Geçtiğimiz günlerde Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İsmet Kırpınar panik atak ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
Panik atak hayat kalitesini ciddi derecede bozan ve tedavi edilmediği sürece devam eden bir psikolojik/psikiyatrik hastalık. Kalp çarpıntısı, nefes nefese kalma (hiperventilasyon), boğuluyormuş gibi olmak, soluğun kesilmesi, göğüste sıkışma, nabız yükselmesi, baş dönmesi, terleme, titreme gibi yoğun fiziksel belirtilerin bazılarının, beklenmedik şekilde yaşananı yoğun korku ve rahatsızlık duyma hali.
Prof. Dr. Kırpınar açıklamalarında tedavi edilebilir bir hastalık olan panik atağın kadınlarda erkeklere oranla iki kat fazla görüldüğünün altını çiziyor. Panik atak belirtilerinin çoğu zaman kalp krizi başta olmak üzere aklını kaçırma ve ölüm hissiyle karıştırıldığını söyleyen Kırpınar, “Panik atak, toplumun özellikle genç kesimde sıkça rastladığımız psikolojik hastalıkların başında geliyor. Genellikle kadınlarda yaklaşık iki kat fazla görülen ve ergenlik ile 30 yaş arasında başlayan panik atakları sıklığı yaşlandıkça azalıyor.” diyor.
Kişilerin panik atak belirtilerini kalp krizi, felç geçirme belirtileri ile karıştırarak ölüm veya aklını kaçırma korkusuna değinen Prof. Kırpınar, hastaların hastalıklarının psikolojik kaynaklı olduğunu öğrendiklerinde ise krizin tekrarlanmasına yönelik endişeler taşıdıklarını dile getiriyor ve “hastalar şunu bilmelidir ki; panik atak iyileşebilir” diyor.
Atakların en önemli özelliklerinden birinin ortada herhangi bir sebep yokken aniden ortaya çıkmaları olduğunu söyleyen Prof. Kırpınar sözlerine şöyle devam ediyor:
“Panik atak belirtisi olan aniden başlayan sıkıntı, nefes alamama, hızlı kalp atışı, göz kararması, vücutta uyuşma ve karıncalanma, dakikalar içinde en yüksek seviyeye ulaşır. Yoğun korku ve rahatsızlık hissine, çarpıntı, terleme, titreme ya da sarsılma, boğulma hissi, göğüs ağrısı, bulantı ya da karın ağrısı, baş dönmesi, düşme veya bayılma hissi, üşüme, ürperme ya da ateş basmaları gibi belirtiler de eşlik edebilir. Ataklar birdenbire başlar, giderek şiddetlenir ve 10 dakika içinde şiddeti en yoğun düzeye çıkar. Çoğu zaman 10 ila 30 dakika devam ettikten sonra kendiliğinden geçer. Kişi o an kalp krizi geçirdiğini ya da felç olduğunu düşünerek yoğun ölüm ya da felç olma korkusu yaşar. Bazen de kontrolünü kaybederek aklını kaçırdığını düşünür ve kendisine ya da çevresindekilere zarar verme korkusuna kapılır.”
Panik bozukluğunun neden ve nasıl oluştuğuna ilişkin iki bilimsel açıklama yapılabileceğini belirten Prof. Dr. Kırpınar, nedenlerden birinin, beynimizdeki nöron adlı hücrelerden salgılanan, heyecan ve duygusal yaşantılarımızı düzenleyen bazı beyin hormonlarının anormal çalışması sonucu oluştuğunu söylüyor. Diğer neden ise, panik atağın günlük yaşantımızda yaptığımız bazı davranışlarımızın sonucunda ortaya çıkan tamamen doğal ve zararsız olan çarpıntı, terleme, nefes sıkışıklığı ya da baş dönmesi gibi bedensel belirtilerin hasta tarafından kötü bir hastalığın belirtileri olarak değerlendirilmesi ve bununla birlikte endişe ve korku dozajının artması sonucunda oluşuyor.
Panik bozukluğu tedavi edilebilir bir hastalık. Hastanın ve ataklarının özelliğine göre seçilen SSRI ve SNRI türleri başta olmak üzere anti depresan ilâçların etkinliğinin yüksek olduğunu söyleyen Prof. Dr. İsmet Kırpınar: “Psikoterapiler içinde ise panik bozukluğunun tedavisinde etkinliği görülmüş ve en sık kullanılan yöntem bilişsel-davranışçı terapidir.” diyor.
Protez, hemen hemen hepimizin bildiği gibi, eksik olan vücut uzuvlarını taklit edecek şekilde yapılmış aygıtlara verilen genel addır. Yaralanmalar, tümör tedavileri, kangren, iltihap ve benzeri organ hasarları sonucu vücudun geri kalanının sağlığını korumak amacıyla hasar gören organ çıkartılır. Bu organdan geriye kalan vücut boşluğuna ise onun şeklini taklit eden, fonksiyonunu yerine getirecek protez yardımcı materyaller kullanılarak takılır.
Çoğu protez yerini aldığı organın fonksiyonunu ve görünümünü tam olarak taklit edemez ise de hastanın psikolojisinin düzelmesine yardımcı olabilir. Günümüzde protez ameliyatları öylesi iyi sonuçlar veriyor ki, hasta ameliyatın ardından dans bile edebiliyor.
Bugünkü durum bu. Peki ya protezler ne zamandan beri kullanılıyor?
Protezlerin Antik Mısır ve Yunan dünyalarında kullanıldığı biliniyorsa da M.S 1000 yılından öncesine dair arkeolojik bulgulara ender rastlanıyor. Bilim insanlarının bilinçli olarak yapılan ampütasyona dair ilk bulguları M.Ö 2000’lere uzanıyor. Bulunan bir iskelette kolun dirsekten aşağısının kesildiği belirlenmiş durumda. M.Ö 1700’lerden kalan kesik eller Antik Mısır’da bu tip cezaların uygulandığını gösteriyor. Kangren olmuş bir uzvun kesildiğine dair ilk yazılı referans ise M.Ö. 1. yüzyıla uzanıyor.
Bilinen ilk yapay uzuv Mısır’daki bir mumyada bulunan ayak başparmağı. Bilim insanları bu parmak protezini M.Ö 11. yüzyıla tarihlendiriyorlar. Antik Mısır dışında, yazılı kaynaklarda bulduğumuz ilk protez referansı M.Ö 3.yüzyılda yaşayan Romalı kumandan Marcus Sergius Silus’a ait demirden kol protezi.
Bacak protezlerine gelince, şimdiye kadar bulunan en eski örnek M.Ö. 300 yıllarına tarihlendirilen bir Roma mezarlığından. Tahtadan yapılıp bronz kaplanmış olan bu bacak protezi ne yazık ki 1941’de Londra’daki bombalamalardan birinde yok olmuş. İkinci örnek ise yine M.Ö. 3.yüzyıldan kalma. Çin’de bulunan bu tahta protez üzerinde yapılan çalışmalar protezin işlevsel olduğunu ve kişinin aktif hayatını sürdürdüğünü gösteriyor.
16.yüzyıla kadar arkeolojik, sanatsal ya da tarihsel kaynaklarda protezler hakkında pek iz bulunmuyor. Son yıllarda Avusturya’da yapılan kazılarda ise bir ayak protezi bulunmuş ve M.S. 6.yüzyıla tarihlendirilmiştir. Mezarlıkta gerçekleştirilen kazıda iskeletin bozulmadan korunmuş olmasına rağmen sol ayağın olmadığı fark edilmiş, beraberindeki protez bilim insanlarının dikkatini çekmiştir.
Change.org adlı web sitesi, kişilere çevrelerinde görmek istedikleri değişimi gerçekleştirebilmeleri için olanak sağlayan, dünyanın en büyük imza kampanyası projesi. Hemen her sabah bilgisayarımı açtığımda yeni başlamış bir change.org kampanyası ile karşılaşıyorum.
Avukat Sedef Erken, Ozan Barış adlı otizmli bir çocuğa sahip. Biz onu oğlunun eğitimi için verdiği mücadele ile tanıdık. Şöyle ki, 13 okulun gerekçe göstermeden Ozan’ın başvurusunu geri çevirmesi üzerine, Sedef Erken change.org adlı web sitesinde oğlunu kaydetmeyen okullar hakkında bir imza kampanyası başlatarak konuyu yargıya taşımıştı.
Geçtiğimiz günlerde Av. Sedef Erken’ den bir haber geldi kampanyasını destekleyenlere:
“On yıldır süren çaba, umut ve bekleme sürecinin sonunda oğlumuz Ozan Barış’ı örgün eğitimden alıp evde eğitim vermeye karar verdik. Bunun sebeplerini uzun uzun anlatabilirim ama kısaca, boşa kürek çektiğimizi hissettik ve Ozan’ın daha fazla kaybedecek vakti yoktu diyebiliriz.”
Engelli Çocuk ve Ailelerine Destek Merkezi (EÇADEM), 13-29 yaş arasındaki zihinsel engelli bireylere ve onların ailelerine yönelik bir bakım merkezi olarak Koç Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ayfer Aydın ile Prof. Dr. Ayşe Ferda Ocakçı tarafından geliştirilmiş bir projenin hayata geçirilmesiyle kuruldu.
Aydın ve Ocakçı’nın projesi, İstanbul Kalkınma Ajansı’nın (İSTKA) 2014 yılı Çocuklar ve Gençler Mali Destek Programı kapsamında 700 proje arasından desteklenmeye değer bulundu. Koç Üniversitesi, Sarıyer Belediyesi ve Boğaziçi Engelliler Derneği’nin proje ortağı olduğu Merkez’in kuruluş giderleri ve ilk yıl harcamaları İSTKA tarafından finanse edildi. Merkez halen faaliyetlerini Koç Üniversitesi ve Sarıyer Belediyesi’nin destekleri ile sürdürüyor.
İSTKA’ nın finansal desteğini alan EÇADEM 1 Aralık 2014 tarihinde İstinye’de prefabrik bir binada hizmet vermeye başladı. Merkez’in ilk yıldan sonraki sürdürülebilirliği ise, bir önceki cümlemde de ifade etmiş olduğum gibi Koç Üniversitesi ile Sarıyer Belediyesi arasında düzenlenen bir protokol ile sağlanıyor.
Sosyal aktiviteler ve spor faaliyetlerinin yer aldığı Merkez’de eğitim ve psikolojik danışmanlık hizmetleri de veriliyor. Sosyal aktiviteler arasında doğum günü kutlamaları, piknik, eğlence/parti organizasyonları, bayram ve özel günlerin kutlanması, yemek pişirme, sinema, müze ziyareti, engelsiz hobi bahçesi uygulaması, hayvanat bahçesi ziyareti, yaz kampı, yoga, ritim ve drama dersleri ile psikolojik danışmanlık yer alıyor.
EÇADEM 3 Aralık 2018 Dünya Engelliler Günü’nde, çocukların daha geniş bir ortamda daha nitelikli eğitim alabilmeleri için Yeniköy’de yeni bir kampüse taşındı. Bu kampüs içinde yer alan, Sarıyer Belediyesi’ne ait bulunan ve zamana değin Park ve Bahçeler Müdürlüğü olarak hizmet veren bina engelli bireylerin kullanımına uygun olarak yeniden tasarlandı.
EÇADEM’ in yeni hizmet binasında engellilerin kendilerini ev ortamında hissedebilecekleri ve günlük yaşam becerileri geliştirebilecekleri daha fazla alan yaratıldı. Binada, çocukların günlük yaşam becerilerini öğrenip uygulayabileceği “günlük yaşam salonu” da kuruldu. Salonda, çocukların kendi ikindi kahvaltılarını kendilerinin hazırlayabilecekleri bir mutfak bulunuyor. Ayrıca, yine günlük yaşam becerilerini desteklemek amacıyla bir “çamaşır odası” konumlandırıldı. Bu odada çocuklar, çamaşır yıkamak, ütü yapmak gibi günlük aktiviteleri gözlemleme ve uygulama fırsatı bulabilecek. Ayrıca binada günlük yaşam salonu ve ritim, piyano, spor, yoga, drama, dans, bale, arp gibi dersleri alabilecekleri sanatsal etkinlikler salonunun yanı sıra anneler için de eğitim atölyesi bulunuyor. Merkez, sahip olduğu büyük bahçesiyle de çocuklara doğayla iç içe olma fırsatı sunuyor. Çocuklar bu bahçede, doğanın sükûnet ve huzur verici etkisini deneyimleyebilecek. Bahçenin bir bölümündeki tarımsal faaliyetlere ise hem veliler hem de çocuklar dâhil olabilecek.
Engelli bireylerin kullanımına uygun olarak yeniden tasarlanan Merkez’in 3 Aralık tarihindeki açılış töreni EÇADEMLİ Öğrenciler’ in oluşturduğu ritim grubunun gösterisi ile başladı. Çocukların gösterileri ayakta alkışlandı. Etkinlikte konuşan Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç, “Burada inanılmaz bir gurur var bunu hepinizin yüzlerinden okuyorum. Hepimizin sorumlulukları var. Burada olması gereken her yöneticinin bir bakış açısı olması. Bu düşünceyle biz de belediye başkanlığının sadece yol yapmak, kaldırım yapmak olmadığını gördük. Yaşam bir bütün ve paylaşınca çok güzel. Bu proje bizler için bir gurur. Engellilerimizi aileleriyle birlikte düşündüğümüzde nüfusun yarısı kadar. Peki, biz engelsiz 40 milyon için mi yoksa 80 milyon için mi buradayız. Bizler toplumun her kesimi için buradayız. Amacımız birlikte yürümek. Bu projenin özü de o. Yaşamın her alanında olmaya çalışıyoruz. Yeni binamızın yapımıyla boşta kalan binalarımızı bu şekilde sosyal sorumluluk alanında kullanıyoruz ve bunu gerçekleştirmiş olmanın mutluluğunu yaşıyoruz” dedi.
Etkinlikte söz alan Koç Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Umran İnan ise 2014 yılında başlattıkları girişimin, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nde yeni merkezine taşınmış olmasının gururu ile yaşadıklarını dile getirdi. İnan sözlerine EÇADEM’ in, bağışçıların da maddi katkılarıyla bugüne kadar 98 çocuk ve 360 aile bireyine destek olduğunu, yeni hizmet binasında daha da nitelikli hizmet sunma olanağına kavuşacağını söyleyerek devam etti.
Bugün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü! Engelli bireylerin yaşadıkları ayrımcılıklara dikkat çekme günü. Yani çoğu kişinin yanlış bildiği gibi, kutlanacak bir gün değil bu, üzerinde düşünülmesi gereken bir gün…
Türkiye’de 0–19 yaş aralığındaki engelli nüfusunun eğitim sistemi içerisinde yer alan engelli öğrencilere oranlanması ile bulunan sonuç, engelli çocuk ve gençlerin % 90’a yakınının çeşitli sebeplerden dolayı okula gidemediğini gösteriyor. Oysaki eğitim hakkı tüm bireylerin sahip olduğu, ulusal ve uluslararası yasal düzenlemelerle garanti altına alınmış temel bir hak.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948), Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (1989), BM İstanbul Sosyal Şartı (1961; 1996) BM Avrupa Sosyal Şartı (1961; 1996) ve BM Engelli Haklarına İlişkin Sözleşme (2006) ile tüm çocukların eğitim haklarının cinsiyet, din, dil ve ırk ayrımı yapılmaksızın güvence altına alınması gerekliliği ortaya konulmuş bulunuyor. Ancak mevcut yasal düzenlemelere karşın 18 yaş altı engelli çocukların eğitim haklarından tam anlamıyla yararlanamadıkları ve kaliteli eğitime erişimde problem yaşadıkları da biliniyor.
Engelli çocukların eğitim hakkından yararlanma ihtiyaçlarından yola çıkan Tohum Otizm Vakfı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (SEÇBİR) işbirliği ile “Eğitimde Engelli Hakları: Okulda Birlikte, Hayatta Birlikte” Projesi’ni hayata geçirmiş bulunuyor. Sabancı Vakfı tarafından da desteklenen bu Proje ile
hedefleniyor.
Aslında engelli bireylerin haklarının garanti altına alınması için gerekli mevzuat altyapısı Türkiye’de de oluşturulmuş bulunuyor. Buna rağmen, engelli bireylerin toplum yaşamına etkin düzeyde katılımının sağlanmasına yönelik olarak yapılan çalışmalar ve uygulamalar istenen düzeye gelememiş durumda. Milli Eğitim Bakanlığı’nca yayımlanan 2017–2018 yılı eğitim istatistiklerine göre eğitime dâhil olan engelli sayısı 335 bin’ e bile ulaşmıyor.
Demem o ki, engelli bireyler uluslararası ve ulusal mevzuatta içeriliyor olsalar da, eğitime katılımda pek çok sorunla karşılaşmaktalar. Öğretmenlerin bilgi ve becerilerindeki eksiklikler, velilerin olumsuz tutumları, engelli öğrencilere uygun fiziki eğitim ve öğrenme ortamının olmaması gibi sorunların yanı sıra, normal gelişim gösteren çocukların engelli akranlarına yönelik tutum ve davranışları engelli çocukları eğitimden uzaklaştırmakta.
Sabancı Vakfı’nın desteği ile Tohum Otizm Vakfı ve SEÇBİR tarafından yürütülen “Eğitimde Engelli Hakları: Okulda Birlikte, Hayatta Birlikte” Projesi eğitim hakkından eşit bir şekilde yararlanamayan engelli çocuklara umut oluyor.
Hemen hemen hepinizin bildiği gibi ileri düzeyde ve ilerleyici bir kas hastalığı ile savaşarak yaşıyorum. Gerçi aradan geçen uzun yıllar hem hastalığıma alıştırdı beni, hem de bu hastalığın kaybettirdiklerinin yanı sıra kazandırdıklarını da görebilmemi sağladı.
“Böyle bir hastalık insana ne kazandırabilir?” diye soracak olursanız eğer, ‘hayatımda ve etrafımda güzel olan ne varsa hepsini görmemi sağladı’ diyerek tek cümleyle cevaplayabilirim sizi. Yani bu hastalık beni mutsuz etmediği gibi çoğu kişinin önünden fark bile etmeden gelip geçtiği hayatın ince detaylarda saklı güzelliklerini arayıp bulmayı öğretti bana.
Yine hemen hepinizin bildiği gibi, 20’li yaşlarda başlayan kas hastalığım ileri derecede bir skolyoza neden olmuştu. Öyle yamuk oturuyordum ki, kürek kemiklerim kalçama değiyordu. Ancak başka türlü oturmam hiç mümkün değildi.
Kasım 2015’te Koç Üniversitesi Hastanesi’nde geçirdiğim skolyoz ameliyatı ile omurgam, doğru anatomik şekil verildikten sonra, bir kemik dolgu maddesi ile sabitlendi. Ardından her bir omur bir diğerine titanyum çivilerle çivilendi. Bu operasyon sonucunda hem vücut yapım düzeldi hem de eğri duruşumdan kaynaklanan dayanılmaz bel ve bacak ağrılarım yok oldu.
Söz konusu operasyondan bu yana tam üç yıl geçti. Doktorlarımın söylediğine göre ameliyatın başarısının tespiti için geçmesi gereken süre de üç yılmış. Bu nedenle gerekli kontroller için geçtiğimiz hafta Koç Üniversitesi Hastanesi’ne davet ettiler beni.
Hastanede kaldığım süre içinde hem istenen tomografiler ve filmler çekildi hem de kan gazım ölçüldü. Kan gazı hastaların metabolik ve solunumsal durumu hakkında güvenilir bilgi veren en önemli laboratuar yöntemlerinden biri. Ne yazık ki benim kan gazımı gereken düzeylerde tutmayı becerebildiğim pek söylenemez. Zira bu konunun tek çözümü olan Bip-up cihazını yeterli ölçülerde kullanmayı aksatıyorum zaman zaman. İyi haber ise cihazın gereken ölçülerde kullanılmaya başlanılmasıyla kan değerlerinin de normale dönüyor oluşu. Benim değerlerim de iki gün içinde normale döndü ve ben ikinci günün sonunda taburcu edildim.
İstanbul Üniversitesi Engelliler Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından 15-16 Kasım tarihlerinde düzenlenen Dünden Bugüne Engellilik Konferansı müthiş bir panelle sona erdi. 2000 sonrasındaki örgütlenmeler, ortaya çıkış nedenleri, yapılanlar ve bundan sonra yapılacaklar üzerine odaklanan Türkiye’de Engellilik Hareketi panelinin en çarpıcı yönü katılan sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin bizzat engelli olmasıydı. Bu panel bize hak temelli bir zeminde ilerlemesi için çabaladığımız engellilik hareketine engellilerin sahip çıktığını, bir başka deyişle engellilerin kendi kaderlerini kendi ellerine aldığını, kendi yaşamları ve hakları üzerinde söz sahibi olduklarını gösterdi.
Moderatörlüğünü, özellikle görme engellilerin yakından tanıdığı bir isim olan, Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji ve Eğitim Laboratuvarı (GETEM) Direktörü Engin Yılmaz’ın üstlendiği panelde; Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği (TOHAD) adına Süleyman Akbulut, Otizm Dernekleri Federasyonu (ODFED) ve Otizm Derneği (ODER) adına Ergin Güngör, Eğitimde Görme Engelliler Derneği (EGED) adına Emre Taşgın, Engelli Kadın Derneği (ENGKAD) adına Beyza Ünal, İşitme Engelliler ve Aileleri Derneği (İED) adına Onur Cantimur söz aldı.
Katılımcılara baktığımızda, ortak yönleri hemen dikkat çekiyor: genç, dinamik, iyi eğitimli, aktivist. Engelin kendilerinden değil, düzenlenebilir çevreden kaynaklandığının farkındalar. Hayata bakışları olumlu, özgüvenleri yüksek. Ellerini taşın altına sokmaktan çekinmiyorlar. Önceki kuşakla birlikte çalışmış, onların deneyimlerinden faydalanmış olmaktan memnunlar. Ancak artık daha ileri gitmek istiyorlar. Devletten ya da özel sektörden talep eden, merhamet uyandıran, yardım toplayan, hiyerarşik yapılı engelli derneklerinin yerini eşit yurttaşlık ilkesine dayanan, yardım değil haklarını alan, engelli bireyin kendi adına söz sahibi olduğu derneklere evrilmesi gerektiğine inanıyorlar.
Son on yılda giderek gelişen teknolojiden, güçlenen sivil toplum-akademi ilişkisinden ve yasal mevzuattan faydalanıyorlar. Belki de en önemlisi birlikte çalışıyorlar. Farklı engel gruplarından gelen bu yedi kişinin söz konusu panelden önce de çok kez çeşitli vesilelerle bir araya gelmişliği var. Birlikte imza attıkları projeler var, belli ki iş dışında bir dostlukları var. Böylesi bir işbirliği ve dayanışma sayesinde seslerini daha güçlü bir şekilde duyurabiliyorlar. Bu sayede yasama çalışmalarında engelli haklarının yasa ile güvence altına alınmasına katkı sağlayabildiler.
Akciğer kanseri, akciğer hücrelerinin anormal hale gelmesi ve kontrolsüz çoğalmasıyla oluşan bir hastalık. Sonraki aşamada kontrolsüz çoğalan bu hücreler çevre dokulara ve akciğer dışındaki organlara yayılabiliyor.
Ülkemizde ve dünyada erkeklerde en sık görülen kanser türü akciğer kanseri. Ülkemizde kanser olan her dört erkekten biri akciğer kanseri. Akciğer kanseri vücuda yayılıncaya kadar herhangi bir belirti oluşturmuyor. Sadece hastalığın bazı tiplerinde erken evrede belirtiler görülebiliyor. Akciğer kanserinin en sık görülen belirtileri şunlar:
- Geçmeyen veya giderek kötüleşen öksürük
- Öksürürken kan veya kanlı balgam çıkarmak
- Derin nefes alırken, öksürürken veya gülerken kötüleşen göğüs ağrısı
- İştahsızlık, kilo kaybı
- Halsizlik, yorgunluk