Adının bende saklı kalmasını isteyen hayırsever biri, bir grup, Tijen-Oğulcan ve Onurcan’a bir ev bağışladı.
Benim için yazın en süper haberiydi bu...
O kadar duygulandım ki hüngür hüngür ağladım, şükrettim, dua ettim, ama aynı anda göbek atmak, koşup zıplamak, tanıdığım herkese telefon açıp, "Biliyor musunuz ne oldu..." demek istedim... Hepsi birden... Yaptım da...
Bana kalsa tüm dünyaya ilan etmek istiyorum bu yüce gönüllülüğü yapanın kim olduğunu da... Söz verdim diye çenemi tutuyorum...
Ama bundan daha muhteşem bir şey olamaz. Siz biliyorsunuz Tijen neler çekti özürlü oğluyla...
Yazdım, çizdim, hiçbir gelişme olmadı...
Kocasının da çekip gitmesi her şeyin üzerine tüy dikti...
Bir de üstüne üstlük evden çıkarıldı...
Başına gelmeyen kalmadı...
Ama işte biri çıktı...
"Ben bu işi üzerime alıyorum" dedi.
Ve gerçekten aldı.
Bir buçuk sene sonra Tijen, iki oğlunu alıp, tapusunda kendi adının yazdığı Beylikdüzü’nde bir eve yerleşebilecek... Kafasını sokabileceği bir evi olacak...
Yaşasın!
O süre zarfında da ev tutmaları söylendi. Evin kirası da bu hayırsever kişi ve grup tarafından ödenecekti. Gerçekten de her şey tıkır tıkır ilerledi, hiçbir yamuk olmadı.
Ben size yıllarca Tijen ve Oğulcan’dan söz ettim ama o evde bir de Onurcan vardı.
Ufak kardeş.
Özürlü abi ona emanet edilir.
"Sen onu idare edersin!" denilir.
Ondan hep ama hep anlayış beklenir. Neredeyse varlık sebebi özürlü abinin hayatını kolaylaştırmak olan bir kardeş. Neticede abisi... Atsa atamaz, satsa satamaz...
Ama kabul edelim böyle bir abi ya da kardeşi olanların da hayatı zor... Belki de bizim zannettiğimizden çok daha zor... Onların yaşadıkları da büyük bir travma...
Buna rağmen başarılı bir öğrenciydi Onurcan.
Ama ne yalan söyleyeyim ben Anadolu Liseleri sınavlarında bir varlık gösterebileceğine inanmıyordum.
Yıllar sonra ilk defa Tijen’in sesi keyifli geliyordu, evi anlata anlata bitiremiyordu, üç odalı bir ev, "Sonunda biraz huzura kavuştuk, bunu sağlayanlara minnettarım" diyordu...
Ben de...
Oğulcan da bu ışıklı, balkonlu, bol pencereleri evi çok sevmiş, sürekli dışarıyı seyrediyormuş.Tijen, annesine yakın oldukları için mutlu, Oğulcan konusunda paslaşabilecekler, Onurcan’ın ilk defa kendisine ait bir odası oluyormuş, yeni bir okula başlıyor diye çok heyecanlıymış...
"Ben artık dayanamıyorum, bütün bunları hak edecek ne yaptım" diyen kadın, tekrar hayata bağlandı...
Teşekkürler...
Çok çok teşekkürler...
Bilgisayar önünde pedal çevirmek
Bir şeyi fark ettim ben. Zamanımızı en çok alan şeyle, egzersizi birleştiremezsek, kilo vermek neredeyse imkánsız. Zamanımızı en çok alan şey de işimiz. Hele o iş masa başıysa, yandık. Kondisyon bisikleti, yürüyüş bandı gibi egzersiz aletlerinde müzik dinlenir, TV seyredilir, çalışmayı da eklememiz gerekiyor. Ne zaman ki bilgisayarla olan işlerimizi yürüyüş bandının, kondisyon bisikletinin üzerinde gerçekleştirebiliriz, işte o zaman zayıflamayı da başarırız. Bir aparat yaptım ben, yürüyüş bandında kitap okumak için. Kitap sabit ve kıpırtısız duruyor, okumakta güçlük çıkmıyor. Şimdi yürüyüş bandına bir de laptop monte etmenin peşindeyim. Okumak tamam da, yürürken yazmak zor. Yine de yürüyüş bandının hızını azaltarak ve büyük punto kullanarak yazılabileceğine inanıyorum. Ya da masa altına sığacak kadar küçük portatif bir pedal çevirme makinesi icat etmenin yolu bulunabilir. Benzer örnekleri çoğaltıp daha da iyi fikirler geliştirmeliyiz. Yoksa durum felaket. Geleceğimizde daha fazla hareketsizlik olacak çünkü. (N. B)
- Müthişsin! Budur. Lütfen bul, icat et ya da birileri etsin ve hayatımız kurtulsun. Tespitine tamamıyla katılıyorum, benim de hayatımın çoğu bilgisayar karşısında geçiyor. Şu anda olduğu gibi. Bu yazıyı yazarken, altta bir pedal olsaydı da çevirseydim fena mı olurdu...
Obezler ve kilolular gerçekten seks düşünmez mi?
Ben değilim bunu söyleyen.
X large Rahşan Gülşan.
"Gerçekten şişmansan, aklına gelen en son şey zayıflama tesislerinde seks yapmaktır" diye yazdı geçen hafta. Tam da Kont Kuşhan’ın kampındaydım bu satırları okuduğumda, gülümsedim, fazla kilosu olanların tek tek yanına gidip sordum:
"Gün içinde aklınızdan kaç kere seks geçiriyorsunuz?!"
"Çooook" yanıtı aldım.
Hemen ardından ikinci soruyu patlattım:
"Ama nasıl olur siz obezsiniz! 100 kilonun üzerindekiler seks düşünmez!"
"Sen, dalga mı geçiyorsun!" dediler, "Kilomuz, seks düşünmemize engel değil ki..."
Rahşancım, oradaki insanlar akıllarından seks geçiriyorlar. Üstelik sık sıktan daha fazla. Bütün normal insanlar gibi. Fazla kiloları, seksüel fantezilerine engel değil. Yani dünya senin bildiğin gibi değil! Sen aklından seks geçirmiyorsan da o senin sorunun...
Tavsiye ederim, eğlencelidir...
* * *
"Biz şişmanlar daha fazla serotonin salgılıyoruz, dolayısıyla daha fazla seks düşünüyoruz!" diyenler bile çıktı! Valla, ben onların yalancısıyım. Bana gelince henüz 3 kilo gitti, kilolarımla ya da kilolarımsız seks düşünüyorum, merak ediyorsan...
Herkes, her şeyi farklı algılıyor hayatta, seksi de, kiloları da. Ben o 5 kilo fazlamı senin zannettiğinin aksine gerçekten dert ediyordum. Sen belki kendiyle daha barışık bir insansın, 100 kilonun üzerinde olmayı dert etmiyorsun. Anlatabiliyor muyum? Bunun bir ölçüsü yok. Biri bana "Büyük acı, küçük acı yoktur. Acı acıdır" demişti. Gerçekten de öyle, biri aşk acısını öyle derin yaşar ki, ailesinden birini kaybetmiş gibi hisseder, o kadar acı çeker, ona "Seninki de acı mı, benimki senden büyük" diyemezsin ki. Bu da onun gibi bir şey. Kilo kilodur. Herkesin kilosu kendine. Hadi kal sağlıcakla, öpüyorum seni...