Bahar Akıncı

Hastası olduğum kadın modelleri

3 Ekim 2011
İzmirliler: Girdikleri her ortamda, yaydıkları pozitif enerjiden dolayı anında fark edilirler.

Güzellikleri dillere pelesenk olduğundan, en yüzüne bakılmayacakları bile arada kaynar. İzmir’de sokakta herkes birbirine selam vererek yürüdüğünden, sabahın köründe Kadıköy dolmuşuna binip “günaydın” dediklerinde, şoför dahil tüm dolmuş ahalisine “kal gelir”. Aslında bunlar güzel değil, hayat bunlara güzeldir.
Na-topuk ayakkabıların üzerinde kuş gibi sekenler: Bunlar için topuklu ayakkabı giymek, benim babet giymemle eş anlamlıdır. Hatta ayakkabıyı giymeyip üzerine tünerler. Boyları uzun da olsa, kısa da olsa ya da yürüyecekleri yol düz asfalt da olsa çakıl taşı da olsa fark etmez. O 12 puntluk ökçeler üzerinde kuş gibi seker, arı gibi konarlar. Son derece zariftirler. Ayakları acımaz, tabanları su toplamaz, ökçeleri şişmez. Eve gelip de, o apartman topukları çıkardıklarında şişmiş ayaklarını dikecek yüksek yastık aramazlar.
Aynı anda eşini, işini, çocuklarını ve sosyal yaşamı; holding gibi idare edenler: Bunlar hiç mi hiç yorulmaz. Yakınmak nedir, şikayet etmek nedir, organize olamamak nedir bilmezler. 2 çocuk, 3 çocuk, koca mızmızı, iş yoğunluğu, mail bombardımanı koymaz bu modellere. Sabahın 6’sında kalkıp çocuğu okula, kocayı işe, yemeği önce fırına, sonra buzdolabına koyup toplantıya yetişirler. Araya manikür-pedikür-fön sıkıştırıp bir de gardırop düzerler. Eşin dostun doğum günlerini, evlilik yıldönümlerini hayatta unutmazlar. Çocukları ha bire takdir, teşekkür, bunlar da iş dünyasında terfi üzerine terfi alır. Nasıl yaparlar, nasıl yetişirler, nasıl becerirler bilen yok...
Yiyip yiyip kilo almayanlar: Ben ve benim gibi aç-biilaç gezenler açısından en can sıkıcısı bunlar. Öldürülesi bir grup! “Kebap üzeri künefe” ya da “mantı üzeri gözleme, üzerine de profiterol” şeklinde dünyayı yer, sonra hiçbir şey olmamış gibi 45 cm beli, 60 cm totosu ile ortada salınırlar. 100 gr ya alır ya almaz, “ayy üzerimde bir fenalık var, diyete başlamam lazım” der dururlar. Hiçbir zaman o kör olası diyete başlamadıkları gibi, hiçbir zaman kilo aldıkları da görülmemiştir.
Erkek gibi araba kullananlar: Nam-ı diğer “Şoför Nebahatlar” sürüsü. Her manevra, her daracık park yeri, caddenin ortasından tek hamlede U dönüşü yapma, taksicilerin üzerine üzerine sürme, 2 katil otobüs arasından başarıyla sıyrılma gibi, benim diyen erkeklerin zorlanacağı işler, bunlar için çocuk oyuncağıdır. Arabaları çiziksiz, ehliyetleri cezasızdır. Araba kullanacaklarsa alkol almazlar, alanın arabasına da binmezler. İzmir–Çeşme arasını 23 dakikada alanı görülmüştür. Araba kullanmaya hayatta üşenmez, üşenenlere de bir anlam veremezler.
Her konu hakkında bilgi sahibi olup bilgiçlik taslamayanlar: Şimdi bende bu “her konu hakkında bilgi sahibi olmak” durumundan var da, bilgiçlik taslamamak, “ağzını gerektiği yerde, gerektiği kadar açmak durumu”ndan maalesef yok. Birisi bir konuyu yanlış mı biliyor ya da yanımdakine bir şey mi soruldu, hemen atlarım, hiç affetmem. Bilgimin haklılığını ispat edene kadar da ısrar ederim. Hemcinslerim için pek bir şey fark etmiyor da, adamlar çok bilen kadın karşısında kaçacak delik arıyor. Bilip de sorulmadan söylemeyen bu kadınlar, hemen her konuya hakimdir. Aşmış da denilebilir. Sor İtalyan kültüründen, sor Türkiye gündeminden, sor Mevlana’dan, sor futboldan şıp diye cevap verirler. Sorulmadan söylemedikleri için de öyle bilge bilge otururlar.
Her dem narin olanlar: Elde değil, anaları böyle yetiştirmiş. Girdikleri her ortamda, Türkiye milli maçları dahil bir zarafet, bir zarafet... Araba kullanırken apaçinin biri mi sıkıştırdı, ettikleri en baba küfür, camı açıp “beyinsiz” demeleridir. El ve ayak bilekleri kırılacakmış gibi kıvrılır, konuşurken anlattıkları masal gibi gelir. Garsondan peçete istediklerinde sanki borç para istiyormuş sanırsınız. Ama işin hoşluğu tanıdıkça görürsünüz ki, bunların hiç biri sonradan olma değil, doğuştandır. Ve işte bu yüzden zarafet üzerlerinde sakil durmaz.

Yazının Devamını Oku

İzmir’den dünyanın bir ucuna ucuz yoldan seyahat rehberi

1 Ekim 2011
İZMİR’den dünyaya direkt uçuş yokmuş, ne gam!

Seyahat ettikçe ve bu yeteneği geliştirdikçe, mesafeler kısalıyor, yabancılarla tanışma, hiç bilmediğiniz yerlerde konaklama, güvenlik endişeleri yerini zamanla bir dünya insanın rahatlığına bırakıyor. Bir başına neredeyse tüm Avrupa’yı, Doğu Amerika’yı, Güney Amerika’nın önemli bir kısmını ve güzel memleketinin 3/4’ünü görmüş bir gezgin olarak; bu hafta sizinle önemli seyahat sırlarımı paylaşıyorum.

1-Tüm havayolu sitelerine üye olun

Gitmek istediğiniz yere karar verdikten sonra yapacağınız ilk şey internet bağlantısı olan kişisel bir bilgisayar edinmek, sonra da sırasıyla dünyanın bütün önemli havayollarının web sitelerine, ücretsiz olarak üye olmak. Türkiye’den başlayabilirsiniz. Örneğin www.flypgs.com; www.atlasjet.com; www.onurair.com.tr; www.turkishairlines.com; www.sunexpress.com gibi...

2-Gökyüzündeki  uçuşları tarayın

Gideceğiniz destinasyondaki bütün hava yollarını tarayan ve size çoklu rezervasyon (farklı uçuş noktaları) imkanı sağlayan bir program edinin. Eskiden sadece seyahat acentelerinin kullandığı bu yönteme şimdi www.skyscanner.com sitesinden ulaşabilirsiniz. Hareket noktanızı, varış yerinizi ve planladığınız tarihleri girdiğinizde size dünyanın bütün hava yollarını en düşük fiyattan, en yüksek fiyata kadar listeliyor ve rezervasyon yapmanızı sağlıyor.

3-En az 1 ay önce harekete geçin

Her ülkenin düşük sezon ve yüksek sezon olarak isimlendirilen dönemleri var. Bu dönemleri bilmek hem uçuşunuz, hem de konaklamanız açısından çok önemli fırsatlar yakalamanızı sağlayacak. Örneğin, Barcelona’ya temmuz-ağustos aylarında değil de ekim ayında gitmek size otel konaklamalarınızda, gecelik neredeyse 150-200 Euro’ya varan avantajlar getirecek. Ayrıca seyahat tarihi yaklaştıkça uçuş fiyatları arttığından, neredeyse 1 ay öncesinde harekete geçmeniz önemli. Hangi ülkeye gitmenin hayalini kuruyorsanız, planlamanıza yaklaşık 1 ay kala başlatmanızda büyük fayda var.

4-Şehir içi ulaşımınızı planlayın

Yazının Devamını Oku

Patlayan bombalara camdan bakan Arap kızı

26 Eylül 2011
Yağmur yağdıkça camdan bakan, hüzünlü Arap kızları gibiyiz.

Her sabah, yaşasın güneş doğdu diye uyanıyoruz.
Sonra kentin orta yerine, canın yongasına, yonganın tam ortasına fünyeyi çekiveriyorlar.

“Ben küçükken de Demirel vardı, hala var” demek gibi olağan mı artık bu ülkede terör? Evden çıkarken, hanede kim varsa sıkı sıkı sarılmalı mı her sabah?

Dağlar çok derin, çok yüksek, çok kalabalık.
O dağların eteklerine uzun yıllar hiçbir şey götür(e)medik biz.
Kendi kanununu yazdı Doğu’da hayat. Farkına vardığımızda, eline silah tutuşturulan gencecik bedenler tutmuştu dağın yolunu.

Bir ülkenin iki yakası. Doğusu ve Batısı. Bir canın iki yarısı.

Yazının Devamını Oku

Kaz Dağları

24 Eylül 2011

ADATEPE KÖYÜ

Bu enfes köy, Ege Denizi’nin doğu kıyısında, Kaz Dağları’nın batı yamaçlarında, Edremit Körfezi’nin kuzey ucunda... Yerleşim antik çağlarda başlamış, İliada Destanı’nda “Gargaros” olarak adı geçen bölgede ve yerleşim günümüzde de tüm sevimliliği ve tarihi görkemi ile sürüyor. Bu köye uğramadan Kaz Dağları’ndan sakın ola ayrılmayın! Köyün bir de güzel web sitesi var: www.adatepekoyu.com

KIR KAHVESİ RESTORAN

Yemyeşil bir bahçe içinde, sade, abartısız bir atmosferde, Fatma Hanım’ın elinden çıkma özgün Kuzey Ege mutfağı sizi bekliyor. Burası da yine Adatepe Köyü’nün girişinde, Zeus Altarı’na giden yolun üzerinde. Selçuk Bey restoranı işletiyor, eşi Fatma Hanım yemekleri yapıyor. Dünya şekeri iki kızı ise servise bakıyor. Mevsimine göre sarma, kabak çiçeği dolması, enginar dolması, binbir çeşit otlu börek, ot yemekleri servis ediyorlar. Bahar aylarından kasım sonuna kadar sabah saatlerinden akşam 21.00’e kadar servis veriyorlar. Selçuk Bey’in telefonu (0538) 709 66 12.

MANİCİ KASRI

Kazdağı eteklerinde, uçsuz bucaksız zeytinlikler, badem ve incir ağaçları arasına kurulu bir vaha. Yıkılmış eski bir zeytinyağı fabrikasının taşları, otantik taş mimari üslupla, burada yeniden inşa edilmiş. Fabrikanın yüz yıllık ateş tuğlaları ile örülmüş kemerli koridorlarıyla Manici Kasrı’nın tarihi bir bina olmadığına inanmakta güçlük çekebilirsiniz. Brokoli, ısırgan otu, hindiba ve semiz otu içeren yöre yemekleri; çeşit çeşit zeytinyağlılar ve deniz mahsulleri otelin mutfağından çıkma. Kahvaltıdaki Yeşilyurt ve çevre köylerden elde edilen yöresel zenginliği, süt, peynir, bal ve zeytini söylemeye gerek bile yok. www.manicikasri.com

ADATEPE PANSİYON

Köy meydanında, koca çınar ağacının gölgelediği bir bahçe içerisinde yer alan 2 binadan oluşan Adatepe Pansiyonları’nın farklı özelliklere sahip 9 odası var. Binaların tarihleri 100 ila 150 yıl arasında değişmekte. Binaların tarihi dokusunu bozmadan, sadeliği ön planda tutan ve kullanışlılığa yönelik olarak düzenlenmiş odaların hepsinde duş-tuvalet ve merkezi ısıtma mevcut. Köyde yaz-kış yaşam olduğundan oda fiyatları her mevsim aynı... İki kişilik oda, kahvaltı dahil gecelik 150 TL. 

Yazının Devamını Oku

Evi ev eden avrat, yurdu şen eden devlet!

19 Eylül 2011
Benim babam Ağır Ceza Hakimi.<br>1 gün bile “işinin ağırlığından yakındığını” görmedim.

Her sabah 7’de kalkıp işine gitti.
Gençliği eşek tepelerinde Güney Doğu’nun köylerinde, keşiflerde geçti.
Bu yüzden ağır bir cilt kanseri geçirdi 70’inde...
Hala izlerini taşıyor vücudunda.

Hayatı boyunca aldığı tüm kararlarda ilk gözettiği şey “kadın”dı.
Kadına cinsel taciz, kadına dayak, kadına infaz... Hiç affetmedi!

Çünkü hayatı 3 kadın üzerine kuruluydu. Annem, ablam ve ben.

Yazının Devamını Oku

Cennetin kıyısından kartpostallar Assos

17 Eylül 2011
Neden gidilir?

Çünkü Behramkale, antik ismiyle Assos, halen Kuzey Ege’nin en büyüleyici köşelerinden biri... En büyük şansı, SİT alanı olması sebebiyle orijinal hali koruyarak günümüze dek bozulmadan gelebilmesi! Limanda balıkçılar ağlarını temizlerken başınızı kaldırıp asırlar öncesinden kalma antik sütunları görmek, Midilli Adası’nın ışıklarını seçmek, bünyeyi her sabah cennet koylara bandırmak paha biçilemez. Üstelik internette Assos için yapılmış bir rehber bile var:
www.assosrehberim.com
Ancak kimi oteller Güzey Ege ve Akdeniz ile baş edebilmek için her şey dahil sistemine dönmeye başlamış. AMAN DİKKAT! Assos’u da bitirmeyelim.

Neden gittim?

Cevabı basit; Sadeleşmek için. İçimi, dışımı, kafamı, kıyafetimi sadeleştirmek... Denizin tuzuyla kurumak, çıplak ayak bir balıkçıya zıplamak, dertlerimi en azından 2 günlüğüne “rakımı buzlu mu içsem, sek mi” seviyesine indirgemek için. Kuzey Ege şivesinin bir kez daha hastası olmak, her köşe başındaki kahvehanede soluklanmak, her pınarın buz gibi suyundan tatmak için. Antik sütunların eteğinde, yüzyıllardır burada ne yaşamlar geçtiğini gözlerimle  görmek, her birimizin okyanusta bir zerreden ibaret olduğumuzu bir kez daha idrak etmek için.

Okan Motel & Restoran

Assos’un Sivrice koyunda, gitmesi biraz zor, ama gidince vazgeçemeyeceğiniz yerlerden... Sebze ve meyveleri bahçelerinden konuklarıyla toplayıp denizden balığı birlikte tutuyorlar. Ege mutfağının en leziz yemeklerini, kılıç balığından ahtapota kadar deniz mahsullerinin alasını tadabileceğiniz ender restoranlardan bir tanesi. Sonbahar ve ilkbaharda da doğa tüm güzelliği ile tatilinize eşlik ediyor ve sadece denizin, balıkçı kuşların sesini duyuyorsunuz...

Assos Antik Kenti

Yazının Devamını Oku

Posta arabası

12 Eylül 2011
Geçen haftaki “nasıl oluyor da oluyor” yazıma baktım ki, sizden ciddi ciddi e-posta yağıyor; bundan böyle ayda bir pazartesi, görüşlerinize amade bu köşe.

Posta arabası kapımıza kadar gelecek, İzmirli, Egeli nelere kızıyor, nelerden şikayetçi, nasıl yaşamak istiyor ya da neleri takdir ediyor hep birlikte öğreneceğiz.
“Tüketicinin Erkan Abisi” ya da “Kırık Kalplerin Güzin Ablası” olmak ne haddime!
Ama biliyorum ki, benim olduğu kadar sizin de söyleyecek sözünüz var Ege’ye.
O zaman pamuk eller klavyeye...
Okura not: Endişelenmeyin, görüş bildirenlerin hepsinin soyadı bende saklı.


İnsanına düşman şehir – Mustafa H.

Yazının Devamını Oku

Benim sezonum şimdi başlıyor Alaçatı

10 Eylül 2011
Neden gidilir?

Yaz boyu size Alaçatı yazmak hiç içimden gelmedi. Çünkü İzmir’e 40 dakika mesafedeki minyatür Güney Fransa’nın en güzel günleri asıl şimdi başlıyor. Yüksek topuklu ablalar Nişantaşı’na döndü, bu ablaları görmek için gelen meraklı halkımın okul sezonu açıldı. Restoranlar ve oteller normal fiyatlarına indi. “Cumartesi pazarı” bile cibezden, turpotundan, zeytinin hasından anlayan gerçek Alaçatı sevdalılarına kaldı. Bundan sebep; bugün size dilim döndüğünce, kış boyu açık olan Alaçatı’yı anlatacağım.

Neden gittim?

Son birkaç yıldır Alaçatı’nın yanında bir de arka mahalle Hacı Memiş’in müptelası oldum. Bu mahallede ardı ardına açılan tasarım ofisleri, ahşap boyama eskitme tekniğiyle retro objeler üreten marangozhaneler, tasarım butikleri, cam ve seramik atölyeleri ve elbette antikacılar, Alaçatı’nın “nihayet” yeni ve sanatsal bir yolculuğa doğru ilerlediğini müjdeliyor.

Maria’nın Bahçesi

Alaçatı’yı bilenler için artık bir fenomen. Bilmeyenler içinse kısaca anlatayım. Çok iyi bir şef olan sahibesi Maria Ekmekçioğlu aslen bir Yunanlı. İstanbul’da doğduktan sonra küçük yaşta Selanik’e göç etmiş. Yıllar sonra bu kez bir Türk ile evlenerek Alaçatılı olmuş. Atatürk’ün doktorluğunu yapmış dedesinin ve dinlediği mübadele hikayelerinin etkisiyle, iki yakayı yemekleriyle birleştirmek için çabalıyor. Ve başarıyor da. Mönüleri her zaman ilginç ve etkileyici. Başka yerde bulamayacağınız lezzetler hep Maria’da. Kasım ortasına kadar açık.

Barbun

Genç şef Kemal Demirasal’ın geçen yaz açtığı, beyazın hakim olduğu Barbun Alaçatı’nın belki de tek “fine dining” restoranı. Kış boyunca açık! Yemeğin yaratılma aşamalarını izlemek benim son yıllarda en çok sevdiğim şey. Burada da önü tamamen cam olan mutfak sayesinde bu şansa sahipsiniz. Barbun’daki amaç, lokal malzemeler ile temel Fransız mutfağı tekniklerini birleştirmek.

Karina Balık

Yazının Devamını Oku