Psikolojik danışmanlar ve özel eğitim öğretmenlerinin (görme, işitme, zihinsel) görev yaptığı Rehberlik ve Araştırma Merkezleri (RAM); okul ve kurumlardaki rehberlik ve psikolojik danışma hizmetlerinin etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesine ilişkin çalışmalar yapar. Engelli bir çocuğa sahip olanların ya da yakınları içerisinde bir engelli çocuk bulunanların Rehberlik ve Araştırma Merkezleri hakkında bilgi sahibi olmalarında yarar var.
Özel eğitim gerektiren bireylerin tanılanması ve bu bireylere yönelik rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleri, ağırlıklı olarak, Rehberlik ve Araştırma Merkezleri’nce verilmekte. Eğer çocuğunuz okul öncesi çağda ve engelli ise çocuğunuzla ilgili tıbbi ve eğitsel belgelerle birlikte ikametgâhınıza bağlı RAM’a, okula kayıtlıysa okul rehber öğretmeni ve sınıf rehber öğretmeninin dolduracağı bir form ile okulunuzun bağlı olduğu RAM’a başvurmanız gerekiyor. RAM’lar randevu sistemiyle çalıştığından öncelikle randevu almalısınız. Randevu günü ve saatinde de sizden istenen belgeler ve çocuğunuzla birlikte Merkez’de olmalısınız.
Genel uygulamada, çok yakın bir zamana değin, randevu almak için Merkez’e gidilmesi gerekiyordu. Ancak, bir ay kadar önce, Milli Eğitim Bakanlığı’nca özel eğitime ihtiyacı olan bireylerin internet ağı üzerinden e-randevu alabilmelerine imkân sağlayan yeni bir sistem hayata geçirildi.
Bakanlığın "http://ramdevu.meb.gov.tr internet" adresinden ve e-devlet üzerinden de hayata geçirilen sistemden 350 binin üzerinde engelli bireyin yararlanması hedefleniyor. Randevu günü ve saati randevu isteyen velilerin cep telefonlarına mesaj olarak gönderiliyor. Sistemin entegrasyonu tamamlandığında RAM'ların elektronik olarak engellilerin raporlarının geçerlilik sürelerini ve kodlarını takip edebileceği, velilerin çocuklarının raporlarını yanlarında taşımak zorunda kalmayacakları söyleniyor.
Yazar Aliye Yücel ile “Engelsiz Kalemler – Uluslararası Yayın, Dergi ve İletişim Fuarı”nda tanıştım. Sevgili Yücel “Engeloji” adlı kitabını imzalayarak hediye etti bana. Çok kıymetli gördüğüm bu hediye söz konusu fuarın ‘ülkemizde ve uluslararası toplumlarda engelliler ve engellilik konusundaki farkındalığı yaygınlaştırabilme’ hedefini yansıtan bir eser.
Bursa’da doğan Aliye Yücel dokuz aylıkken çocuk felci geçirmiş. Bu hastalık onun tek bacağında hafif bir engel bırakmış. Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun olan Yücel’in en büyük hayali öğretmen olmakmış. Ancak kendisinin fakülteyi bitirdiği yıllarda engellilere öğretmenlik hakkı verilmediği için bu hayalini gerçekleştirememiş. İlginç olan şu ki, diplomasını alabilmek için öğretmenlik stajını tamamlamak zorunda bırakılmış. Stajyer öğretmenliğinin yaşamının en güzel bölümlerinden biri olduğunu söyleyen yazar, staj yaptığı okulun müdürünün “Keşke öğretmen olabilseydiniz! Öğrenciler çok şey kaybedecek.” demesinin hiç unutamadığı anlardan biri olduğunu da sözlerine ekliyor.
Ne tuhaf değil mi? Engelliler öğretmen olamıyor ama öğretmenlik eğitimi görebiliyor; zorunlu staja tabi tutulabiliyor… Neyse ki, günümüzde artık engelliler de öğretmen olabiliyor. Gerçi öğretmenlik hakkını almış olan engellilerin mesleklerini engeli olmayan meslektaşları ile eşit şartlarda sürdürdükleri pek söylenemez. Engelli öğretmenler çoğu zaman mobbing uygulaması ile karşı karşıya kalabiliyorlar.
Bildiğiniz gibi, tarih doktoru olan kızım Sabancı Üniversitesi’nde öğretim görevlisi. 2014 yılından bu yana TÜBİTAK destekli bir araştırma projesi yürütüyor. Bu projede kendisine asistanlık yapan sevgili Ela 2013 yılında Sabancı Üniversitesi’nde tarih alanında yüksek lisansını tamamlamış bulunuyor. Yüksek lisans eğitimi sırasında kızımla beraber engellilerle ilgili projelerde görev almıştı. Ela halen Bilgi Üniversitesi Kültür Yönetimi bölümünde yüksek lisans yapıyor. Bu günlerde “Türk ve İslam Eserleri Müzesi Örneğinde Erişilebilirlik” konulu bitirme projesi üzerinde çalışıyor.
Kızım Zeynep ve Ela geçtiğimiz Perşembe günü Ela’nın bitirme projesi ile ilgili olarak Türk ve İslam Eserleri Müzesine gittiler. Onlardan, bu vesile ile, kendim için de bir şey istedim. Uzun zamandır toplu taşıma araçlarını kullanarak bir yerlere gitmek istiyordum İstanbul’da. Ancak, geçirmiş olduğum ameliyat bir türlü izin vermedi buna. Ben de erişilebilirlik konusunda biraz daha katkı vermelerini ve ulaşımlarını toplu taşıma araçları ile yapmalarını rica ettim onlardan. Geriye döndüklerinde ikisinin de yüzü gülüyordu. Mutlulukları her hallerinden belliydi. Gelin onları dinleyelim, bakalım neler yapmışlar:
“Yolculuğumuzun ilk durağı Ayrılıkçeşmesi’ydi. İstasyona girmeden önce heyecanlı olduğumuzu itiraf etmek zorundayız. Açıkçası biraz korkuyorduk.Örneğin, indiğimiz duraklarda asansör çalışmıyorsa ne yapardık? Ama korkularımızı bastırdık ve istasyona inmek için asansöre bindik.Asansör, diğer tüm istasyonlarda da rastlayacağımız gibi, bütün erişilebilirlik standartlarına uygundu.Sanırım öğle saatleri olduğu için fazla kalabalık yoktu. Engelliler için ayrılan özel turnikeden, engellilerin ücretsiz alabildiği, İstanbulkart’ı okutarak kolaylıkla geçtik. Trene binerken de, yine biraz korksak da, hiçbir sorun yaşamadık. Trende kapıdan girer girmez engelliler için yer ayrılmış olduğunu gördük; oraya yerleşerek Sirkeci İstasyonu’na kadar güvenli bir yolculuk yaptık.
Sirkeci İstasyonu’nun asansörlü çıkışı tam bize göreydi. Yerin dokuz kat altından sorunsuzca çıktıktan sonra, kot farkına uygun olarak yapılmış kıvrımlı rampayı görmek bizi sevindirdi. Çünkü kot farkı olan yerlerde, genellikle, çıkılamayacak/inilemeyecek kadar dik rampalarla karşılaşıyoruz. 50 metre kadar araç trafiğine kapalı bir sokaktan yürüyüp Gülhane Tramvay Durağı’na geldik. Durak, rampası ve engelli turnikesi açısından gayet uygundu. Sadece bir durak giderek Sultanahmet Meydanı’nda indik. Burada karşıdan karşıya geçerken tramvay raylarının üzerinden geçmemiz gerekti. Sağlam bir akülü sandalye ile yola çıktığımız için rayları atlamak sorun olmadı fakat manuel sandalye ile daha dikkatli olmak gerekebilir diye düşündük. Daha yukarıda bulunan trafik ışıklarının bu noktaya alınması sadece engellilerin değil, tramvaydan inip meydana gitmek isteyen tüm yayaların işini kolaylaştıracak sanırız. Meydanda hiç bir engelle karşılaşmadan müzeye rahatça yürüdük.”
Zeynep ve Ela’nın müze deneyimlerini Ela’nın projesi tamamlandığında paylaşmayı düşünüyorum sizlerle. Ancak onların o günkü programı yalnızca müzeden ibaret değildi. Müzenin ardından bir arkadaşlarının da üyesi bulunduğu Chromas Korosu’nun Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleşecek olan Bahar Konserini izlemeye gideceklerdi. Şimdi de onlardan İstanbul’un diğer ucuna, Hisarüstü’ne, nasıl gittiklerini dinleyelim:
Gün geçmiyor ki çocuk istismarı ile ilgili bir habere rastlanmasın gazetelerde ve televizyonlarda. Bu haberler sanırım çok zor zamanlardan geçiyor olduğumuz bu günlerde derinden yaralıyor bizleri.
Son günlerde gazetelerde yer alan konu ile ilgili bazı haber başlıkları şöyle:
- Okul müdürü öğrencilerini tacizden tutuklandı
- Karaman’da skandal içinde skandal: Çocuklara tecavüz on gün saklanmış
(Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği ile bağlantılı olduğu söylenen en az on öğrenci onlardan sorumlu olan bir öğretmen tarafından tacize uğradı.)
Bildiğiniz gibi iki hafta önce YGS (Yüksek Öğrenime Geçiş Sınavı) vardı ülkemizde. Bir okuyucum gönderdiği e-posta mesajından görme engelli öğrencilerin bu yıl da bazı sıkıntılar yaşadıklarını öğrendim. Eğitimde Görme Engelliler Derneği’nin sitesini incelediğimde ( http://eged.org/node/246 ) mesajdaki bilgilerin doğru olduğunu gördüm. Bu nedenle, okuyucum Okan Altınkayık’tan gelen e-posta mesajını bu köşede sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Eğitimde Görme Engelliler Derneği olarak; YGS sonrasında engelli adaylardan sınav anında yaşadıklarını değerlendirmelerini istedik. Oluşturduğumuz sınav değerlendirme formu aracılığıyla aldığımız geribildirimler sonunda, 3 görme engelli adayın (ikisi İzmir, biri İstanbul) sınav puanını etkileyecek biçimde okuyucu kaynaklı sorunlar yaşadığı bilgisine ulaştık. Yaklaşık 1.500 civarında görme engelli adayın bu sınava girdiğini düşünürsek ve bize ulaşmayan birçok vaka ihtimalini de göz önünde bulundurursak, benzeri sorunları yaşayan aday sayısının az olmadığını öngörmek hiç de zor değil. Bu bilgi notunda, formumuz aracılığıyla geri dönüş yapan adayların tecrübelerinden de yola çıkarak, bir görme engelli adayın okuyucu eşliğinde sınava girdiğinde sıkça yaşadığı sorunlara değineceğiz. Ancak öncelikle görme engelli adayların ne şekilde sınava girdiğini açıklamakta yarar görüyoruz:
Görme engelli adaylar, sınav başvuru sürecinde engel durumu ve sınavdaki ihtiyaçlarını ÖSYM'ye bildirir. Bu bağlamda okuyucu yardımı talep eden görme engellilere görsel verilerin yer aldığı ve karmaşık ifade içeren sorular sorulmaz; okuyucu ve işaretleyici görevlileri verilerek tekli salonlarda sınava alınmaları sağlanır; soru ve süre miktarına göre ek süre verilir. Soru kitapçığını okuyabilecek durumda olanlara ise, uygun punto büyüklüğünde soru kitapçığı ve işaretleyici görevli sağlanır.
Ancak sınav esnasında ÖSYM tarafından bu hizmetin planlı biçimde verilememesinden kaynaklı olarak her yıl sayısız görme engelli aday mağdur olmakta, hayallerini ertelemek ya da vazgeçmek zorunda kalmaktadır. İşte bu yılın mağdurlarının geribildirimlerinden öne çıkan sorunlar:
Biz engellilerin tekerlekli sandalyeleri ile ilgili birçok yazı kaleme aldım bugüne değin. Tekerlekli sandalyenin yürüme engellilerin ayakları olduğunu ve onları bir nebze olsun özgürleştirdiğini anlattım. Bugün ise, engelli çocukların tekerlekli sandalye kullanımı konusundaki görüşlere değinmek istiyorum.
Engelliler.Biz Platformu Genel Yayın Yönetmeni Bülent Küçükaslan “Tekerlekli sandalyeye mahkum’un fetiş halini aldığı bir dünyada insanlara tekerlekli sandalyenin özgürleştiriciliğinden bahsetmek baştan zoru seçmem demek, bunu biliyorum.” diyor. Gerçekten de çok doğru bir tespit bu. Özellikle bizim ülkemizde tekerlekli sandalye, ona dışarıdan bakanlar için ‘muhtaçlığı’ çağrıştırıyor. Hatta öyle ki, bazı gözlerde dilencilerle özdeşleştirildiğinizi hissedebiliyorsunuz. Örneğin ben, birkaç kez dilenci sandıkları için kucağıma para bırakanlarla karşılaştım. Dilenci olmadığımı söylediğim zaman ne kadar üzüldüklerini ve utandıklarını hatırlıyorum. Bilmem bu rastlantı onların bakış açısını değiştirdi mi? Umarım değiştirmiştir…
Gelelim yürüme engelli çocuklara. Aileler, genellikle, çocuklarının tekerlekli sandalye kullanıyor olmasını kaldıramıyorlar. Çocuk tekerlekli sandalyeye oturmadığı zaman çevrenin onun engelini görmesini engellediklerini düşünüyorlar. Bunun altında yatan neden ise, engelliliğin bir kusur olarak görülmesi. Oysa ki engellilik bir kusur değil; bir farklılık, bir durum.
Bülent Küçükaslan “Engelli çocuğu olan aileler bize gelip engelli çocuk arabası almak istediklerini söylüyorlar ve ekliyorlar, ‘bebek pusetine en çok benzeyen araba olsun lütfen.’ ” diyor. Sonra da puseti tarif ediyor: “Bizi ilgilendiren kısmı ile söylersek; puset, sadece refakatçinin kullanabildiği ve üzerine oturan kişinin sürüşe dair hiçbir etkisinin olmadığı mobilizasyon aracıdır. Yani üzerine oturan kişi ancak bir refakatçi yardımı ile hareket edebilir, kendi başına bir milim yana dönmek dâhil hiçbir hareket yapamaz.”
Ben de birçoğumuz gibi haberlerle boğuşur durumdayım son günlerde. Daha geçen hafta Ankara’da patlayan bombanın şokunu atlatamadan, Cumartesi gününe yaşadığım şehrin kalbinde patlayan bombayla uyandım. Bugün okuduğum haberlerden birinde şöyle yazıyordu:
“İstiklal Caddesi’nde yapılan canlı bomba saldırısının ardından sivil toplum kuruluşları ile vatandaşlar patlamanın olduğu yere gelerek ‘Korkmuyoruz ve Buradayız’ mesajı verdi.”
Bir yanım teröre teslim olmamanın tek yolu korkmamak ve yaşantımızı her zamanki gibi sürdürmek diyor. Diğer yanım ise isimlerini analı daha bir hafta olmayan Elvin ve Ozancan’ı hatırlatıyor. Teröre yenilmemek adına feda ettiğimiz çocuklarımız... daha bir hafta oldu onları Ankara’da yitireli. Kendi adıma terörün karşısına dimdik dikilmek ve yaşantıma devam etmek son derece kolay; ama sıra çocuklarımıza gelince bu kadar kolay diyemiyorum “terörün gözünün içine bakıp, gidin yaşayın her zamanki gibi” diye.
Sonra aklıma bir diğer genç arkadaşım geliyor. Birkaç yıl önce Sabancı Üniversitesi’nin yürüttüğü bir erişilebilirlik projesi sayesinde tanıdığım, birlikte park bahçe dolaştığım Fehmi, 13 Kasım’da en sevdiği gruplardan birinin konserini dinlemek üzere Paris’te Le Bataclan konser salonundaydı. Saldırı anını şöyle anlatmıştı: “Gerçek olduğunu düşündüğüm en mutlu anım, bir kâbusa, gerçeklik dışını istemeye dönüştü. Uyanmak istedim, gerçek olduğunu anladığınız anda ise ölümü beklemek… Her silah sesini duyduğunuzda karanlığın bir anda geleceğini düşünmek… Ölümün yalnız olduğunu düşünmek…” Bu dünyanın ne bunu yaşatmaya hakkı var bize ne de bizi öldürmeye. Fehmi, Blue Jean dergisine yazdığı yazıda bir çağrıda da bulunmuştu: “Kendimi eksik hissediyorum, bir parçamı Le Bataclan’da yitirdim. Lütfen sizlerin de yitirmemesi için nefreti bırakalım, iyiliği konuşalım istiyorum.”
13 Mart 2016 tarihinde Ankara’da gerçekleşen terör saldırısında hayatını kaybeden gencecik iki insan, Ozancan Akkuş ve Elvin Buğra Arslan…
Son altı ay içinde Ankara’da üç terör saldırısı gerçekleşti. Bu saldırılarda iki yüze yakın kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Ve kim bilir bu yaralılardan kaçı sakat kaldı? Hangi sebep böylesi acı sonuçlar doğuran saldırıları haklı kılabilir ki? Hangi vicdan bu sonuçlar karşısında etkisiz kalabilir ki? Cevaplarını bir türlü bulamadığım bu sorular beni farklı bir sonuca doğru yönlendiriyor: “Kendi doğrularını dayatabilmek için masum insanları katledenler insan olamazlar.”
Ozancan Akkuş, Ankara Fen Lisesi’nden 2014 yılında mezun olmuş. Ozancan okulun basketbol takımının da oyuncusuymuş. Ankara Fen Lisesi öğrencileri onun anısını ve adını yaşatmak için okullarının spor salonuna “Ozancan Akkuş” isminin verilmesini istiyorlar. Bu amaçla Change.org’da bir imza kampanyası başlatmışlar. Ellerinden yalnızca bu geliyor. Hangi teröristin bu gencecik çocuklara böylesi derin bir acıyı yaşatma hakkı olabilir?
Gelelim Elvin Buğra Arslan’a. Son Ankara saldırısında yaşamını yitiren Elvin, Çankaya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası Ticaret Bölümü birinci sınıf öğrencisiydi. Öğretmenleri ve arkadaşları aralarından çok erken ayrılmak zorunda kalan Elvin’in isminin Çankaya Üniversitesi bünyesinde yıllarca yaşatılmasını istiyorlar. Bu nedenle onlar da üniversite kütüphanesinin adının “Çankaya Üniversitesi Elvin Buğra Arslan Kütüphanesi” olarak değiştirilmesi amacıyla bir kampanya başlatmışlar Change.org’da.