İstanbul’u yönetmek New York’u yönetmekten daha zor
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Aslına bakarsanız, görüntü korku filmi gibi. Bütün şimşekler onun üzerinde toplanıyor.
İstanbul’da yaşayan herkes evine giderken trafikte, dönerken serviste, kazılmış sokaklarda, kesilen sularda, elektriklerde, uzun yanan ya da hiç yanmayan trafik ışıklarında, dönemediği kavşaklarda, karda, kışta hatta ve hatta karşısına çıkan şehirden kaynaklanmış her zorlukta, hedef tahtasının ortasına onun adını yerleştiriyor: Kadir Topbaş. Kolay değil İstanbul’a belediye başkanı olmak. New York’taki muadilinin adı bir zamanlar Giuliani idi, oradan kıyaslayın. Elbette sorunlar çok büyük. Elbette herkes altından kalkamaz, ama bu göreve aday olanlardan beklenen de sorunları çözmesi... Yaşadığım kentin belediye başkanıyla röportaj yaptım...
Bir sabah uyandınız ve şöyle mi dediniz: ‘Ben bu İstanbul’a Belediye Başkanı olmalıyım...’
- Hayır öyle demedim. Ama daha henüz lisede okurken bile, ‘Nasıl olur da bu şehrin sorunlarını çözemezler, bunların teknik adamları yok mu?’ diye söylenirdim. Çünkü ben bahçeli ahşap bir evde büyüdüm. Öyle bir yerde yaşamanın tadı bambaşkadır. Komşuluk ilişkileri bile farklıdır. Bütün o güzelim evlerin tek tek yok edilip, çirkin çirkin apartmanlara dönüşmesine tanık oldum ben. Bunları hep sorguladım. Ve ondan sonra siyasi hayatım başladı. Ama düşündüğüm belediye başkanlığı değildi. Sayın Başbakanımız, 94’te İstanbul belediye başkanlığına aday olurken, benim de Beyoğlu’ndan aday olmamı istedi, kabul etmedim. Ben iş hayatım devam etsin, ama bir fikir sorulduğunda yardımcı olayım, fahri bir desteğim olsun diye arzu ettim. Ama 99’da ısrarlara karşı gelemedim ve kabul ettim.
‘Bu şehri bir dünya şehri yapacağım!’ gibi bir iddianız var mıydı?
- Beyoğlu Belediye Başkanı olduğumda, ‘Bir dünya kolonisi olan Beyoğlu’nu öyle bir yerleşim alanı haline getirmeliyim ki, bütün dünya tarafından izlenilsin’ dedim. Önüme koyduğum hedef buydu. Kısmen de gerçekleştirdim. Benden önce akşam saatlerinde kadınlar o caddede yürüyemezdi, zaman içinde Beyoğlu 24 saat yaşanır hale geldi.
Doğru ama hakkınızda şöyle eleştiriler var: ‘Beyoğlu için şahane isimdi, ama İstanbul’a yetmiyor...’
- Böyle bir şeye katılmam mümkün mü? Yani onlar şimdi affedersiniz argo kelime kullanmak istemiyorum ama söyledikleri iş mi yani. Ben ‘Hayatım İstanbul’ diye yola çıktım. İstanbul beni yoramayacak dedim.
Ama yoruyor...
- Hayır yorulmuyorum. İnsanlar beni yoruyor. Daha doğrusu, olur olmaz eleştirileriyle beni yoranlar var. Yaşamım boyunca ‘Yoruldum’ kelimesi ağzımdan çıkmamıştır. Üşengeçlik yoktur bende.
İstanbul, ne zaman idare edilmesi çok zor bir şehir halini aldı?
- Son 30 yıldır göç alıyor ve her geçen gün yönetilmesi zorlaşıyor. Sayın Başbakanımızın belediye başkanı olduğu yıldan bugüne kadar, 3 milyon civarında nüfus artışı oldu. Yılda 400 bin artış. Her yıl bir Samsun vilayeti ekleniyor. Her gün 600 civarında araç trafiğe çıkıyor. Tabii ki idare edilmesi zor. Bu şehir daha da büyüyecek, kaçınılmaz bu, önünde duramazsınız. Neden böyle? Çünkü kurgulanmamış. Öngörüsü yapılmamış. Mimar Le Corbusier hatıratında ‘Atatürk beni davet etti, benim kendilerine bir tavsiyem oldu’ der. ‘‘Tarihi bölgelere dokunmayınız, şehri başka bir yerde kurunuz.’ Ama Henry Prost geldi, benim söylediklerimin tersini yaptı. Keşke ben kabul etseydim Atatürk’ün davetini, şehir bu hale gelmezdi.’ İstanbul’da büyük akslar açılma pahasına çok yer yıkıldı. Maalesef. Tarihi doku yok edildi.
Bu şehri yönetmek Londra’yı, Paris’i yönetmek kadar mı zor?
- O bahsettiğiniz kentlerde nüfus artışı yok ki. 2045 yılında Türkiye nüfusu 95-100 milyon olacak, o takdirde İstanbul için 20 milyonlardan bahsediliyor. Tek başına pek çok ülkenin nüfusundan fazla. 20 milyonluk bir kentin şimdiden planlanmış olması lazım: Şehir nasıl gelişmeli, ulaşım nasıl olmalı, yeni yerleşim alanları nasıl kendi kendine yetecek hale gelmeli. Yani herkes ‘Ben Taksim’e gideceğim’ dememeli, bunu ihtiyaç duymamalı...
ÊBu şehri yönetmek New York’u yönetmekten daha mı zor?
- Zor tabii! Tokyo’yu, Londra’yı, Paris’i idare etmekten de daha zor.
Dünyanın en zor işini yapıyorsunuz siz o zaman...
- Ben işimi zor görmüyorum. Ama sözünü ettiğiniz şehirlerde altyapı çoktan halledilmiş. Oysa, bizde hálá çok ciddi bir sorun. Çünkü söylediğim gibi, nüfus hareketi devam ediyor. Bir caddeyi kurguladığınızı düşünün: 3000 kişi yaşayacak diyorsunuz. Ama kimse plana uymuyor, fazladan kat çıkıyor, beklenmedik bir yoğunluk gelişiyor, haliyle orada su sarfiyatı sizin su şebekenizin kapasitesinin üstünde oluyor. Atık su kanallarının kesitlerini değiştirmeniz gerekiyor. Artı, yapılar çoğalınca, nüfus fazlalığıyla birlikte araç trafiği da artıyor, trafik birbirine giriyor...
Niye kabul ettiniz böyle belalı bir işi?
- Çözeceğim. Çözmek için buradayım. Bunun için varım.
Peki dünya başkentlerine göre avantajları yok mu?
- Olmaz olur mu? Birtakım büyük yatırımcılar ve çokuluslu şirketlerin CEO’ları geçen gün görüş beyan ettiler, çok heyecanlandım. Şunu söylediler: ‘Dünya yeniden yapılanıyor ve bu yapılanma artık siyasi bir yapılanma değil. Ekonomik haritalar çiziliyor. Ekonomik hudutlar belirleniyor. Globalleşen dünyada yeni merkezler aranıyor. İstanbul da böyle bir yer. Her şeyin tam ortasında. Napolyon’un söylediği gibi ‘Dünya, tek bir devlet olsaydı, başkenti mutlaka İstanbul olurdu.’’ Ekonomik olarak dünyanın merkezi olmaya aday olduğu için buraya yatırım yapmak istiyorlar. Turizm açısından tanıtım yapabiliyorsunuz ama ekonomik yatırımlar açısından markanızı pazarlayamıyorsunuz diyorlar. Biz de bunun için uğraşıyoruz. Formula-1 organizasyonları, Şampiyonlar Ligi final maçları, Dubai Holding’in gelmesi... Kuveyt Ulusal Bank’ın Yönetim Kurulu Başkanı’yla görüştüm, İstanbul’da banka kurmayı düşünüyorlar veya bir banka satın almak istiyorlar. Bütün arzumuz, İstanbul’un dünyanın ekonomi merkezi olması. O zaman bütün sorunlar bitecek...
Sorunlar bitecek diyorsunuz ama yabancı yatırımlar söz konusu olunca, bu sefer de başka sorunlar çıkıyor: Mesela Dubai Towers’ın altyapı meselesini nasıl çözmeyi düşünüyorsunuz?
- Bu kentin gelişmesi için bu yatırımları yapmamız gerekiyor. Eğer kendi öz kaynaklarımız yetmiyorsa, bununla ilgili yatırımlar getirmek durumundayız. Yatırımcılar da durup dururken gelmez. Geçmişte dış borç için ne kadar kapılar çalındığını biliyoruz... Benim anlamakta güçlük çektiğim, meslekten olan bazı dostlarımız da bu tür altyapı sorunlarından söz ediyorlar. Oysa, bahsettiğimiz arsa, belediyemize ait bir arsa. Yeşil alan değil. Bu arsanın kendi imar haddi ve hakkı var. Zaten planlar ve ulaşım aksları, oradaki yoğunluk hesaba katılarak hazırlanır. Maslak hattı üzerinde plaza ve gökdelen niteliğindeki yapılar, kendi haklarından çok daha fazlasını kullandıkları için orada ekstradan bir yoğunluk oldu. Bu durumda herkes aynı haktan faydalanmak ister. Birine bu hakkı verip diğerine sana vermiyorum diyemezsiniz ki. Biz de farkındayız, bir sıkıntı olacak, trafik artacak, bunu ön görerek 4 kavşak yapacağız ve alternatif yol olarak da metroyu getireceğiz. Belediye olarak bu sorunu çözeceğiz...
Peki bütün bunları yaptıktan sonra projeyi açıklasaydınız daha doğru olmaz mıydı?
- Olur mu canım, belediye kendi arsasını 4-5 sene tutsun, sonra versin. Olmaz. Eş zamanlı yapmanız gereken şeyler var, 4-5 sene sonra bu yatırımcıları bulabileceğiniz ne malum...