Paylaş
Siz bu yazıyı okurken ben bir aylık otomobilimle ilk uzun yolumu yapıyor olacağım. Ayvalık’tan başlayarak sırasıyla Burhaniye, Edremit, Kaz Dağları’na uğrayarak, Bozcaada’nın yolunu tutacağım. Yol röportajları yapacak, Kuzey Ege’nin fikirlerini alacağım.
Çünkü son 17 gündür yaşadığımız toplu travmanın tanımı yok. Rahatlığı, kamilliği dillere destan, kurban olduğumun Ege insanı bile yüzünü asmış, omuzlarını düşürmüş. Varın gerisini siz düşünün.
4 ölüm, yüzlerce yaralı, on binlerce gönlü yaralıdan sonra nihayet, geç de olsa bir kaç iyi adım atılmaya başlandı. Necati Şaşmaz’ın absürd komedi Türkçe’sini saymazsak (ki, O da arayı düzeltmek için epey bir çabaladı) Başbakan Perşembe gününden bu yana, önce Gezi direnişçilerinden 25 kişi, ardından da gece yarısı,
Ceyda Düvenci, Yavuz Bingöl, Sunay Akın ve Halit Ergenç gibi duyarlı ve direnişe destek veren sanatçılardan da kalabalık bir heyeti kabul etti.
Elini bir türlü uzatamamak
Bütün bunlar için, konuşmak için, dinlemek için, kucak açmak ve ses vermek için neden bu kadar geç kalındı, orası belli değil. Balkon konuşmasından bu yana ne değişti de bu hale geldik; ya da o balkon konuşması aslında zaten hiç mi olmamıştı, kestirmek güç. Ama yine de bir şeylere inanmak zorundayız. Birbirimize inanmak zorundayız. Bir arada yaşamayı öğrenmek zorundayız. En önemlisi de bir birimizin üzerinde baskı kurmaya çalışmaktan vaz geçmeye mecburuz.
Elini bir türlü uzatamamak diyorum buna ben. Diyalogdan uzak ailelerin, çocuğuna sevgisini gösteremeyen gereğinden fazla otoriter babaların o eli uzatacağı yerde, kolunu kırmayı tercih etmesi gibi bir şey. Allahtan analar devreye girdi, dün gece itibariyle parkı bastı, çocuklarının etrafında etten zincir oldu da; aile (gezipark) şimdilik dağılmaktan kurtuldu.
Gece yarısı gelen referandum önerisine ise kuşku ile yaklaşmaktan alamıyorum kendimi. Çünkü Gezi Parkı, sadece İstanbul’un meselesi olmaktan çoktan çıktı. Bu nedenle İstanbul genelinde yapılacak referandum, ne katılımı, ne de adaleti konusunda bana daha şimdiden bir şey ifade etmiyor.
Ama yine de Hükümet saklaya saklaya da olsa, elini uzatmayı başardı. Bu da bir şey.
Bunu yapanlar insan değil!
Çarşamba günü çok önemli bir haber daha okuduk Hürriyet manşetinde. Hürriyet, Başbakan’ın grup toplantısında “Önemli bir yakınımın gelinini yerlerde sürüklediler” diye ipucunu verdiği, Kabataş’ta bebeğiyle eylemcilerin saldırısına uğrayan annenin izini sürdü.
Olay, İstanbul’da yaşandı. Büyük bir ilçe belediye başkanının gelini Z.D., 1 Haziran Cumartesi sabahı arkadaşlarıyla Adalar’a gidiyor. Yanında 6 aylık bebeği var. Akşam vapuruyla Adalar’dan döndükten sonra, Kabataş İskelesi’nden kocasını arıyor. Eşi, Kabataş İskelesi’nin karşısına geçip beklemesini, almaya geldiğini söylüyor. Kabataş İskelesi’nin karşısına geçerken bir grup eylemciyi görüyor, hatta çevre ve ağaç eylemi yaptıkları için de en ufak bir rahatsızlık hissetmiyor. Ama ne oluyorsa o sırada oluyor. Grubun içinden birkaç kadın, önce sataşmaya daha sonra saldırmaya başlıyor. ‘Ne geldiyse bundan geldi’ diyerek başörtüsünü çekiyorlar, genç anneyi tekmelemeye başlıyorlar. Bu sırada grubun içinden bazı erkekler de vurmaya başlıyor. Olay yerindeki bir adam müdahale edip, genç anneyi kurtarmaya çalışıyor. Onu da dövüyorlar. Bebek arabasını parçalıyorlar, genç anneyi tekmeliyorlar. Olay yargıya intikal etti. Genç annenin vücudu mosmor. Panik atak geçiren genç anne, haberleri izleyemiyor, evden dışarı çıkamıyor Olayların ortasında kalan ve ayağı tırmık izleri taşıyan bebek ise o günden itibaren sütten kesildi.
İşte bu delik, bir kara delik. Zurnanın zırtladığı yer. Vandallığın, hayvanlığın cümle aleme izahatı. İçinde ne insanlık, ne direniş ruhu, ne çevrecilik, ne de gezi parkı var.
Mevlana’nın yaşadığı topraklarda, bu kadar hoşgörüden uzağa düşmüş olmamız başka bir yazının konusu.
Paylaş