Hala kardeşin yok mu senin?

HANİ hepimiz vur patlasın çal oynasın pespembe mutluluktan çatlıyoruz, 90-60-120 Kim Kardashian hayatı yaşıyoruz ya, sanal evlerimizin aynasında...Halbuki ne kara fırtınalar kopuyor rengarenk kilim rahatlığı ve ferahlığında hop diye serdiğimiz iki instagram fotoğrafı arasında...

Haberin Devamı


Sakın kıskanma orada gördüğün sırt çantalı, dünya vatandaşı, doğuştan makyajlı Barbie bebekleri ve üçgen vücutlu, kaslı, hovarda kelebekleri; inan onların da var şırıl şırıl burunlarından akan, insani ve sivilceli dertleri...
Mesela açıp baksan instagram’daki benim bile çizgi film hafifliğindeki hayatıma “oh” dersin, “Maşallah han’fendi sürekli pofur pofur pamuk şeker bulutlar arasında gezmekte, gün batımlarının yolunu gözlemekte.”
Bilsen 3-5 fotoğraf arasında en az bir kez kalbim ölmekte. Ya da en iyi ihtimal hayatın alarm zilleri çalıp zır zır ötmekte.
Kaç kez çocuğunu doktorlara götürdün, hastalanıp yatak döşek yattın, sevdiklerin için yoğun bakım kapısında bekledin, sararıp solanları uğurlamak üzere mezarlıklara gittin, sıkıntılardan sıkıntılar beğendin, avucunda kaç defa gümbür gümbür yüreğini hissettin?
Sırf bu sene.
E hayat böyle.
Hiç birine yer yok, profilinde. Zamanın ruhu tam da bu işte. Defolup gitsin sıkıntılar, sen hep, her şeyin keyfini çıkar ya da çıkarıyormuş gibi yap diye...
Üstelik bu sadece senin fani gündemin. Çevirirsen yalayıp parmağını tek tek, şahsi gazetendeki “mahallem”, “şehrim”, “memleketim” ve “dünyam” sayfalarını, koskoca bir karadelik kaplar bütün hayatını.
Dünyanın en güzel kahkahasını atan, çocukluğumun çocuklarının eline en lezzetli salçalı ekmek dilimini tutuşturan Feride teyzemin gidişini sindiremeden daha, en sevdiğim çocukluk ve her daim sırdaşım Yasemin’in çok sevdiğim annesi Nazan Baykal teyzemi uğurladık son yolculuğuna bu hafta.
Bugün Yasemin birden dedi ki; “İyi ki kardeşlerim varmış benim!” Özlem ve Sercan’ı kastetti.
Ah be Yasemin, o hissi bilmem mi?
Evet, biz de çok üzüldük Nazan teyzenin ansızın çekip gidişine.
Ama 3 kardeşin dört bir yanını sırf onlara görünen jilet keskinliğinde jiletler kesti işte.
Aralarında konuşmadan, gözleriyle bile bakışıp anlaşmadan acılarını, kardeş payı yapıp, üçe böldüler. En sahici yollardan.
Sevinçlerinde yaptıkları gibi. Birbirlerini en iyi onlar hissetti.
Aklıma Serdar Tunçbay’ın birkaç gün önce anlattığı kendinden tomurcuklu, çiçekli hikaye geldi. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2007’de başlattığı “Abla-ağabey-kardeş” ya da “Gönüllü Takımı” projesiyle ilgili.
Bir üniversite öğrencisi ya da 30 yaşına kadar gelmiş bir üniversite mezunuysan eğer, abla ya da abi olabilirsin 10-13 yaş aralığındaki bir çocuğa bu şehirde.
Ki, o çocuğun imkanları sınırlıyken... Proje kapsamında diğer abi-abla-kardeşlerle birlikte o çocuğun ufkunu açabilir, hayallerini çağlayana çevirebilirsin.
O çocuk İzmir’de yaşadığı halde, senin abi-ablalığın eşliğinde belki de ilk kez denizi görecek, buz pistinde ilk kez kayacak, dağlarda ilk kez kamp yapacak, ilk kez biri ödevine yardım edecek.
Düşün...
Kardeş dediğin, ne paha biçilmez bir şey.
Ve bazen Özlem, Yasemin, Sercan’ın aksine, biyolojik olanlar ritm tutturamamışken, biyolojik olmayanlardan ne kardeşler çıkabiliyor bu hayatta.
Bilsen bu projede ne çok böyle güzel örnek var.
Haksızlık etmek istemiyorum, bu içimi neşelendiren serpen konuya. Bir dahaki sefere uzun uzun anlatacağım sana. Kriterlerin uyuyorsa ne duruyorsan, sen de bir çocuğun kardeşi olsana...
Ama giderayak sen de lütfen söyle bana.
Şu hayatta kaç yanlış, kaç doğruyu götürüyor?
Sanal hayatlarımızdaki kaç güzel fotoğraf, kaç acıyı siliyor?
Ne, neye denk geliyor?

Yazarın Tüm Yazıları