizer
Negatif hayat şartlarından, çevredeki negatif olaylardan ve insanlardan bahsetmeyi devam ettirerek pozitifi tamamen unuttuk. Hele ki günlük gelişmelerden, ülkenin durumundan, beklediğimiz haberlerden, gün içinde karşılaştığımız durumlardan en kötü senaryolarla bahsederek yıllardır değişmeyen bir sarmala, bir kısır döngüye girdik. Negatifin negatif getirdiğini hala göremiyor musunuz?
Peki bir de tersini denesek ne kaybederiz?
Tıpkı negatif gibi pozitifin pozitif getirdiği gerçeğini anlamanın zamanı çoktan geldi geçiyor bile. Hayat seçimlerimizden ibaret ve her defasında seçimlerimizi pozitif yönde yaparsak pozitifin nasıl da artarak yayıldığını görmek elimizde.
Her nasıl negatifle yaşamayı öğrendiysek pozitife geçmeyi ve pozitif bir gelecek inşa etmeyi de pek tabii öğrenebiliriz. Öğrenme süreci kişiye göre değişen bir kavram olmakla birlikte adı üzerinde bir süreç. Sadece hobi olsun diye bir alana yöneldiğinizde bile bir emek ve zaman harcıyorsanız, mutlu ve keyifli bir hayata geçmek için de gayet kolay bir şekilde emek ve zaman harcayabilirsiniz. İlk yapmanız gereken kelimelerinizi değiştirmek ve sözcük dağarcığınızdan negatif kelimeleri hemen çıkartmaya başlamak.
Kötü sözcükler ve cümlelerle geleceğe umutla bakamaz ve iyi dileklerde bulunamazsınız. Örneğin yeni araba alan birine ‘Allah kaza bela vermesin’ diyerek iyi dilekte bulunulmaz. ‘Ayy çok tatlı bir bebeğiniz var, nazar değmesin’ diyerek karşı tarafa pozitif bir duyguda olduğunuzu söyleyemezsiniz. İçinde kötü kelimeler olan iyi dilekler hem samimiyetsizdir hem de bilinçdışında aslında negatif korkuları karşı tarafa geçirmenin bir yoludur.
Henüz yapacağınız bir iş başvurusu için aklınızdan ‘yok kesin beni almazlar’ diye geçirdiğiniz anda sizi o işi almalarının bir ihtimali kalmaz. Bu tip konuşmalara bir son verin.
Pozitifliği pratik yaparak hayatınızın en temeline güzelce yerleştirin. Bazı insanlar hayatlarındaki sorunlardan bahsederek çıkar bir yol bulamadan söylenirlerken, bazıları da kötü zamanların geçici olduğunu ve bu zamanlarda olan olaylardan çıkartacakları derslerin ne derece önemli olduğuna odaklanır ve kısa zamanda sorunlardan uzaklaşırlar. Her şeyin bir nedeni olduğu gibi her kötü olayın sonunda da ya bir öğreti ya da mükafat vardır.
Değişim için istekli olun.
Hayatlarımızda seçimlerimizi ve kararlarımızı tahminimizden çok daha fazla etkiliyorlar. Modumuzu, keyfimizi, ilişkilerimizi yönlendiriyorlar. Bir ürünün rağbet görmesinde ya da hiç tercih edilmemesinde en çok rolü onlar üstleniyor. İster kıyafet ister yiyecek isterse alacağımız herhangi başka bir şey olsun ilk kriterlerimizden biri kesinlikle renkler.
Peki renkler bizimle nasıl konuşur ?
Renklerin içinde en favori olan mavi güven, sadakat, onur, bilgelik hislerini tetikler. Mesela polis kıyafetlerinin mavi olması kesinlikle tesadüf değildir. Bankaların mavi rengi sık kullanması ‘güvenli’ ve ‘sadık’ mesajlarının müşteriye aktarılmasının en kolay yolu. Mavi aynı zamanda gökyüzü ve denizin rengi olduğundan huzur veren dinginlik ve keyfin rengidir. Mavi odalarda insanların daha üretken ve odaklı çalıştığı söylenir. İşle ilgili kitapların çoğu da özellikle mavi renkli kapaklarla müşteriye sunulur.
Sarı ve turuncu iyimserliği, mutluluğu, sıcaklığı, coşkuyu ve güneşin rengi olduğundan enerjiyi temsil eder. Sarının serotonini arttırdığı ve ilham verdiği bilinir. Turuncu satın alınabilirlik, bağımsızlık, iyimserlik ve güven hissi uyandırır. Kitaplarda dikkat çekmek ve aynı zamanda mutlu duyguları teşvik etmek için kullanılır.
Kırmızı hepimizin bildiği gibi aşkın rengi. Aşk, ateş, kan simgelediği temalardan sadece birkaç tanesi. Kalp atış hızını arttırdığı herkes tarafından biliniyor. Aynı zamanda iştah arttırdığı bir gerçek. Bu nedenle bir çok yiyecek firması ürün görsellerinde ve ambalajlarında kırmızı rengi tercih ediyor. Dünya’nın en ünlü içecek ve en bilinen fast food firmalarının kırmızı rengi kullanıyor olması tesadüf değil. Kitap seçimlerinden, elbise seçimlerine kırmızının ne kadar etkili olduğunu her alanda görebiliyoruz. Aşk hikayeleri, sevgililer günü temaları, hediye paketi dekorasyonları, dikkat çeken bir otomobil ya da en etkili çiçek buketlerinde kırmızı en ön planda.
Lüksün ve paranın rengi mor aynı zamanda romantizm, bolluk, onur, monarşi ve saygıyı temsil eder. Problem çözme ve yaratıcılığı arttırır. Çoğunlukla lüks tüketim ürünlerinde kullanılır. Saygı hissini tetiklemenin yanında gizemi de sembolize eder. Bu nedenle fantezi ve sihir gibi kitap türleri için sıklıkla kullanılır.
Yeşil