Ne var bunda abartacak, anlamıyorum

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Çok mutsuzum çok.

‘‘Adı bende saklı adam’’, dünkü yazı üzerine ilişkimizi bitirdi.

Küt diye.

O, adının bir daha hiçbir yazımda geçmemisini rica ettiğinde (Yalan! Emreder gibi söylemiş ve beni çok incitmişti) çok ciddiymiş.

Peki ben ne yapmışım?

Adını yazmamışım ama ‘‘Adı bende saklı o adamla, adada’’ diyerek bayram tatilinde olan biten herşeyi anlatmışım.

Ben onunla dalga mı geçiyor muşum?

‘‘Ne alakası var, sen de herşeyi amma abartıyorsun! Bu benim ekmek kapım’’ dedim. İnanılmaz sinirlendi.

O denemiş.

Gerçekten denemiş.

Hep bir gün düzelerim zannetmiş.

İçinde umudun filizleri (bana oldum olası soya filizleri hatırlatır bu deyim) beslemiş. Ama farketmiş ki, bu mümkün değilmiş ve o filizler, zaten pek küçük ve inceymiş (söylüyorum size, soya filiz işte!) kökünden kopmuş, o benim hiçbir zaman değişemeyeceğime artık tamamıyla ikna olmuş.

*

Bunun Türkçesi şu oluyor:

Son derece havalı bir tatilden gelen, kendini iyi ve güzel hisseden, yalnız, terkedilmiş bir kadınım ben.

Hemen dedim ki, ‘‘Beni şimdi terketme, biraz bekle’’.

‘‘Neden?’’ dedi.

Cevap verdim:

‘‘Çünkü daha Maritius yazılarını bitirmedim! Bak, kurgu bozulur. Araya seninle ayrıldığımızı almam gerekir. Bu da kafa karıştırır. Oysa ben adam gibi daha adayı bile anlatmadım. Zaten seninle ayrılmamıza sebep olan yazı var ya, felaket oldu. Keşke yanıma o Türkçe romanları almasaydım diyorum şimdi, onlardan mı etkilendim yoksa? Elalemin cümlelerini mi kıskandım, nedir? Ben özendim, özendim! Öyle sekiz satırlık, kalııın cümleler kurayım istedim. Sığ olmayayım, derin yazayım derken ben galiba herşeyi berbat ettim.’’

*

O ise berbat ettiğim şeyin ilişkimiz olduğunu konusunda diretiyordu.

Bizim hiç mahremiyetimiz yok muymuş?

‘‘Saçmalama elbette ki var’’ dedim.

Peki ben ne zannediyor muşum, bize özel olan herşeyi gazete sayfalarından okumak ona koymuyor muymuş?

‘‘Sen deli misin, gerçekten özel olanları yazmıyorum ki. Çok isterim ama ayıp olur’’ dedim.

‘‘Evet tabii, yazmadılarını da anlatıyorsun!’’ dedi.

‘‘N'olacak ki? Sadece, Neyyire'ye, Simten'e, Muhittin'e, Esra'ya, Nalan'a, anneme, bazen ablama sonra bir iki kişiye daha. Ama o kadar’’ dedim.

Diyaloğun bundan sonrası var da...

Ben yazmıyor değilim.

Çünkü koptu.

‘‘Ben seninle uğraşamam’’ dedi.

‘‘Adı benden saklı adam’’ çekti gitti.

Bu durum takdir edersiniz ki beni zorlayacak, ama bir süre. Neyse sırada daha Maritius yazıları var, onlar bir iki günü daha kurtarır, o arada başka yazı konuları mutlaka bulurum, yoksa bile kurgularım. Aynen şu ana kadar okuduklarınızı kurguladığım gibi. Gördüğünüz gibi arada sırada roman okumak insanın işine yarıyor, insan kurguculardan ilham alıyor...

*

Tabii insana, ilham edilen peri (bu arada ilham hangi akla göre dişi?) sadece müthiş romanlar okurken, sanat şahaseri filmler izlerken ya da aşıkken ve ağır acılar çekerken gelmiyor. Pekala, tropik bir adada aval aval gezerken, o doğaya, güzel manzaraya hayran olup, ‘‘Allah neler yaratmış’’ derken de geliyor.

Bence bu iyi bir bağlama cümlesi oldu.

Çünkü bundan sonra yazı Maritius'u anlatacak.

Yaşasın, sonunda!

Ama size bir şey itiraf edeyim mi, ben aslında yalan söylüyorum: Orada bana ilham filan gelmedi, ben sadece kendime geldim. O kadar. Herşeyden koptum. Ve tekrar yirmilerinin sonunda genç biri oldum. Periyodik olan herşey yoruyor ve sonunda yaşı ne olursa olsun insan kendini yaşlı hissediyor, biliyor musunuz?

Biliyorum.

Siz biliyorsunuz.

Ama o bazıları...

‘‘Hiç tatil yapmadım dört senedir ben’’ diye hava atacaklarına, sürekli çalışmanın erdemlerini vurgulayacaklarına, kaderlerine ve kaderlerini değiştiremeyen kendilerine yansınlar ve bizleri rahat bıraksınlar.

*

Değil mi ama?

Eğlenmek, dinlenmek gereklidir.

En iyi de adalarda eğlenilir.

Bu arada Türkiye bize öğretildiği gibi cennet-mennet değildir.

Tropik adalara gitmek için de öyle zannedildiği gibi çok paralar gerekmemektedir. Kabul ediyorum, ‘‘çok para’’ kavramı da herkese göre değişmektedir: Evet, az para da tutmuyor Hint Okyanusu'nda ya da Güney Pasifik'teki adalardan birine gitmek, ama insan bir şeylerden kısıyor ve kıstığı şeyin karşılığında aldığı keyif, anasını satayım, her bir şeye değiyor! Ama tabii asgari ücretle yaşıyorsanız ve bu yazıyı okuyorsanız, siz nelerle uğraşıyorsunuz, ben neler yazıyorum değil mi, bana halt etmek düşüyor!

Maritius, Afrika kıtasının güneydoğusunda, Madagaskar'dan 500 mil uzaklıkta. Hemen altında Renunion adası, epey bir tepesinde de Seychel adaları bulunuyor. Paris'ten uçakla 14 saatte ulaşılıyor.

Önce biliyorsunuz sadece okyanus vardı.

O sakin suyun içinde, taa derinlerinde yaşayan sinirli bir volkan günün birinde patladı ve o lavların bir kara parçası haline dönüşmesi (ben kitapların yalancısıyım) tam 7.5 milyon yıl aldı. Maritius bugün bağımsız bir ülke. Adanın tarihi aslında Avrupalıların karaya çıkmasıyla başlıyor: Sırasıyla Danimarkalılar, Portekizliler. Sonra Fransızların sömürgesinde kalıyor, 150 yıl kadar da İngilizlerin. Dolayısıyla bugün Maritius'da İngilizce, Fransızca ve Creol dili konuşuluyor.

Başka ne tür sıkıcı bilgiler vereyim?

1.2 milyon insan yaşıyor ve çoğunluğu Hintli.

Bir de Franco-Maritius'lular var, tenleri bildiğimiz Hintliler kadar koyu değil ve gözleri mavi, yakışıklı olanları var yani. Bir dolu ırk, din, kültür orada bir arada ve bir Allah'ın kulu arıza yaratmıyor, bu da tabii bir Türk olarak beni şaşırtıyor.

Gözünüzün alabildiği her yer şeker kamışı tarlası.

Çay da üretiliyor.

Sanırım tropik meyvelerin de yetiştiğini eklemem gerekmiyor.

Bin bir türlü kuşları var, en meşhuru Dodo, güya adi Portekizliler yemiş bitirmişler, şimdi başkent Potr Louis'de, müzede sadece kemikleri ve iskeleti duruyor, adalılar da bununla pek bir övünüyor.

Anlayacağınız adanın simgesi o sevimsiz kuş!

Üzerinde Dodo resmi olan bir tek şey almadım tabii, deli miyim?

‘‘Adı bende saklı adam’’ belki kül tablası filan almıştır, ben nereden bileyim?

*

Diyorlar ki, ‘‘Maritius da, Seychel kadar yeşil ama Seychel hala daha güzel’’ (hiç sinirlenmedim, ‘‘adı bende saklı adam’’a en güzeli varken, daha az güzeline biz niye geldik demedim!). ‘‘Reunion'un dağları da buranın dağlarıyla kıyaslanmaz’’ lafını ise hiç duymamazlığa geldim.

Tabii ki bin bir türlü ada daha var yeryüzünde.

Fiji'ler, Tahiti'ler, Maldiv'ler...

Ben daha Hint Okyanusu'ndakileri bitiremedim.

Eğer benim cennet dediğim Maritius'tan güzelleri varsa vay halime...

Pardon.

Vay ‘‘adı bende saklı olan adam’’ın haline!

Yazarın Tüm Yazıları