Ayşen Gür

Temizliğin bedeli

4 Ocak 1999
Şengün Kılıç, İstanbul Sanayi Odası Başkanı Hüsamettin Kavi'ye soruyor: ‘‘Fabrikalar çevreyi kirletiyor. İstanbul'da yaşıyorsunuz ve bu kenti kirletiyorsunuz! Nasıl bir kentte yaşamak istersiniz?’’O da şöyle cevap veriyor:‘‘Aslında mevcut İstanbul'da bu koşullarda yaşamak istemiyorum. Daha sakin, daha huzurlu ve dolayısıyla daha verimli olabileceğim bir yerde yaşamak istiyorum... Aslolan yaşamın kendisi. Zannediyorum bunu sadece ben değil, bütün insanlar ister...’’Samimi bir itiraf, bütün İstanbulluların paylaştığı duygular.Ancak ortada bütün İstanbulluları kapsayan bir çelişki var.İstanbullular hem temiz bir şehirde yaşamak istiyor, hem de çevreyi kirletmeyi sürdürmeyi istiyor!Ersin Kalkan'ın Haliç'le ilgili haberinde, Haliç Fener Gönüllüleri Derneği Başkan Yardımcısı Mustafa Ünal'ın Haliç'i kirleten sanayicilere karşı öfkeli sözlerini okuyoruz: ‘‘Bir takım işadamları, çevreyi kirletmemeleri konusunda uyarı geldi mi hemen celalleniyorlar. Aynı işadamları, 'Eğer arıtma tesisi kurarsak maliyetler artar ve dış piyasada rekabet şansımız azalır. Siz bizim ihracat yapıp vatanımıza döviz kazandırmamızı engellemeye çalışıyorsunuz' diyorlar.’’Haliç'le birleşen derelerin kenarındaki fabrikalar gerçekten de bu benzersiz iç denizi mahvediyor; hiç kimse bunu inkar edemez. Haliç'e gönül vermiş bir derneğin başkanı olan Mustafa Ünal bu sanayicileri ‘‘vatana ihanetle’’ suçlamaya kadar vardırıyor işi; bu bence çok çok ağır bir suçlama. Ama, en hafifinden, bu sanayicilerin insana, özellikle de Türklere has bir aymazlık içinde olduğu da gerçek: Yok ettikleri kendi yaşadıkları yer çünkü!Çevre kirliliğini ortadan kaldıran önlemlerin maliyetleri arttırdığı, dolayısıyla sanayinin dış piyasadaki rekabet gücünü kösteklediği iddialarına gelince, bunda doğruluk payı da var, abartma da.Ama mesele bence bunda değil. Mesele, çözüm üretme konusundaki beceriksizliğimizde, üç ay sonrasını görememizde, göremeyince de on yıl sonrasını görmek istememizde yatıyor.Biliyorsunuz, Bağdat bombalar altındayken karartma uygulamıyor. Çünkü günümüzde karartmanın hiç bir faydası yok. Bombalar yok edecekleri binaların üzerine uydu aracılığıyla, elektronik sistemlerle yönlendirilerek düşüyorlar.Sizce bunu yapabilen insan, kenarındaki dereyi kirletmeden üretim yapmayı, bunu da çok düşük maliyetle gerçekleştirmeyi beceremez mi?Yok etmeye, hem de çok yüksek maliyetlerle yok etmeye ne kadar meraklıyız!Maliyetlerin yüksekliğinden ancak iş düzeltmeye, var etmeye gelince şikayet ediyoruz.
Yazının Devamını Oku

Şair Leyla Sokağı’nda bir şair

1 Ocak 1999
Payıma düşen toprak parçasıSenin de payına düşer.Ayrılık gayrılık yokÖlüm nefesinde nasıl olsa.Amma henüz vakit erkenDaha günKarşı apartmanın balkonundaDur bakalım heleBen salata satayımŞair Leyla SokağındaSen gene koşBez fabrikasındakiTezgahının başına.Ölüm içimdeÖlüm dışımdaÖlüm talihsiz aşımdaÖlüm kuru başımdaTeselli benim gözyaşımda.Bu, Rüştü Onur'un bir şiiri. 1942'de, 22 yaşındayken, Beşiktaş'ta, Şair Leyla Sokağı'ndaki bir evde öldü. Aslında Devrek'liydi. 1920'de orada doğmuş, Zonguldak'ta Çelikel Lisesi'nde okumuştu. Ama verem olunca okulu bıraktı. Zonguldak'ta memur olarak çalıştı. Birkaç kere İstanbul'a gelip Heybeliada Sanatoryumu'nda yattı. Orada tifo hastası bir kıza aşık oldu. Onun Beşiktaş'ta Şair Leyla Sokağı'ndaki evine taşındı. Para kazanmak için de Beşiktaş Çarşısı'nda salatalık satıyordu. Kız 12 Kasım 1942'de, kendisi de ondan birkaç hafta sonra 1 Aralık'ta o evde öldü. İki sevgili Beşiktaş'ta Yahya Efendi Mezarlığı'na gömüldüler.Yarım asır önce sadece 22 yıl yaşamış bu tuhaf ve talihsiz şairi biliyordum. Arkadaşımız Kanat Atkaya, Salah Birsel'in 1956'da yazdığı ‘‘Rüştü Onur’’ kitabından bahsetmişti bana. Kanat'a göre Rüştü Onur, makus talihiyle, eski Türk filmlerinin ne kadar gerçekçi olduğunu ispatlıyordu...Beşiktaş Belediyesi için Tarih Vakfı tarafından hazırlanan ‘‘Dünden Bugüne Beşiktaş’’ kitabında, Eray Canberk'in yazdığı Beşiktaşlı şairlerle ilgili bir yazıda onunla yeniden karşılaştım.Eray Canberk ‘‘genç yaşta ölen Rüştü Onur'u da Beşiktaşlı saymak gerekir’’ diye yazıyor. Elbette! Zonguldak'ta doğmuş olması neyi değiştirir? O Şair Leyla Sokağı'nın, Beşiktaş Çarşısı'nın unutulmuş, bedbaht şairi...İşte bu şiiri Beşiktaşlılarla paylaşmak istedim.
Yazının Devamını Oku

Bir kötü, bir iyi haber

30 Aralık 1998
Kötü haber, arkadaşımız Ersin Kalkan'ın, geçen hafta sonu Taksim'de başına gelen otopark macerası. Bu macera, İstanbul'daki trafik sorununu çözümlemek için 1996'da Valiliğin girişimiyle kurulan İstanbul Trafik Vakfı'nı ilgilendiriyor. Ersin'den başına gelenleri yazmasını istedim. İşte şunları yazdı:‘‘Geçtiğimiz cumartesi Beyoğlu'na gittim. Uğradığım iki özel otopark doluydu. Yer aramaya başladım. Taksim Caddesi ile Zambak Sokak'ın kesiştiği noktada bekleyen bir polis otomobiline yaklaşarak Zambak Sokak'ta park edip edemeyeceğimi sordum. Polisler oranın park için uygun olduğunu söylediler. Onların önünde arabayı park ettim.Birkaç saat sonra döndüğümde otomobilin yerinde yeller esiyordu. Arabanın İnönü Stadyumu arkasındaki otoparka çekildiğini öğrendim. Bir taksi tutarak İstanbul Trafik Vakfı'na ait olan bu otoparka gittim. Otopark bekçisine ve trafik polislerine durumu anlattım. Aramızda şu konuşma geçti:Görevliler: Araba çekilince hemen cezasını yazarız. Geri dönüş yok. Cezanız 5 milyon 250 bin lira. Ödemeden arabayı alamazsınız.Ben (sinirlenerek): Siz galiba Zambak Sokak'ın köşesinde bize izin veren ve uygun park yeri gösteren polislerle ortaksınız. Ortaklaşa vatandaşlara tuzak kuruyorsunuz!Görevliler (daha da sinirli): Şu andan itibaren cezanız arttı, 6 milyon 750 bin lira oldu! Ödemeden arabanızı alamazsınız.Ben (öfkeyle): Bu durumu yetkili mercilere şikayet edeceğim!Görevliler (hafif alaycı): Nasıl isterseniz! Burası İstanbul Trafik Vakfı'nın otoparkı. Vakfın Başkanı da Vali! Ondan yetkili merci yok herhalde!’’Ersin, bunları yazdıktan sonra benzer bir olayın arkadaşı Dr. Hakan Evrüke'nin başına geldiğini ekledi. O da arabasını hep yaptığı gibi Tarlabaşı'nda bir yere park etmiş. Ortalıkta değnekçi göremeyince ‘‘Aferin! Demek polis mafyayı temizledi!’’ diye düşünmüş. Döndüğünde bir bakmış ki araba yerinde yok... Tabii ki onun otomobilini de İstanbul Trafik Vakfı'nın otoparkına çekmişler...Ersin bunları anlattıktan sonra benim ekleyecek bir şeyim kalmadı.Yetkili mercilere filan değil, artık Allah'a havale ediyorum bu meseleyi.***İyi haber de arkadaşımız Şengün Kılıç'a gelen bir faks mesajı. Şengün'ün Pendik'de İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı'nın yaptığı çalışmalarla ilgili yazısından sonra, Pendik Belediye Başkan Yardımcısı Dr. Fikri İlgar, vakfı ziyaret etmiş. Yoksul ailelere yakacak ve yiyecek yardımı yapmak istediklerini söylemiş, vakıftan bu ailelerin tespit edilmesini istemiş. İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı'ndan Nural Karslı, bize teşekkür ediyor.Teşekkür etmesi gereken biziz.Yazdıklarımızın bir şeye yaradığını bilmek hepimize moral veriyor.
Yazının Devamını Oku