Paylaş
Tahmin edebileceğiniz gibi, sizin şu anda okumakta olduğunuz yazıyı dün yazdım ben. Ve dün, pek çok duygunun bir arada yaşandığı olağanüstü günlerden biriydi benim için.
10 Ekim evdeki yardımcımın doğum günü. İstedim ki, 36 yaşına gireceği bu özel gün çok güzel geçsin… Yaşamımı büyük ölçüde kolaylaştıran bu tatlı kızın güzel anıları olsun bu güne dair…
Ama olmadı. Sabah ülke dışındaki ablasının ölüm haberini aldık. Doğum gününü unuttuk…
Hayat böyle bir şey işte. Siz bir plan yaparken öyle bir şey oluyor ki, hiç aklınızda olmayan bir durumun içinde buluveriyorsunuz kendinizi. Bizim yaşadıklarımız da bunun bir örneği.
Yardımcım beni bırakıp bir yere ayrılamadığı için, ablasının İstanbul’da bulunan kızını bize çağırdık. Genç kız, yaşadığı bu ilk ölüm acısını taşıyamayacak ölçüde güçsüz düşmüştü üzüntüden. Bütün gün ağladı. Teyzesi onu teselli etmeye çalıştı durdu. Ben de annemi çok erken yaşta kaybetmiştim. O zaman bu kaybın dünyadaki en büyük kayıp olduğunu zannetmiştim. Ama yaşadıkça daha da büyük kayıplar olduğunu öğrendim.
Yaşadığımız her kayıpta aynı acıyı yaşıyoruz belki, ama bazı kayıplar acının dışında farklı zorluklar da getirebiliyor yaşamımıza. Örneğin; annemi kaybettiğimde 24 yaşındaydım ben. Annemin baktığı kızım ise daha henüz beş yaşına girmişti. Yani hem annemi, hem de yaşamımı yönlendiren çok büyük bir desteği kaybetmiştim. Çok zor günler geçirdim ama hayatımı o büyük destek olmadan sürdürebilmeyi öğrendim. Ne de olsa eşim ve kızım yanımdaydılar.
Aradan yıllar geçti… 2011 yılında eşimi kaybettim. Ve onunla birlikte hayatımı…
Hayatınızı paylaştığınız kişiyi kaybettiğinizde, hayatınızı da kaybetmiş oluyorsunuz. Çünkü hiçbir şey eskisi gibi olmuyor artık. Birlikte oturduğunuz evde yalnız yaşamak, birlikte izlediğiniz konserleri ya da filmleri yalnız izlemek, birlikte geçirdiğiniz zamanı yalnız geçirmek zorunda kalıyorsunuz. Hele de benim gibi yalnız yaşamanızı olanaksız kılan bir engeliniz varsa, tümden kayboluyor hayatınız.
Hiç kolay olmadı, ama 41 yıldan sonra kaybettiğim eşimi her gün anarak dik durmayı ve yaşamımı onun adına yakışır biçimde tek başıma sürdürebilmeyi öğrendim. Dilerim, kayıplarla ilgili olarak öğreneceğim yeni bir şey olmaz hayatımın bundan sonraki bölümünde.
Evet, 10 Ekim günü kötü başladı benim için ama iyi sonlandı. 80’li yılların başlarında Avustralya’ya yerleşen ve kısa bir süre için İstanbul’da bulunan çok sevdiğim bir çocukluk arkadaşım akşamüstü, bir o kadar sevdiğim ortak bir arkadaşımızla birlikte, beni görmeye geldi. Üç eski arkadaş bizim için çok değerli iki saat geçirdik birlikte. Çok zor bulabildiğimiz bu zamana hak ettiği değeri vermeye çalıştık. Aramızdaki mesafeye ve geçen yıllara karşın birbirimize hâlâ eskisi kadar yakın olabilmenin sevincini yaşadık. Ve çoğu kişinin hiç tatmadığı bu duyguları yaşayabildiğimiz için ne kadar şanslı olduğumuzu bir kez daha tekrarladık birbirimize.
Arkadaşlarımı geçirirken hem çok mutlu hem de çok hüzünlüydüm. Yaşamak belki de tam bu işte. Üzüntü ve sevinç … Bazen biri, bazen diğeri ağır basıyor. Bazen de bugün olduğu gibi ikisi yan yana koşuyor…
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Paylaş