BİLDİĞİNİZ gibi, 2015 hezimetinden sonra bu kez daha da güçlenmiş, hırslanmış ve bilenmiş bir şekilde EXPO 2020 adayı İzmir. Daha da önemlisi bu kez tecrübeli! Süreci ve sonuçları daha iyi yürüten, ilk yarıştaki hataları tekrarlamamaya çalışan ve gerçekten çok sıkı çalışan bir ekibi var. Üstelik heyecanlı ve istekliyiz de. Ki, Dubai’nin bile gözünü korkutan bir durum bu. Tecrübemiz, inancımız ve en önemlisi 8500 yıllık medeniyetimiz. EXPO’nun düzenleneceği ülkelerdeki en önemli üç kriterin 3’üne de sahibiz bu kez. Ve yine ilk kez ciddi anlamda bir hükümet desteği de alıyoruz.
Rakiplerimiz güçlü olmasına güçlü. Önce listeye bir bakalım...
İzmir/Türkiye
EXPO 2020 için EXPO 2015’te kullandığımız tema ile yola çıkıyoruz “Daha İyi Bir Dünya İçin Yeni Yollar/Herkes İçin Sağlık”. Sergi alanının İnciraltı’nda kurulması kararlaştırıldı. Kazanırsak; EXPO için seçilen tarih 31 Ekim-30 Nisan 2020 aralığı.
Ayutthaya/Tayland
Ayutthaya’nın teması “Küreselleşmeyi Yeniden Tanımlamak: Dengeli Yaşam, Sürdülebilir Yaşam” olarak seçildi. Sergi için seçilen tarih 15 Ocak-15 Haziran 2020.
Dubai/Birleşik Arap Emirlikleri
ÜRDÜN’deyim... Wadi Rum Çölü’nde bir Bedevi çadırına misafirim.
Burada ne işim olduğunu önümüzdeki hafta “Ürdün Günlükleri”nde uzun uzun unlatacağım.
Çölde yakalandığımız kum fırtınasından tutun da 2 aşiretin çatışmasının ortasında kalışımıza kadar...
Ama ben dönene kadar memleketten önemli bir fetivalin duyurusu var yazıda.
BAHAR, memleketime inanılmaz hızlı geldi.
Aslında sinyalleri daha mart ayından belliydi.
Salvador Dali gibi dahi bir ressamın, ancak uluslararası galerilerde görebileceğimiz ZODYAK Sergisi, İzmir Büyükşehir Belediyesi girişimi ile AASSM’ye geldi.
Ardından bahar geldi kapıya dayandı.
Bayrak mitinginden tutun da Karşıyaka Spor Kulübü’nün ev sahipliğinde Avrupa’nın en önemli basketbol organizasyonu FIBA Eurochallenge Cup İzmir’de gerçekleştirildi.
(Ben bu yazıyı yazarken, Kupa’nın galibi henüz belli değildi. Ama Kaf Kaf taraftarı, salonda fırtınalar estirdi.)
Swissotel Büyük Efes, 2. Çocuk Karnavalı’nı Koruncuk Vakfı yararına bir şenlik havasında organize etti.
Nazarköy, İzmir’in Kemalpaşa İlçesi’ne bağlı 29 köyden biri. İlçe merkezine sadece 6 km uzaklıkta. Eski ismi Kurudere olan ve yaklaşık 60 yıldır en büyük geçimini boncuk imalatı ve kiraz yetiştiriciliğinden kazanan bu köyün kaderi; bundan 4 yıl önce bir köy muhtarının girişimci ruhu ile değişmiş.
Mucize Muhtar Mehmet YiğitEmekli olduktan sonra Kemalpaşalı olan eşinin ısrarı ile bu köye yerleşen cabbar muhtar, küçücük bir köyün bile isterse neler başarabileceğinin canlı kanıtı. İşe köyün Kurudere olan adını Nazarköy olarak değiştirmekle başlayan muhtar, kurduğu Esnaf Sanatkar Kooperatifi, ahşap satış stantları ve 4 yıldan bu yana yaptığı Nazar Köy Boncuk Festivali ile köylüyü de arkasına alarak ciddi ciddi bir pazarlama harekatı gerçekleştirmiş.
Üstelik bununla da kalmamış, pek çok siyasetçinin kapısını aşındırmış, isteklerini sıralamış. Türkiye’nin en önemli turizm fuarlarına katılmış. Köylüyü örgütlemiş. İçeride ve dışarıda satış alanları yaratmış. Köye gelen ziyaretçileri hemen her gün, bayram, pazar demeden çakı gibi takım elbisesi ile karşılayıp bizzat gezdirmiş.
Kadınları çalışmaya, boncuk üretmeye hatta ve hatta beraber kurdukları el sanatları kooperatifinde yönetime katılmaya ikna etmiş. Yazarken ben yoruldum. Ama bu adam yorulmamış.
Bu pazar yolunuzu Nazarköy’den geçirin
New York’taki ilk günlerimde, yeni dünya hakkında aldığım ilk ders doldurulmuş hayvanlarla dolu Ulusal Müze’de (National Museum)gerçekleşti.
Müzeye bizim “batar kat”, onların “basement” dediği bölümden girmiş, otomattan biletimizi almış, bir üst kattaki normal giriş kapısında izbandut gibi bir güvenlik görevlisi ile karşılaşmıştık.
Adam işi gereği biletlerimizi sordu. Göstermek için çantama davrandığımda, “No no no no!” nidası ile görmesine gerek olmadığını söyledi. Şaşkınlıkla liseden beri orada okuyan Türk arkadaşıma döndüm.
Bilmiş bilmiş gülümsedi:
“Amerika’da ağzından çıkan söz senettir, o yüzden biletlerimize bakma gereği duymadı.”
Gayet net ve gayet Türk bir cevap verdim:
“E, o zaman neden bilet aldık ki?”
BİR kısacık hikaye, bazen daha iyi düşünmemizi sağlar.
Bazen kendi gözümüzle göremediklerimizi bir anonim masal gösterir bize.
Tıpkı bu hikayede olduğu gibi...
“Birbirlerine delicesine aşık olan prenses ve prens, dillere destan bir düğünle evlenirler. Ancak daha aradan bir ay geçmeden aşkın yerini fırtınalar alır. Genç karı koca sık sık kavga etmeye başlar. Kral araştırma yaptırır, ama bir türlü işin sırrını çözemez. Bu arada, prenses ve prens bu sırrın düşmanlar tarafından fark edilmemesi için resmi davetlerde mutlu karı koca rolü oynarlar. Baş başa kaldıkları zamansa birbirlerine karşı nefretle konuşmaya ve davranmaya devam ederler. Sonunda kral sarayın akıllı kadınlarını görevlendirerek o büyük aşkın nasıl yok olduğunu öğrenmek ister.
Kadınlardan biri derki; “Bunun için araştırma yapmaya gerek yok Kralım.”
“Neden?”
HALEN gönlüme göre dizel ve kübik ve masrafsız bir 2. el aradığımdan, havalar ısındığından ve Ege seyahatlerim başladığından mütevellit, son bir kaç haftam kiralık araç tepesinde geçti.
Bu esnada da geçtiğimiz hafta sonu, Alaçatı Ot Festivali’ne yetişmek için havaalanı yönünden gelip Gaziemir üzerinden Çeşme otobanına çıkarken ömrümün ilk kazasını gerçekleştirdim.
Konvoy halindeki trafikte, alt geçidin birinden, yukarı doğru tırmanırken önümdeki arabaya çarpmayı başardım!
Evet, yanlış okumadınız, yokuş yukarı arkamdaki araca değil, önümdeki araca!
Üstelik gıcır gıcır bir jeep’e!
Hayattaki en büyük korkusu, düz vitesle yokuş tırmanırken yolun ortasında kalmak olan ben; bu korku ile trafik bir anda açılıp öndeki araç (4X4) gaza basınca, vitesi ikiye atıp hafifçe gaza dokundum. Sonrası malum. Önümdeki araç durdu ve ben duramadım.
Allah’tan hızım düşüktü ve her iki araç da çok çok büyük bir hasar olmadan atlattı olayı.
Kendimi bildim bileli okuyorum. Kategorize etmeden. Ne kendimi, ne kitapları, ne de okuduğum yazarları kasmadan. Ben şunu severim, şundan ötürü demeden. Büyük bir öğrenme açlığıyla. Üstelik i-pad’ine indirdiği kitapları tabletten okuyanlara itibar etmeden. Rahmetli Steve (Jobs) kusura bakmasın ama ben o kitaba dokunacağım.
Tadını, kokusunu, dokusunu içime çekeceğim.
Hikayenin içinde kaybolacağım.
Bu yüzden büyük şeyler söyleyen yazarı değil; sıradan hikayeleri büyük bir ustalıkla anlatan yazarlarla kesişiyor son yıllarda yolum. Yeni nesil Türk yazarlara bitiyorum.
Esmahan Aykol’a, Hakan Günday’a, Ece Temelkuran’a (“Düğümlere üfleyen kadınlar” müthiş bu arada), Karin Karakaşlı’ya, 81 doğumlu Emrah Serbes’e, Aslı Tohumcu’ya, Şebnem İşigüzel’e... Ve daha adını sayamadığım beyni fişek gibi çalışan, aklının gizli dehlizlerinde kaybolduğum onlarca yazara. Öyle büyük bir disiplin işi ki kitap yazmak; hafiften kıskanarak, gizliden imrenerek okuyorum hepsini.
Tırnaklarımı kemire kemire; bir gün benim de bir kitap yazacağım hayalini kurarak...
18. İzmir Kitap Fuarı bugün kapılarını açıyor