Paylaş
‘‘Bundan yıllar önce, çok yıllar önce, içimde bir yer, çoook derinimde bir yer, ‘cırttt' etmiş! O gün, bu gün bir türlü onaramadım orayı. Onaramadılar! Dipte, çoook dipte bir yerde, büyük bir öfkeyi, sonsuz bir nefreti barındırıyorum ben. O kadar dipte ki, sanki artık, benim değilmiş gibi geliyor. Ve bu yüzden de söküp atması bir o kadar imkansız. İnsan bunca yoğun ve yüklü bir nefreti, umutsuzluğu, mutsuzluğu taşırken kimseyi sevemez, sevemiyor. Sevmeyi becermek için biraz mutlu olmak gerekiyor. Bilmem anlatabiliyor muyum? (m.m)’’
YANIT:
Sevgili me-me,
Seni sanki anlıyorum. Ama biliyor musun haline hiç üzülmüyorum, aksine seviniyorum. Bu işlerden anlamam ama, önemli olan bu teşhisi koymak gibi geliyor bana, bak sen koymuşsun, en azından bunun için mutlu olsana, ne menem biri olduğunu artık biliyorsun! Elalem bunun için hayatını yiyor, bitiriyor. Senin işin üç vakte kalmış. Sanki iş o derinlerdeki ‘‘cırttt’’ı onaramayanları ‘‘şutlamak’’, (bu arada o ‘‘cırttt’’ı yeryüzünde onarabilecek tek kişinin kendin olduğunu iyice anlamak!) ama mutlaka birilerinin de o patlağa, yaraya, her ne haltsa, iyi geleceğine inanıp işe koyulmak. Hep Bepanten olacak birileri vardır, unutma! Bazen onlar, biz farketmeyiz ama aşktır. Hem insan aşkı çağırabilir. Bazı aşklar insana iyi de gelebilir. Hani ACE kullanırsan çamaşırlar ‘‘cırttt’’ diye yırtılmıyor ya, işte o hesap! Ama kimileri de, mutlu aşkın olmadığını söylüyor. Sen onlara bakma, zaten işi, hep bu akıllı insanlar karıştırıyor. Oysa salak ve mutlu olmak ne güzel! Bana bak mesela, utanıyorum söylemeye ama mutluyum: Biliyorum bu salaklık göstergesi, bak seni uyarıyorum: Mutlu ve akıllı insan olabileceğini akıllı olduğu varsayılan insanlar kabul etmiyor. Sebebi basit, çünkü onlar mutsuz! Ben de yapacak daha iyi bir iş bulamadığım da, onlara yaranmak için, kendime hüzünlü bir hava veriyorum. Ama bu sadece hava! Hani, hüzün yakışır ya kadına. İçime doğuyor, sen yakında çoook mutlu olacaksın. Bir de Falım çikleti taşı yanında. Ciddiyim. İyi geliyor insana. Sıkı sıkı sarıldım. Ama sonra bıraktım. Nasıl olsa, sen bulursun yolunu...
*
‘‘Yazılarınız depresyonda olduğum zamanlarda beni neşelendiriyor, teşekkürler. Ama geçen haftaki ‘‘adı bende saklı adam’’ benim yaşamımdan çalınmış gibi oldu. Benim de burada (New Orleans) adı bende saklı bir adamım vardı. ‘İkimiz de çok çalışıyoruz, hayat zor, benim sana ayıracak vaktim yok' dedi en sonunda. Ben de biraz sıkıldım tabii buna. Aşk ve iş hakikaten beraber yürürken takılıp düşüyorlar çamur çukuruna. Çamurlardan arındam yavaşça, fakat bir de ne öğreneyim dün gece, başka biriyle çukura atlamış! Sinir bozukluğu, özellikle hafta sonları çok zor oluyor. (Bike)’’
YANIT:
Sevgili Bike, sen deli misin? Hem New Orleans'da yaşıyorsun, hem de saçı gözü çamur olmuş adı saklı bir adama kafayı takıyorsun. Kesinlikle çıldırmışsın! İstanbul'da pek yok, ama kimbilir New Orleans'da daha ne adamlar vardır ve kesinlikle bir caz klubünde saklıdır! Bak canım, bu adamlar suya, yatağa ya da çamura hiç farketmez, zaten farklı birileriyle atlamaya hep hazırdır. Onların doğası böyle, anlıyorsun beni değil mi, kabullenmeli ve çok dert etmemeli. Şekerim, ben de çok tecrübeli bir kadın değilim henüz otuzuma ilerlemekteyim ama, şöyle düşünmeli: Onlar kaybeder! Böyle de kendi kendine, rahatla, ve sakın ola canını sıkma. Altı üstü bir adam. Sense kaç adama bedelsin! Öpüyorum ve sinir bozukluğunun içinde kök salmamasını diliyorum.
İsminiz lütfen?
Ben onların yalancısıyım. Yani bana sürekli e-mail atan komik arkadaşlarımın. İddiaya göre bu aşağıdaki isimler Turkcell müşteri listesinden özenle seçilmiş. Okurken beni çok eğlendirdi. Kimseyi kırmak değil niyetim. Zaten hayat yeteri kadar sıkıcı, biraz da gülelim!
Şehriye Pilav / Satılmış Portakal/ Mukaddes Çalışye/ Hakiki Kısadam/ Oktay Dolmasever/ Rüştü Düzer/ Gülhanım Ellergezer/ Cömert Varlık/ Oral User/ Yağmur Sağnak/ Kaymak Bal/ Av. Güven Kurtul/ Musa Pastırma/ Kadir Kıllı/ Ayşe Donsuz/ Güçlü Kuvvetli/ Çetin Çeviz/ Sezer Yan/ Bucak Sıcak/ Satılmış Bostan/ Herkül Demirtaş/ Cemal Paşa/ Halim Harap/ Fatma Donukara/ Süleyman Pekyumurta/ Kibar Zorba/ Ümit Var/ Fikri Faiz
HAMİŞ: Yukarıdaki listede bilin bakalım benim favori ismim hangisi? Evet, evet bildiniz: Güven Kurtul! Bu ismi çok beğendim, varsa gerçekten öyle biri, acilen tanışmak isterim.
Basit olalım mı?
Herkes sofistike ya, çağımız bilgi çağı ya, herkes işin ‘‘bilgi’’ kısmından söz ediyor ya! Oysa bu İnternet'te benim en çok hoşuma giden, farklı milliyetten bin bir türlü insanın zincirleme halde, birbirine espri yollaması. Diller ayrı, gülünen şeyler aynı! Bazen saçma sapan. Olsun, her halükarda basit. Zaten herşey günümüzde karmakarışık, biraz basitlik yani fena mı?
Soylu bir içki: Şalgam!
Ben Adanalıyım biliyorsunuz.
Şalgam, bizim yöresel...
Bu yüzden de evrensel...
Onurumuz, gururumuz!
Ve artık ne oluyor?
Cinsiyeti olsa, kesinlikle dişi olacak şalgam; plastik şişede satılmaktan, aşağılanmaktan, küçümsenmekten ve sadece ‘‘bir sağlık ilacı’’ muamelesi görmekten kurtuluyor.
Yaşasın!
Bundan böyle şarap şişeleri gibi pazarlanacak ve soylu bir içki muamelesi görecek. Söyler misiniz bu, haber olmaz da, ne olur? Duyar duymaz milli vazifem olduğuna karar verdim ve bu işin gönüllü PR'ını üstlendim. İlgili arkadaşın adı Abdullah Canan Çevik'tir, bana şöyle bir e-mail geçmiştir, kesinlikle iyi etmiştir:
‘‘Genç bir girişimci olarak, haklı gururumu sizinle paylaşmak istiyorum: Adana'nın meşhur şalgamını, bir ziraat mühendisi olarak, hakettiği ambalajında üretmekteyim. Genel anlamda, diğer şalgam üretenlerden farkımız, dut ağacından yapılmış tahta fıçılar kullanmamız, havucu haşlamadan ortamın ısısına göre ortalama 15 günde olgunlaştırmamız ve iki kat havuçtan faydalanmamızdır. Bizim limon tuzu ve katkı maddesiyle işimiz yok! Ayrıca, uzun yıllar saklanabilmesi, güneş ışığından etkilenmemesi için de plastik kapak yerine mantar tıpalara itibar ediyoruz. Biz iyi ediyoruz. Dilerseniz size bir şişe hediye gönderebiliriz...’’
Evet, evet KESİNLİKLE istiyorum!
Paylaş