Diyet yaparken en çok sıkıntı yaşadığımız noktalardan bir tanesi, sürekli aynı besinleri tüketiyor olmamız. Oysa doğa bize karşı öyle cömert ki mevsimine göre sayısız sebze ve meyve seçeneği sunuyor. İşte size hem lezzetli hem de faydalı bir ara öğün seçeneği: Hünnap.
Kökeni Suriye olarak bilinen hünnap, Nisan-Mayıs ayları arasında, sarı renkli çiçekler açan, hoş kokulu, 4-5 metrelik bir ağacın, kırmızı kabuklu lezzetli meyvesidir. Türkiye’de Marmara, Batı ve Güney Anadolu’da yetişir. Hünnap önce Çin’de sonrasında ise Asya ülkelerinde alternatif tıp aracı olarak kullanılmıştır.
Not: Hamilelik ve emzirme döneminde ne kadar güvenliği olduğu konusunda fazla bir bilgi olmadığı için aşırı tüketilmemesi önerilir.
Diyet yaparken en çok sıkıntı yaşadığımız noktalardan bir tanesi, sürekli aynı besinleri tüketiyor olmamız. Oysa doğa bize karşı öyle cömert ki mevsimine göre sayısız sebze ve meyve seçeneği sunuyor. İşte size hem lezzetli hem de faydalı bir ara öğün seçeneği: Hünnap.
Kökeni Suriye olarak bilinen hünnap, Nisan-Mayıs ayları arasında, sarı renkli çiçekler açan, hoş kokulu, 4-5 metrelik bir ağacın, kırmızı kabuklu lezzetli meyvesidir. Türkiye’de Marmara, Batı ve Güney Anadolu’da yetişir. Hünnap önce Çin’de sonrasında ise Asya ülkelerinde alternatif tıp aracı olarak kullanılmıştır.
Not: Hamilelik ve emzirme döneminde ne kadar güvenliği olduğu konusunda fazla bir bilgi olmadığı için aşırı tüketilmemesi önerilir.
Yer elması; ay çiçeğigiller familyasından olan, nişasta içeriği yüksek bir sebzedir. Protein bakımından oldukça önemlidir. Diğer kök sebzelerle karşılaştırıldığında daha fazla protein içerir. Ayrıca sülfür içeren önemli amino asitler torin, metionin, homosistein ve sitein açısından da zengindir. Bu amino asitlerin en önemli özelliği bağ dokularının esnekliğini sağlamaktır.
Demir içeriği yüksek besinlerden biridir. Yer elmasında bulunan demir miktarı kırmızı ete yakındır. Üstelik yer elması yağ içermez ve bir kâsesinde yalnızca 109 kalori vardır. Yani demir eksikliği (anemi) problemi yaşayanlar için oldukça sağlıklı bir demir deposudur.
Yer elması içerisinde bulunan inulin miktarı nedeniyle sindirim fonksiyonlarına takılmadan geçer, bu bağırsak sağlığı açısından oldukça önemlidir. Sporcu beslenmesinde oldukça önemlidir çünkü potasyum açısından zengindir. Postasyum kasların sağlıklı çalışması için önemli bir mineraldir. Yer elması, muz ile karşılaştırıldığında daha fazla potasyum içerir. Bu nedenle kaslarını çalıştıran kişilerin menülerine yer elmasını ilave etmeleri önerilir.
İyi bir lif kaynağı olduğu için kolesterol seviyesini düzenler ve dolayısıyla kalp sağlığını korur.
Demir açısından zengin olan yer elması; bakır ve C vitaminlerini de bolca barındırır. Bu nedenle saç sağlığı açısından da mucize besin diyebiliriz. Çünkü demir saçlara oksijeni ileterek sağlıklı saç kökleri oluşmasına yardımcı olur, bakır saç büyümesini destekler ve C vitamini de kolajen sentezinin bir parçasıdır. Yani bu vitamin ve mineralleri bir arada bulunduran yer elması iyi bir saç dostudur.
Yer elması, magnezyum açısından da zengindir. Magnezyum vücudun sinir sistemi, enerji metabolizması ve arınma kısmında görev alır. Yani denge sağlayan önemli minerallerden biridir. Ayrıca magnezyum kan şekerini dengeleyerek insülin direnci gelişmesini engeller.
İnsülin içeren yer elması enerji metabolizması konusunda da görev alır. Kan şekerini düzenleme ve bağışıklık sistemini kuvvetlendirme konusunda destek olur.
Bir beslenme uzmanı olarak hiçbir besini tek başına mucize veya zehir olarak değerlendirmemeye çalışıyorum. Bu sebeple sizlere Hindistan cevizi yağının hem faydaları hem de zararları hakkında ayrıntılı bilgi vereceğim. Önce olumludan taraflarından başlayalım.
Ayrıca;
Kan basıncının dengeli olmasına yardımcı olur,
Yağ oluşumunu yavaşlatır,
Kontrollü tüketildiğinde kalp damar hastalıklarına karşı koruyucudur,
Vücudun toksinlerden arınmasına yardımcı olur,
İştah kontrolüne yardımcı olur.
Son yıllarda yapılan araştırmaları taradığımda; sütün insanın sindirim sistemine zararı olduğundan, zehir etkisi yarattığına ve hatta DNA kodlarını bile değiştirdiğine varan çalışmalar yapılmış ancak hiçbirisi kanıtlanmamış. Bu nedenle sizlerle sütün artılarını ve şüpheli de olsa eksilerini aktaracağım.
Süt; iyot, demir, çinko, folik asit, B12, B6, E ve A vitaminlerinin önemli bir kaynağıdır. Dolayısıyla beyin gelişimi ve beynin rutin fonksiyonlarının devam edebilmesi açısından önemli bir besindir. Özellikle çocukluk döneminde en çok ihtiyaç duyulan araşidonik asit, linoleik asit gibi esansiyel yağ asitleri içeriği sayesinde zekâ gelişimine katkıda bulunur.
Kalsiyumun en önemli kaynaklarından birisi olan süt, kemik sağlığı açısından oldukça değerli bir besindir. 200 ml sütte; 250 mg kalsiyum bulunur. Yani günde 2 bardak süt tüketmeniz, kalsiyum ihtiyacınızın yarısını karşılar. Kemik gelişiminin en yoğun olduğu çocukluk ve ergenlik döneminde yeterli kalsiyum alımı olmadığı takdirde, kemik kaybı olarak adlandırılan osteoporoz kaçınılmaz hale gelir.
Proteinin iyi kaynaklarından birisi olan sütün içerisinde kalsiyum, fosfor gibi kan basıncını dengede tutan mineraller bulunur. Yani süt bu özelliği ile hipertansiyonu dengeler, dolayısıyla kalp ve damar hastalıklarına karşı korur.
İçerisinde 40’tan fazla besin ögesi bulunan süt, bağışıklık sistemini kuvvetlendirir.
Melatonin, triptofan ve B grubu vitaminleri içeren süt kaliteli bir uyku süreci yaşamanıza destek olur.
İçerisinde bulunan CLA sayesinde spor sonrası yağ yakımını hızlandırır. Ayrıca içerisinde bulunan kazein ve whey proteinler sayesinde sporcularda su kaybını engeller, kas kütlesinin artmasına katkıda bulunur.
Genetik test, bireyin DNA haritasını çıkararak yapılan, genetik yatkınlığına göre hangi hastalığa eğilimli olduğunu, bunların önlemini alarak nasıl daha sağlıklı yaşayabileceğini sunan analizler bütünüdür. Yani, kişiselleştirilmiş tıptır. Gen analizi yöntemlerinin gelişmesiyle beraber kullanımı özellikle beslenme ve egzersiz alanlarında ön plana çıkmıştır.
İki bireyin aynı miktar şeker tüketip birinin diyabet olması diğerinin olmaması veya aynı miktar yağ tüketip birinin kolesterol hastası olması diğerinin olmamasının nedeni genlerinden kaynaklıdır. Örneğin bir insan sigara içip alkol kullanıp egzersiz yapmayıp çok uzun yıllar yaşıyor, bir diğeri ise alkol sigara kullanmayıp egzersiz yapıp düzenli ve sağlıklı beslenip genç yaşta ölebiliyor. Bunlar genlere bağlı sonuçlardır. Bu test ile genlerimizi değiştiremeyiz fakat yaşam tarzımızı, beslenme planımızı değiştirip hastalıklar için önlem alabiliriz.
Genetik test ile nutrigenetik beslenme planı hazırlanır, vitamin-mineral destek miktarları, uygun egzersizler, yeterli uyku süresi tespit edilir, farmakogenetik ile ilaçlarla etkileşimi ortaya konulur, stresle başa çıkma yöntemleri ve güneşten yararlanma süresi belirlenir.
2 yaşından itibaren bütün yaş gruplarına uygulanabilir.
Günümüzde yaşlanmanın ve hastalıkların çevre, yaşam tarzı, beslenme arasındaki etkileşimlerden yola çıkarak beslenme ve genetik arasındaki ilişkilerin incelenmesi nutrigenetik adında bir bilimdalının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Nutrigenetik, bireyin belirli bir besine genindeki çeşitlilikler nedeni ile vücudunun verdiği yanıtlardır. Bu çeşitlilikler nedeni ile bir besin maddesi bir bireyin sağlığını olumlu yönde etkilerken diğerine iyi gelmeyebilir. Bu yüzden ‘beslenme planı ve besin destekleri bireyin genlerine uygun olmalıdır’ ihtiyacı ortaya çıkıyor.
Genetik test sonucunda kişiye özel rapor hazırlanır.
Son dönemlerde ünlü diyetisyenlerin pek çoğu, toplumun zayıflama konusundaki farklılık arayışına cevap verebilmek adına farklı detoks programları, ürünleri ve detoks tarifleri ile karşımıza çıkmakta. Ancak beslenme uzmanı olarak şunu söylemeliyim: “Detoks bir zayıflama tekniği olarak değil, bir arınma çeşidi olarak uygulanmalıdır.”
Detoks; vücudun toksinlerden arınması anlamına gelir. Vücudunuzun toksik olarak algıladığı maddeler sadece hastalıklara neden olacak maddeler veya serbest radikaller değil, kişinin bünyesinde alerji yaratacak maddeler de olabilir ve biz bu maddeleri sadece yiyecekler ile değil, hava ve su yolu ile de vücudumuza alabiliriz. Sağlıklı bir insanın vücut sistemi bu toksinler ile savaşacak durumdadır ancak bu savaşı gerçekleştirebilmek için doğru beslenmek ve yeterli fiziksel aktivite çok önemlidir.
İhtiyacımız olduğu dönemlerde kısa süreli detoks programlarını, diyetisyen veya doktor eşliğinde uygulayabilirsiniz. Özellikle ciltte kızarıklığı, baş dönmesi, kas krampları, yiyecek alerjileri, mide yanması veya bulantısı, şiddetli baş ağrıları, yorgunluk, bağırsak düzensizliği, ciltte kızarıklık, yutma güçlüğü, kilo değişikliği ve cinsel isteksizlik gibi şikayetlerde detoks programı uygulayabilirsiniz.
Detoks programının süreci kişinin sağlık durumu göz önünde bulundurularak uygulanmalıdır. Sadece sıvı ağırlıklı detoks programları kişinin karbonhidrat, protein ve yağ ihtiyacını karşılamadığı için uzun vadede sağlık problemlerine yol açabilir. Detoks programları maksimum 10 günlük sürede uygulanmalıdır. Çok uzun süreli detoks yapmak, kişinin hızla kilo kaybetmesine ve dolayısıyla vücuttan gereğinden fazla su ve kas kaybına neden olur. Su ve kas kaybı yoğunluğu kişinin verdiği kiloyu hızla geri almasına sebep olur. Ayrıca yoğun kas kaybı, kalp krizi riskini artırmaktadır. Detoks programı sürecinde diyetisyen kontrolünde egzersiz yapılabilir, bu dönemde yürüyüş ve yüzme gibi hafif egzersizler tercih edilmelidir.
Detoks programı uygulayan kişinin kronik bir hastalığı olup olmadığı ilk göz önünde bulundurulması gereken noktadır. Kişinin şeker hastalığı varsa daha sık öğünleri olması, özellikle sadece sıvı ile değil lif içeriği yüksek besinler tüketerek kan şekeri dengesinin sağlanması gerekir. Diyabetli kişilerin detoks programlarında antioksidan oranı yüksek ancak glisemik indeksi yüksek sebze ve meyveler tek başına kullanılmamalı, özellikle bu besinler sıvı olarak değil, posası ile birlikte tüketmelidir. Tansiyon problemi olan kişilerin tuz tüketimi kadar tükettiği kök sebzelerin içeriğindeki sodyum oranı da hesaplanmalıdır. Özellikle tüketilen besin sıvı olarak tercih edilecekse 1 bardak gibi görünen içecek aslında miktar olarak fazlaca sodyum içeriyor olabilir ve tansiyonu yükseltebilir. Aynı sorun düşük seyreden tansiyon için de geçerlidir. Fazla kullanılan limon ve sarımsak gibi besinler tansiyonun daha da düşmesine sebep olabilir. Ayrıca kabızlık ve ishal problemi yaşayan kişilerin detoks programlarında ona göre besin tercihleri yapılmalıdır.
İkinci dikkat edilmesi gereken nokta, detoks yapacak kişinin kullandığı ilaçlardır. Özellikle bazı ilaç grupları greyfurt, nar ve bazı yeşil yapraklı sebzeler ile etkileşime geçer ve ilacın etkinliğinin azalıp/artmasına sebep olur. Bu nedenle detoks uygulayan kişi eğer ilaç kullanıyorsa mutlaka diyetisyeni tarafından besin- ilaç etkileşimi kontrol edilmelidir. Özellikle antidepresan ve kan sulandırıcı kullanan kişiler detoks programı uygulamasa bile mutlaka diyetisyen ile beslenme programı uygulamalılar.
1. Diyet yapan kişilerin kilo kontrolü sağlamasında kahvenin etkisi nedir?
Yapılan son çalışmalarda günlük 1-2 fincan kahve tüketiminin metabolizma hızını %10’a kadar arttırmada etkili olacağı yönünde. Yani gün arasındaki molalarınızın birisinde 1 fincan kahve ile dinlenebilirsiniz. Ancak kahvenin içerisinde bulunan kafein ve tanen gibi karaciğerimizde metabolize olan maddelerin karaciğeri yorup yağ yakımını baskılamaması için günde en fazla 2-3 fincan tüketmelisiniz. Dikkat etmeniz gereken başka bir nokta ise çözünebilir kahvelerin içerdiği katkı maddesini almamak adına makina veya Türk Kahvesi tüketmeniz…
2. Kansere sebep olur mu?
Kahvenin 1 fincanında ortalama 150-550 mg antioksidan bulunmaktadır. Siyah çay, yeşil çay ve beyaz çay gibi içeceklerden de alabileceğimiz antioksidanlar vücudumuzun en cesur savaşçılarıdır. Antioksidanlar serbest radikallerle reaksiyona girer ve hücrelere zarar vermelerini önler. Bu özellikleriyle hücrelerin anormalleşme yani tümör oluşturma risklerini ve hücre yıkımını da azaltır. Böylece daha sağlıklı ve yaşlılık etkilerinin minimum olduğu bir hayatın kapılarını açar. Yani kısaca kahve antioksidan etkisi sayesinde kansere karşı koruyucu etki gösterir.
3. Spor öncesi kahve tüketimi yağ yakımını hızlandırır mı?
Yapılan son çalışmalar, spor öncesi kafein tüketiminin yağ yakımını %10-15 oranında arttırdığını gösteriyor. Nasıl mı? Kahve, kanda dolaşan yağ asitlerinin artmasına sebep oluyor. Böylece spor yapan kişinin daha uzun sure performans göstermesine yardımcı oluyor. Kahveyi spor öncesi mi, sonrası mı içelim derseniz; tercihim öncesi tüketilmesi çünkü içerisindeki kafeinin algı düzenleyici yapısı, beyne giden sinir algılarını uyarıp uyandırır. Tabi ki içtiğiniz kahvenin sertliği de çok önemli. Gün içerisinde tükettiğiniz kahveler az kavrulmuş yani hafif veya orta sertlikte, spor öncesi tükettikleriniz ise daha fazla kavrulmuş, sert kahveler olmalıdır.
4. Tip II diyabet riskini azaltır mı?
Diyabet, dünyada yaklaşık 300 milyon kişinin yakalandığı çağımızın salgın hastalığı diyebiliriz. Amerika’da 400.000 kişi üzerinde yapılan dev bir çalışmada, kahve içen bireylerin diyabet riskinin %7 daha düşük olduğu tespit edilmiştir.
5.Kahve kalp hastalığı riskini arttırır mı?
Kahvenin kalp-damar sağlığını olumsuz yönde etkilediğine dair söylentiler olmasına rağmen henüz kanıtlanmış bir bilgi yoktur. Ancak kahvenin hazırlanış şekli kalp sağlığı ile yakından ilgilidir. Filtre edilmemiş kahvenin içerisinde diterpene adı verilen madde kolesterol seviyesini arttırabiliyor. Dolayısıyla filtre kahveyi kağıt süzgeçten geçirerek diterpene maddesinden ayrıştırmalısınız.
6. Karaciğeri yorar mı?
Yapılan çalışmalarda günde ortalama 3 fincan kahve tüketiminin siroz riskini %80 azalttığını görüyoruz. Fakat yazının yukarısında da belirttiğim gibi 3 fincandan fazlası karaciğeri yoracaktır.
7. Parkinson ve Alzheimer hastalığı riskini azaltır mı?
Parkinson hastalığı, Alzheimer hastalığından sonra en sık görünen nörolojik hastalıktır. Amerika’da yapılan son araştırmalarda düzenli kahve tüketen bireylerin Parkinson ve Alzheimer hastalığına yakalanma riskinin %31 daha az olduğu tespit edilmiştir. Fakat aynı çalışma sonucunda kafeinsiz kahve tüketenlerde aynı sonuç elde edilmemiştir. Dolayısıyla kahvenin içerisinde bulunan kafeinin koruyucu etki sağladığını söyleyebiliriz.
8.Depresyon ve yeme bozukluğu riskini azaltır mı?
Kahvenin içerisinde birçok biyoaktif madde vardır ve bunların en temeli kafeindir. Kafein dünyada en sık kullanılan psikoaktif maddelerden birisidir. Depresyon ve yeme bozuklukları riskinin azalmasına katkı sağlar.
Sağlıklı bir yetişkinin günlük maksimum 300-400 mg kafein hakkı olduğunu göz önünde bulundurmalı, 3 fincanı geçmemeliyiz. Çünkü kafeinin fazla tüketimi kalp ritminin bozulmasına, tansiyonun yükselmesine, kafein bağımlılığına, uyku düzensizliğine ve anksiyete bozukluğuna sebep olur. Yani kısaca her şeyin olduğu gibi kahvenin de azı karar, çoğu zarar…
1. Diyet yapan kişilerin kilo kontrolü sağlamasında kahvenin etkisi nedir?
Yapılan son çalışmalarda günlük 1-2 fincan kahve tüketiminin metabolizma hızını %10’a kadar arttırmada etkili olacağı yönünde. Yani gün arasındaki molalarınızın birisinde 1 fincan kahve ile dinlenebilirsiniz. Ancak kahvenin içerisinde bulunan kafein ve tanen gibi karaciğerimizde metabolize olan maddelerin karaciğeri yorup yağ yakımını baskılamaması için günde en fazla 2-3 fincan tüketmelisiniz. Dikkat etmeniz gereken başka bir nokta ise çözünebilir kahvelerin içerdiği katkı maddesini almamak adına makina veya Türk Kahvesi tüketmeniz…
2. Kansere sebep olur mu?
Kahvenin 1 fincanında ortalama 150-550 mg antioksidan bulunmaktadır. Siyah çay, yeşil çay ve beyaz çay gibi içeceklerden de alabileceğimiz antioksidanlar vücudumuzun en cesur savaşçılarıdır. Antioksidanlar serbest radikallerle reaksiyona girer ve hücrelere zarar vermelerini önler. Bu özellikleriyle hücrelerin anormalleşme yani tümör oluşturma risklerini ve hücre yıkımını da azaltır. Böylece daha sağlıklı ve yaşlılık etkilerinin minimum olduğu bir hayatın kapılarını açar. Yani kısaca kahve antioksidan etkisi sayesinde kansere karşı koruyucu etki gösterir.