Paylaş
Firmalar 2012 yaz koleksiyonlarını aylar evvel tanıttıysa da Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM), bu konuda bir parça geç kaldı. Daha açılırken çıkardığı sesle karşısındakini caydırdığı iddia edilen yeni portatif coplar, bu hafta düzenlenen bir basın toplantısıyla muhatabına, yani halka tanıştırıldı.
Böylece bu yeni teçhizatın özelliklerine vakıf olduk: Ses efekti ve görüntüsüyle saldırganı caydırıcı özelliğe sahip. Taşınabilir, kolay ulaşılabilir. Sorun ortadan kalktıktan sonra kapatılmak suretiyle tahrik unsurunun önüne geçiliyor.Katlı halde boyu 20 santimetre olan coplar, özel kılıfı sayesinde belde kolaylıkla taşınabiliyor. İç içe geçen üç metal aksamdan oluşuyor ve açıldığında uzunluğu yaklaşık 60 santimetreyi buluyor.
OLSA DA YESEK
Ardından bir de şov yapıldı. Copların çıkardığı caydırıcı sesi de böylece duymuş olduk. Gelecekteki bir polis devletinde geçen fantastik-bilimkurgu filmi sahnesi gibiydi. Şahsen başrole, artık hayli yaşlanmış da olsa Sylvester Stallone’yi yakıştırdım izlerken. Haklarını teslim etmek lazım, bizim polis memurları da hiç fena değildi. İnsanda adeta ‘olsa da dayak yesem’ hissi uyandıracak kadar imrendirici tanıtım çekimi için özel seçilmişlerdi sanırım.
Aynı gün bir başka polis videosu daha izledik ama oradaki polisler maalesef ilki gibi karizmatik değildi. Fakat kendilerini farazi bir olaya, kitabına uygun müdahale ederken değil, vatandaşı sokak ortasında gerçekten evire çevire döverken gördük. Maalesef 2012 yaz koleksiyonundaki coplar henüz ellerine ulaşmadığından, bu yeni ‘teçhizatın’ sahadaki marifetlerine şahit olma şansımız olamadı.
O kavanozların içinde ne var
Yaşadığımız toplum giderek daha bireysel ve narsistik olmaya başladığından, nerede bu meseleyle ilgili bir şey görsem ilgimi çekiyor. Dikkatimi cezbeden
bir başka şey de rahim kanserli 19. yüzyıl Osmanlı kadınları fotoğrafları
Narkissos’un hikâyesini bilirsiniz. Yunan mitolojisinin kendine aşık, yakışıklı avcısı. Susamış ve bitkin halde nehir kenarına gelir, su içmek için eğildiğinde sudan
yansıyan görüntüsüne aşık olur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar sever kendisini. O şekilde orada ne su içebilir ne yemek yiyebilir, sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir. Öldükten sonra da vücudu nergis çiçeklerine dönüşür.
Yaşadığımız toplum giderek daha bireysel ve narsistik olmaya başladığından, nerede bu meseleyle ilgili bir şey görsem ilgimi çekiyor. Aksinin yansıdığı suyu içerek bir anlamda kendini tüketen Sophia’yı gördüğümde de bu yüzden ekranın karşısında çakılıp kaldım. Peki Sophia kim mi?
RAHİM KANSERLİ OSMANLILAR
İstanbul Beyoğlu’ndaki Arter güncel sanat merkezinde iki yeni sergi açıldı. Sergilerden biri Sophia Pompery’ye ait. 1984 doğumlu, pek çok parlak fikre sahip Berlinli bir sanatçı. Miralamentira adlı video da onun 2009 tarihli bir işi. Narkissos’un yerine kendi geçmiş. Su dolu tepsideki yansımasını izliyor. Sonra eğilip suya dudaklarını değdiriyor. Sudaki aksiyle sevişirken bir yandan suyu içtiğini, tepsideki görüntüsü yavaş yavaş silinmeye başlayınca anlıyorsunuz. Görüntüsü
tamamen yok olana kadar kendini içmeyi sürdürüyor Sophia. Kendine duyduğu aşkla tüketiyor kendini.
Arter’deki ikinci sergi Berlinde De Bruyckere’ye ait. Kesinlikle ziyareti hak ediyor ama ilgimi çeken, ‘Yara’ isimli sergiye adını veren fotoğraf albümü.
Albümdeki fotoğraflar sergide yok. Ancak serginin kitabında görebiliyorsunuz. Fotoğraflar 19. yüzyılın ortaları ile 20. yüzyılın başında yaşamış İstanbullu
Rum fotoğrafçı Nicolas Andriomenos’a ait.
Zamanının en iyi portre fotoğrafçısıymış. 1950’lere kadar Beyazıt’ta varlığını sürdüren Foto Saray’ı hatırlayanlar olacaktır. İşte Saray’ın sahibi Athanasios (Tanaş) onun oğlu. Zaten dükkan da babasından intikal. Nicolas Andriomenos, 1890’larda bir seri fotoğraf çekmiş. Bunlar rahim kanseri nedeniyle ameliyat
edilmiş kadınlara ait. Onları ameliyat eden cerrahın talebiyle çekilmiş olmalılar. Hepsi başı örtülü, halktan Osmanlı kadınları. Görüntüleriyle hiç uyuşmayan burjuva bir fonda duruyorlar. Sadece yüzleri ve ameliyat yaraları açıkta. Aynı şekilde... Hepsinin elinin altında bir kavanoz var. İçinde ameliyatla çıkarılmış kanserli organları duruyor.
Bu fotoğrafların gerçek olduğuna, 19. yüzyıl İstanbul’unda çekildiğine inanamıyorsunuz. Yedi kare fotoğraf...
Diyeceğim o ki, İstanbul’da yaşıyorsanız ya da önümüzdeki birkaç hafta içinde bu şehre uğrayacaksanız, Arter’e de uğrayın.
Paylaş