Hafta başında yurtdışında yaşayan bir kız arkadaşımla birlikte Kapalıçarşı’ya gittik. Yılda bir iki kez Türkiye’ye gelir, her geldiğinde Kapalıçarşı’ya mutlaka uğrarız.
Öğrenciliğimizde de her gün mutlaka buradan geçerdik. Özellikle kış günlerinde Beyazıt’tan Nurosmaniye’ye inmenin en eğlenceli ve sıcak yoludur. Bugün hálá ayda en az bir kez çarşıyı gezerim.
Kapalıçarşı esnafı yıllardır aynı esnaf. Dükkanın önünden geçenleri ve özellikle de turistleri ayartmak, mal satmak için yapmayacakları şey yoktur. Taa 10 metre öteden sizi görünce, en az üç dört dilde seslenir, tatlı dil kullanır, ısrar eder ve bazen ayarını da kaçırırlar. Bütün bunlarla karşılaşacağınızı bilerek giderseniz sorun yoktur. Zaten kimse Kapalıçarşı’da steril bir alışveriş ortamı da beklememelidir.
Fakat son gidişimde sinirden gözlerim yaşararak çıktım çarşıdan. Sinir krizi geçirmeden iki kadının gezinme, etrafına bakınma, alışveriş yapma imkanı kalmamış. Beğendiğiniz bir şeye göz ucuyla bakma, ilgilendiğini belli etme şansı tanımıyorlar, hemen üzerinize atlıyorlar. Türk olduğunuzu anladıkları halde ısrarla yabancı dilde konuşmaya devam ediyorlar ki, bu sırada Rusça kullanıyorlarsa yandınız demektir. Bilmem açıklamaya gerek var mı? Rus kadınların onların gözündeki imajı belli ne de olsa!
En fenası ise eğer dükkanın önünden geçmişseniz ve bir şey almayacağınız anlaşılmışsa, basbayağı sözle taciz ediyorlar. Kimse sizi görmesin diye başınızı yerden kaldırmadan yürümeye çalışıyorsunuz. Kimse yanlış anlamasın diye tekrar söylüyorum; mal satmak için ettikleri ısrarlardan bahsetmiyorum. Basbayağı, laf atıyorlar! O kadar çok tacize uğradık ki, sonunda dayanamayıp, geri döndüm. "Siz burada esnaf değil misiniz? Ben yarın öbür gün belki sizden bir şey satın alacağım, müşteriniz olacağım. Hiç mi utanmıyorsunuz yaptığınızdan" dedim. Arsızca gülmeye devam etti, o kadar.
Kapalıçarşı Esnafları Derneği, müşteri çekmek, çarşıyı iyileştirmek için bir sürü çalışma yapıyor. Daha yeni her yere ekran yerleştirip, kapalı devre yayına başladılar. Bu esnaf adam olmadığı sürece yaptıklarının hiçbir kıymeti yok. Hepsi kenar süsünden ibaret.
Şimdi orada dükkanı olanlar bana kızacaklar, hepimizi aynı kefeye koymayın diyecekler. Koyarım! Eğer gün geçtikçe kötüye giden bu imajdan kurtulmak istiyorsanız, bu insanları aranızda barındırmayın. Ne bileyim, üç kere ihtar alanları çarşıdan çıkarın.
TRT Market’lerde ürün çeşidi artsın
TRT’nin market işlettiğini biliyor muydunuz? Tamamen ilgisiz bir iş için Harbiye’deki Radyoevi’ne gitmiştim. Baktım kocaman ahşap bir kapı; üzerinde de TRT Market yazıyor. "Market işletmek" dedimse, yarım ekmek arası kaşar-sucuk sandviç satıyorlar sanmayın.
TRT’nin Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya, Çukurova, Trabzon, Diyarbakır ve Erzurum şubelerinde birer market bulunuyor. Bu marketlerde TRT’nin yayınladığı kitaplar, albümler, belgeseller, belgesel tadında diziler satılıyor. Fiyatlar gayet uygun. Örneğin Zeugma belgeseli 7.50 lira. Altı VCD’den oluşan Kurtuluş dizisi için 20 lira ödüyorsunuz. Atatürk’ün Sevdiği Şarkılar CD’sine yine 7.50 liraya sahip olabilirsiniz. Dilerseniz adresinize postayla da ürün gönderiliyor. Yurtdışı veya yurtiçi fark etmiyor. Posta ücretleri de gayet uygun.
Fakat bu TRT Market’in bir sıkıntısı var, ürün çeşidi kısıtlı. Ben biraz da muhafazakar buldum. Listede bolca Türk sanat, halk ve tasavvuf müziği albümü, Mevlana, Hacı Bektaş Veli, semah, Yunus Emre belgeseli bulunuyor.
Oysa bir nostalji serisi yapsalar. Mesela 1975’in yılbaşı gecesi kaydını VCD olarak satsalar. Geceyarısı çıkan dansöz, ardından gelen Zeki Müren nostaljisini tekrar yaşasak. Ya da Uçan Kaz, Şeker Kız Candy kayıtlarını bulabilsek, Bonanza, Küçük Ev veya Beyaz Gölge’yi yeniden izlesek -ki hatırlatırım büyük kitlesi vardır. Erhan Konuk, Pop Saati albümü yapsa... Uzaylı Zekiye’yi yeniden ekranlarda görmek isteyen bir arkadaş bile tanıyorum. Varsa TRT’den talepleriniz söyleyin, markete sipariş verelim.