Ama ben Nazi olduğuma da, İsa’nın havarisi olduğuma da inanmıyorum. Gerçi sevgilim, bu Nazi benzetmesinin üzerine yatıyor, evde bir geyiktir gidiyor, bakalım sonu nereye varacak...
“Geçmiş yaşam” tam olarak nedir?- Ruhun tekamül edebilmesi için, tekrar tekrar dünyaya gelmesi...
Reenkarnasyon yani...- Evet.
Siz de “geçmiş zaman terapisti”siniz, öyle mi?- Evet.
İpek Hanım, açık konuşacağım sizinle, bu işlere ikna olabilmek kolay değil. Nasıl oluyor? Size gelen neler yaşıyor?- Öncelikle yeryüzünde şimdiye kadar kaç yaşam yaşamış onu öğreniyor. İstediği iki yaşamın detaylarını da. Üçüncü gözü açıksa, tüm bunları görebiliyor da.
O nasıl oluyor? Sinema gibi mi?- Evet gözlerini kapatınca, evinin mutfağını görür gibi görüyor. Ama en müthişi, ikimizin de onun yaşamına dair görüntüleri birlikte görmemiz. Bazıları geçmiş yaşamlarına dönünce ağlamaya başlıyor. Tabii etkisinde kalmamak lazım. Hepsi “geçmiş” çünkü. Önemli olan “şimdiki” hayat.
Geleceğe dair şeyler...- Yok, ben onu söylemeyi doğru bulmuyorum. İnsan her an, her şeyi değiştirebilir. Bizler her anımızı, yeniden yaratıyoruz. Söylersen, o kişiyi tek bir şeye kanalize edersin. Hayatına müdahale gibi. Onaylamıyorum.
Demin bana dediniz ki, “Ben kolunu bastırınca aşağı inmezse doğru söylüyorsun, inerse doğru söylemiyorsun...” Bütün sağlama bunun üzerine. Peki ben kolumu sizin indirip indirmediğinizi nereden bileceğim?- Yok, öyle bir şey yapmıyorum. Ben de şaşırıyorum, ben kolunuza bir güç uyguluyorum, bazen iniyor, bazen taş gibi oluyor, öylece duruyor. Bu yöntemi tıpta da kullanıyorlar: Kinesiyoloji. Bunu uygulamadan geçmişe dönebilmek mümkün değil. Bu yöntem bir tür geçmiş zaman terapi anahtarı...
Peki anlattığım kareleri belki de uyduruyorum, belki çok film seyrettim, esinleniyorum, belki kafadan atıyorum....
- Olur mu canım öyle şey! Peki o zaman benim sizinle aynı zamanda, aynı şeyi görmemi nasıl açıklayacaksınız? Sizin kafanızın içinde ben yokum ki. Ama aynı şeyleri tarif ediyorum, beraber seyrediyoruz...
Belki de aynı şeyleri görmüyoruz ama ben size ayıp olmasın diye uyum sağlamaya çalışıyorum. Bilmiyorum ki...- Buraya gelip giden bir sürü insan var. Hepsi de iyi eğitimli. Kimse aptal değil Ayşe Hanım. Herkes pozitif bilim okumuş. Görüntüyü söyleyemeseler de, duyguları hatırlıyorlar. Ve bir çoğuna ağlama hissi geliyor. Gerçekten özlem duyuyorlar geçmiş ailelerine. Mesela siz, eşinizi daha önceki hayatlarınızdan birinde tanıdığınızı söylediniz. Niye başka bir şey değil de, böyle bir şey söylediniz? Bunu nasıl açıklarsınız? “Hani ispat edemezsiniz ama siz içinizde doğruluğunu hissedersiniz ya” bu da öyle bir şey. Dr. Edith Fiore geçmiş yaşamlarla ilgilenen bir klinik psikolog. Bir gün hipnoz altında terapi yaparken, hastası geçmiş hayatına sıçrıyor. O da şaşırıyor. Ama fark ediyor ki, hasta, bir önceki hayatında yaşadığı travmayı hatırladığı için, bu hayatında sorunlar yaşıyor. O travmayı temizleyince, bu hayatındaki travma da ortadan kalkıyor. Bunun üzerine geçmiş yaşamları araştırmaya başlıyor.
Peki ben size soruyorum: Başka ne işe yarar geçmiş hayatları öğrenmek? Öğreneceğiz de ne olacak?- Haaaa, geçmiş hayatınızı öğrenince, bu hayatınız anlam kazanıyor. Biz, sadece “beden” değiliz, sonsuz “ruh”uz aslında. Dünyaya bir iş için geldik. Bir görevimiz var. Anlamı var. Bu yüce anlamı hatırlayabilmek için önemli, geçmiş yaşamlar. Biz ölünce toprak olup yok olmayacağız, evet bedenimizi burada bırakacağız ama ruhumuz görevine, başka bir yerde, başka bir bedende devam edecek. Geçmiş yaşamlar, “dünya projesi”yle alakalı bir şey. Bütün o hayatların, bu hayata yansıyan çok önemli bir nedeni var. “Ruh aileleri”nizle tekrar bir araya geliyorsunuz...
“Ruh ailesi” nedir?- “Asıl geldiğiniz yer”den bir arada olduğunuz ruhlar var etrafınızda. Onlar sizin “ruh aileniz”. Aynı “yuva”dan çıktınız. O “ruh ailesi” içinde görevler değişiyor. Daha önceki hayatta, karı-koca olabilirsiniz, bu hayatta arkadaşsınız. Ya da o hayatta anne-çocuktunuz, bu hayatta, baba-kız. Aynı ruhlarla, birbirimizi tekrar farklı ilişkiler içinde görüyoruz...
Her hayatta, etrafımızdaki insanların bir kısmı, geçmişimizden tanıdığımız ruhlar mı yani?- Evet. Zaten onları gördüğünüz zaman hissedersiniz. Çok tanıdık gelir ya birileri bazen, gelir çünkü onu tanıyan ruhundur...
Bütün bunların amacı ne? Bunlar niçin? “Dünya projesi” dediğiniz şey ne?
- Ana amaç, sevgide yükselmek. Tanrı’nın sevgisinin ışığında yükselmek.
Ben ipin ucunu kaçırdım, bu söylediğiniz ne demek?- Tekamül yani. Ruh olduğunu hatırlamak, hep gelişmek, gelişmek...
Hayat hayat geliştikçe Tanrı’ya mı yaklaşıyoruz...
- Evet, “sevgi”yi her seçtiğimizde, Tanrı’nın sevgisinde yükseliyoruz. Yeryüzüne gelme amacımız da bu, proje bu. Yeryüzünde düalite var, sevgi ve sevgisizlik var, ikisi arasında her an bir seçim yapıyoruz. Sevgiyi her seçtiğimizde, bu bizi bir adım daha Tanrı’nın sevgisine yükseltiyor.
Dünyanın bütün sırrını, bir akşam üzeri, erikler eşliğinde şak diye çözmüş bulunuyorsunuz! Peki bu işin şarlatanları yok mu? Herkes, her insanı geçmiş hayatlara götürebilir mi?- Bu tabii o kişinin misyonuyla ilgili, yaptığı görevle ilgili.
Sizin böyle bir misyonunuz var, öyle mi?- Evet var.
Sizin gibi kendine “geçmiş zaman terapisti” diyen başkaları var mı?- Yurtdışında var ama Türkiye’de ben duymadım. Benimki de çocukluğumdan beri sürüyor. Kendimi bildim bileli, bir takım şeyler hissettim ben, birtakım görüntüler gördüm. Bu terapi olayına gelince: Kapalı mekan fobisi olan biri geldi, onun fobisiyle uğraşırken, içimden “Nereden kaynaklanıyor?” diye sordum ve gözümün önüne bir görüntü geldi. İşin tuhafı, problemini çözmeye uğraştığım insan da aynı görüntüyü görüyordu. Dedi ki: “Bir önceki hayatımda çocukken dolaba kapatılmışım.” “Tarif eder misiniz” dedim, “Merdivenin altında bir dolap” dedi. İkimiz de şok geçirdik, ama gerçekten ikimiz de aynı görüntüyü görüyorduk. Sonra başka birisi geldi, o da hayvanlardan çok korkuyordu. Bir baktım, geçmiş hayatlarının birinde, aslanlar tarafından vahşi bir şekilde öldürülmüş. Ben o zaman “duru görü” yeteneğine sahip olduğumu keşfettim. Sonra da bunun faydalı bir şey olduğunu, insanlara yardımcı olabileceğimi anladım. Türkiye’nin belirli yerlerinde, mesela Antakya’da, Adana’da bazı insanlar, geçmiş hayatlarını bildiklerini iddia ederler ama nedense onlar hep aynı bölgede yaşarlar. Niye onlar geçmiş hayatlarını bildiklerini söylüyor da başkaları değil...
Evet niye?- Çünkü bulundukları yerdeki enerji -ben ona link hattı diyorum- buna yol açıyor. O Tanrısal enerji, o Tanrısal ışık, insanların hatırlamasına sebep oluyor. Kodunu açıyor. Bendeki enerjinin de yaptığı bu...
Bu evde daha mı kolay oluyor geçmiş hayatlara dönmek...
- Aynen.
Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz!- Hayır, ne münasebet! Burası temizlenmiş alan. Mekan temizlenmişse, enerji yüksekse, bir bedenden ibaret olmadığını, bir ruh olduğunu daha kolay hatırlar insan. Tabii bunları iyi niyetle yapmak lazım. Belli yaşın altındakilere yapmamak lazım.
Kızmayın ama bütün bu ciddi ciddi anlattığınız şeyler, palavra da olabilir...- Virginia Üniversitesi’nden Profesör Ian Stevenson yıllarca bunları araştırmış, kitaplar yazmış. Nasıl palavra olabilir? 1600’lerde, “Gelecekte internet diye bir şey olacak” deseydiniz, kimse size inanmazdı. Bu da onun gibi bir şey.
Ama demin söylediklerimi belki de ben uyduruyordum. Ben İsa’yı hiç görmedim, nereden bileyim Meryem Ana’yı. Ama size anlattım. Belki de uydurdum, ilginç olsun diye öyle söyledim...- Bu yöntemin sağladığı fayda önemli. İnsan burada kedi fobisinden kurtuluyorsa, ne mutlu ona.
Başka ne tür korkularından kurtuldu insanlar?- Aklınıza gelebilecek her türlü korkudan. Böcekler, yılanlar... Kimisi de, “ölüm” diye bir şeyin son olmadığını, “sonsuz bir ruh” olduğumuzu öğrenip rahatlayarak gidiyor. Anne-kız araları kötü mesela. Bir önceki hayatta tam tersiymiş, o zamandan kalan bir hesap var aralarında. Bu hayatta işin aslını öğrenince, ilişkileri düzeliyor
Hintlilerin reenkarnasyon inancından söz ediyorsunuz?
- Hayır. Onların anlayışına katılmıyorum. Biz hiçbir zaman kedi, köpek, bitki, hayvan olmadık. Ayrı bir sistem o. Bizim ruhlarımız bambaşka bir sistem.
Herkes ölümden sonra başka bir ruha geçmek zorunda mı? Lost’taki gibi bir yerlerde bekleme filan yapamıyor muyuz?
- “Dünya planı”ndaki görevinizle ilgili bir şey bu. Evrende sonsuz ruhlar, sistemler, hayatlar var. Dünya sadece biri. Biz “dünya planı”nda rol almak üzere hayatları seçiyoruz.
Nasıl yani? Seçme şansımız mı var?- Tabii, tabii. Buraya gelmeyi seçen ruh geliyor. Tanrı’nın izniyle...
Hangi bedende olacağımızı da biz mi seçiyoruz?- Tabii annemizi, babamızı da biz seçiyoruz. Onlarla ortak bir kontrat yapıyoruz, onlar da bizimle olmayı seçiyorlar. Buradaki amaç, yeryüzü derslerini öğrenmek. Bu dersleri, bu hayatta öğrenemezsek, bir kere daha dünyaya geliyoruz, öğrenebilmek için.
Neden bazıları şanssız doğuyor?
- Şanslı şanssız yok...
Olur mu canım? Minicik bir bebek tecavüze uğruyor, başına gelmedik kalmıyor. Kim başına üç yaşında böyle felaket gelmesini seçer ki?- Siz, tek hayat gibi düşünüyorsunuz. Ruh, bizim şu anda zekamızın alabileceğinden çok daha engin. Tanrı’nın parçasından söz ediyoruz, ilahi bir şeyden. Bir oyun gibi bu dünya, tiyatroda rol almak gibi. Tiyatroda bir fakiri oynamaz mısınız? Oynarsınız. Yeryüzü böyle bir şey. Biz çok uzun zannediyoruz ama bizim bir ömrümüz, ruhumuz için saniye gibi bir şey. “İlahi plan” bizim aklımızın çok ötesinde.
“Delirmiş bu kadın! Sıyırtmış!” diyen yok mu size?
- Belki vardır. Ama önemi yok. Şimdi insanlar, uyanış döneminde. Benim bildiklerimi bilen milyonlarca insan var dünyada. Çok acayip şeyler anlatmıyorum yani. Benim profesör öğrencilerim var. “Enerji” bilmi denilen şey, pozitif bilimlerle çok yakında iç içe geçecek.
Peki ölürken de mi zamanı biz seçiyoruz? İstediğimiz için mi ölüyoruz?- Tabii. Ölümü de biz seçiyoruz. Ruh, kendi karar veriyor. Dersini ve görevini tamamladığında, başka bir hayata geçiyor. Ya da tüm dünya görevini tamamlayıp, “yuva”ya dönüyor. Bir de ilk enkarneler var, ilk kez dünyaya gelenler. Onların hiç geçmiş yaşamı yok. Dünyanın son döneminde bizimle birlikte, burada çalışan diğer ruhlarla birlikte görev almaya geldiler. Onlar da aramızda...
Nasıl anlıyorsunuz onları?
- Onlar kendilerini biliyorlar. Daha saf yapıları var, daha naifler. Biz deneyimliyiz mesela. Ama onlar kendilerini yabancı hissediyorlar yeryüzünde. İnsanların yalan dolanı onlara şaşırtıcı geliyor. Daha sevgi dolular. Ruh olarak evrenin bir sürü yerinde görev yapmış olabilirler ama dünyada ilk defa varlar.
Valla İpek Hanım, ne diyeceğimi bilemiyorum. İsterseniz burada keselim, insanların kafasını daha fazla karıştırmayalım...
34 yaşındaki bankacı anlatıyorKedi fobimi nasıl yendim?
Kedi fobim olduğunu bilen bir arkadaşım İpek Cihan Bilgin’den söz etti. Randevu alıp geldim. İpek Hanım, ne için geldiğimi bilmiyordu, ben de evinde kedi olduğunu bilmiyordum. Daha tanışma safhasındayken, Cindy salona doğru yürümeye başladı, ben ölmek filan istedim. Hemen yüksek bir yere çıktım. Bir kediyle aynı ortamda bulunamayacağımı kibar bir şekilde İpek Hanım’a söyledim. İpek Hanım Cindy’yi alıp yukarı katta bir odaya götürdü. Benim kedilerle ilgili rahatsızlığım yalnızca aynı ortamda bulunamama değildi. Televizyon reklamlarında çıkan, gazete ve dergilerde yer alan kedi resimlerine bile bakamazdım ben. Nerede kedi miyavlaması duysam, kulaklarımı ellerimle kapardım. Tüm bu yaşadıklarım etrafımdaki insanların hayatlarını da etkiliyordu. O tarihe kadar eşimle hiç bir zaman, açık havada yemek yiyemedik. Bir keresinde Cunda Adası’nda arkadaşlarımızla beraber yemeğe gittik, kedi fobim yüzünden, yazın ortasında 10 kişi kapalı mekanda balık yedik.
İpek Hanım’la kedi fobim üzerine çalışmaya başladık. Çalışmada korkumun nedenini bulduk. Bundan önceki hayatımda Amerika’da bir evsiz olarak yaşamış ve sokakta ölmüştüm. Ve o hayata ilişkin hatırladığım ve gördüğüm en son şey de, etrafımda toplanmış kedilerdi. Bunu da anladıktan ve çalışmayı tamamladıktan sonra İpek Hanım Cindy’yi yukarı kattan salona getirdi ve bana en uzak mesafedeki koltuğa oturttu. Yarım saat içinde ben Cindy’e çok yaklaşmıştım. Ve en sonunda hayatımda ilk defa bir kediye dokundum, hatta okşadım. Olan bitene o kadar şaşırmıştım ki, ne olduğunu nasıl olduğunu ben bile anlayamadım. Hemen eşimi arayıp yukarı çağırdım, beni kedi okşarken görünce o da çok şaşırdı. (Didem Ö.)