Hastane ve doktor hatasına rekor tazminat: 2.5 milyon lira

Bu röportajı yaparken çok ağladım.

Haberin Devamı

Ama röportaj yaptığım aile de benimle birlikte ağlıyordu.
Çünkü 9 yaşındaki kızlarından söz ediyorduk.
Onlar, meşhur Tatbak Nişantaşı’nın sahipleri
Beyza ve Fatih Katıkçı...
Genç, güzel, birbirinin gözünün içine bakan bir çift.
Büyük kızları Zeynep, hastane ve doktor hatası yüzünden engelli doğdu.

Hastane ve doktor hatasına rekor tazminat: 2.5 milyon lira


Konuşamıyor, yürüyemiyor, yardımsız ayakta duramıyor, çünkü kasları tutmuyor.
Felaket şöyle gerçekleşiyor:
Bebeğin doğurtulması gerekirken, o gece hastaneye gelmeyen doktor ve acil uygulama yapmayan nöbetçi doktorun hatası ve ihmali yüzünden, anne karnındaki bebeğin kalp atışı dört kere 50’nin altında düşüyor.
Sabah acilen sezaryene alıyor.
Ama geç kalınıyor, komplikasyonlar oluyor, bir süre beynine oksijen gitmeyen bebek, sereprar palsi oluyor.
Yani beyin, vücut kaslarına hükmedemiyor.
Zeynep hayatı boyunca bir başkasına bağımlı.
Beyza ve Fatih Katıkçı, tam 9 yıl süren bir hukuk mücadelesi veriyorlar.
Maddi ve manevi tazminat davası açıyorlar doktora ve hastaneye, Kadıköy Şifa’ya.
Ve bu ülkenin, hukuk tarihine geçecek rekor tazminatlardan birini kazanıyorlar.
Mahkeme yeni sonuçlandı.
Yasal faiziyle 2.5 milyon lira bir paradan söz ediyoruz.
Ama Katıkçı Ailesi, “İstanbul’un yarısını verseler kaç yazar? Neyi telafi edebilirler ki” diyor.
Onlar haklı oldukları mahkeme tarafından onaylandığı için mutlu.
Zeynep müthiş bir çocuk.
Sürekli gülüyor, her şeyi anlıyor ama konuşamıyor, yürüyemiyor, desteksiz ayakta bile duramıyor.
Çok yakın bir zamanda benzer bir ihmali yine bu sayfalara taşıdık.
Haberler insanı fena halde düşündürüyor!!!


KATIKÇI AİLESİ / FOTOGALERİ

Haberin Devamı

Hastane ve doktor hatasına rekor tazminat: 2.5 milyon lira

Haberin Devamı

Sizin başınıza ne geldi?
BEYZA: Bir anne-babanın başına gelebilecek en büyük acılardan biri. Hastane ve doktor hatası yüzünden bebeğimiz engelli doğdu. Zeynebimiz 9 yaşında ama konuşamıyor, yürüyemiyor, kaslarını kontrol edemiyor. Ömür boyu bir başkasının bakımına muhtaç.

Nasıl oldu? En başından anlatır mısınız?
BEYZA: Eşim Fatih’le üç yıllık evliydik. Bebeğimiz olacak diye çok mutluyduk. Sorunsuz bir hamilelikti. 9 ay 10 günü geçmişti. O gün sancı gibi bir şey oldu, doktorumu aradım, “Hemen gel, bakalım!” dedi. Kadıköy Şifa’ya, doktoruma gittim...

Doktorunuzu ve hastaneyi siz mi seçtiniz?
-Evet. Daha öncesinde bir kist ameliyatı olmuştum. Tanju Demirören yapmıştı ameliyatımı, “Yine onunla devam edeyim” dedim, başka bir doktor arayışına girmedim.

Sonra?
-Hastaneye gittim, doktorum muayene etti ve dedi ki, “Artık zamanı gelmiş. Bu gece hastanede yatın. Yarın gerekirse suni sancı veririz...” Beni nöbetçi doktora teslim etti, gitti.

Doğum şeklini doktorunuza bıraktınız...
-Tabii tabii, “İlle de şöyle olsun” diye bir talebimiz olmadı. Tamamen doktora teslimiz. Her şey onun inisiyatifinde. Bir aksilik olabileceği aklınıza dahi gelmiyor. Maaile oradayız. Akşam 10 gibi beni NST makinesine bağladılar. Bebeğin kalp atışlarına bakıyorlar. Nöbetçi doktor geldi, gitti. Kalp atışlarında düşüş olmuş! Ben biraz panikledim. Dedim ki “Tanju Bey’e haber verelim!”

Siz ağrı hissediyor musunuz?
-Hayır, hiçbir şey hissetmiyorum ama bir sıkıntı çöreklendi içime. Hemşireler dediler ki, “Nöbetçi doktorumuz sizi gördü. Biz zaten sürekli buradayız! Merak etmeyin, bu süreç normal bir süreç!” Tanju Bey’e de haber vermişler...

Geldi mi?
-Hayır. Ama haber yollamış: “Bebek sürekli aynı pozisyonda durduğu için olabilir. Yan dönsün, camı da açın, hava alsın!” Bizim de kibarlığımıza geldi, “Madem öyle söylüyor, bir bildiği vardır” dedik.

Sonra?
-Bebeğin kalp atışlarının zayıflaması giderek arttı. İlkini saat 10’da yaşadık. Sonraki 12’de. Saat 4’e kadar tekrar etti. Kalp atışları 50’nin altına düşmüş. Meğer bu, bir sıkıntı demekmiş. Çünkü suyu azalmış, dönemiyor, rahat hareket edemiyor. Çıkmak istiyor oradan! Ama almadılar.

Neden?
-E çünkü doktor evde, sabah gelecek! Eğer gelseydi ve müdahale edip bebeği alsaydı, bütün bunlar yaşanmayacaktı. Sabah çok erken geldi. Hâlâ makineye bağlıydım. Sonuçları görünce apar topar beni ameliyathaneye aldı.

Sizce bütün bunlar doktor hatası mı?

-Kesinlikle! Doktor hatası, hastane hatası... Bebek çıkmak istiyor, çıkamadığı için de strese giriyor. O yüzden dört kere kalbi duracak hale geliyor. Ve kaka yapıyor. Bebeklerde bu ilk kaka çok açık renkli olurmuş. Yaptıkça, yaptıkça koyulaşırmış. Bizimki sabaha kadar alınmadığı için, bütün ciğerlerine kaka dolmuş. Yoğun bulaştığı için de doğum sonrası temizlemek uzun sürmüş. O esnada da beyne 3-4 dakika oksijen gitmemiş ve kasları hareket ettiren merkezde hücreler ölmeye başlamış. Zeynep bu hastalığın en ağır semptomlarını gösteriyor. Kiminde sadece bir kol etkilenirmiş, kiminde bir bacak, Zeynep’in bedenindeki kasların neredeyse tümü etkilendi. O yüzden yürüyemiyor, konuşamıyor.

Bir ihmal, birinin hayatına mal oluyor! Üstelik o biri de çocuğunuz. İnsan ne hissediyor?
-Bu 9 yıl içinde bir sürü duygu yaşadım. Öfke de vardı aralarında. Hep bastırmaya çalıştım. Çünkü öfke, nefret, çocuğumla kuracağım ilişkimi etkileyecekti. Sevginin içinde öfke olmuyor. Bir yandan öfke yaşarken, bir yandan sevgi aktaramayacağımı fark ettim. Ben birilerine kızmak yerine, sevgiye konsantre olmayı tercih ettim. Çünkü Zeynep’in en çok ihtiyacı olan şey sevgiydi.

Haberin Devamı

HASARIN TEDAVİSİ YOK


Hastane ve doktor hatasına rekor tazminat: 2.5 milyon lira

Nörologlar, “Hasarın geriye dönük tedavisi yok” diyorlar. Ama ekliyorlar: “Beyin enteresan bir yapı. Hasar gören bölgenin etrafında hasar görmeyen hücreler de var. Zeynep, yaşamı boyunca yoğun fizyoterapi alırsa, hasar gören hücrelerin görevini, hasar görmeyen hücreler yapabilir.” Biz de bunun için uğraşıyoruz...

ZEYNEP BİZİ SEÇTİ!

Hastane ve doktor hatasına rekor tazminat: 2.5 milyon lira


Bebeğinizi ilk nereden gördünüz?
FATİH: Yoğun bakımda küvezde yatıyordu. Hortum sokmuşlar ağzından içeri. Elleri bağlı. Rengi mosmor. O kadar acıklıydı ki hali, el kadar da bir şey. Doktor anlatıyor, “Bunlar olmazsa nefes alamaz, ciğeri sönebilir!” Perişan oldum tabii. Ayaklarım filan titremeye başladı. Sonra nörolog geldi: “Yürüyemez, konuşamaz, mental şu şu problemleri olabilir!” Sözün bittiği yer! Yıkıldım, annesine nasıl söyleyeceğimi bilemedim.

Siz ne zaman öğrendiniz gerçeği?
BEYZA: Herkes sus pus. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Bir terslik var ama ne. Bir süre sonra beni de yoğun bakıma indirdiler. Onu orada öyle görünce öleceğim sandım. O kadar çaresizdi ki. Onu oradan kurtarasım, kapıp gidesim geldi. İşte orada fark ettim ki yıkıcı duyguların bana bir faydası yok. Nefret ve öfkeyle sevgi bir arada barınamıyor. Ben hastaneyi, doktoru, onu bunu bırakıp, sadece bebeğimize yoğunlaştım. 11 gün sonra onu alıp, eve döndük.

Nasıl açıklıyorsunuz tüm bu olup biteni?
FATİH: Farklı bir inanç sistemimiz var. Biz hayatta, tesadüf, şans gibi şeylerin olmadığına inanıyoruz. Tekamül planımız gereği, Zeynep bize geldi. Kader filan değil yani. Olup biten her şeyi, ‘kader’e bağlarsanız, “Neden ben? Neden biz?” diye sorgulamaya başlarsınız. Tehlikeli bir çizgi o. Allah’tan biz oraya sapmadık. Hep şöyle dedik: “Başımıza gelenlerin muhakkak bir sebebi var!”

BEYZA:
Biz çocukların anne ve babalarını seçerek geldiklerine inanıyoruz. Zeynep de bizi seçerek geldi. Ne şekilde geldiğinin hiçbir önemi yok. Onun buradaki bedeninde olan sorunlar bize göre ‘engel’, ona göre değil. Biz onun bizlerden çok daha gelişmiş bir ruhu olduğuna inanıyoruz. Ve bir görevle geldi. Bizlere birçok şeyi öğretmek için geldi. Öyle bir bakar ki, konuşamasa da bakışlarıyla anlatır. İnanılmaz sevgi dolu, sevecen ve güler yüzlü bir çocuktur. Biz başımıza gelenleri, yaşamamız ve ders çıkarmamız gereken bir deneyim olarak değerlendiriyoruz. Ve kızımıza maksimum fayda sağlamak için de kendimizi parçalıyoruz.

Haberin Devamı

DOKTOR VİCDANIYLA BAŞ BAŞA KALACAK


Hastane ve doktor hatasına rekor tazminat: 2.5 milyon lira

Peki bütün bu süreç içinde, size üzüntüsünü dile getiren, özür dileyen oldu mu?
BEYZA: Doktorumuz üzgün olduğunu söyledi. “Böyle bir çocuk dünyaya getirmeye hakkım yoktu benim!” dedi. Böyle bir cümle kurdu. Üzgündü gerçekten. Ben de “Evet ama bunun geri dönüşü yok! Zeynep hayatını hep bu şekilde sürdürecek. Siz de vicdanınızla baş başa kalacaksınız!” dedim. Ama içimden...

Peki dışınızdan, “Keşke gelseydiniz o akşam!” demediniz mi?
BEYZA: Hayır! Gerçekten üzgündü çünkü. Onu teselli etmeye çalıştım. Kızımızın bize ihtiyacı vardı, kin ve nefret kusmanın kimseye bir faydası olmayacaktı. Sonraki dönemlerde, evimizde Zeynep’le baş başa kaldık. Beslenmesinde çok zorluk yaşadık. Sadece belli bir pozisyonda beslenebiliyordu. Dört kere filan kustuğu oluyordu. “Böyle giderse dışarıdan delik delip mamayla beslemek zorunda kalacağız!” dediler. Anne olarak kendimi yetersiz hissettiğim çok zaman oldu. Bir gün çöktüğüm anlardan birinde, babam, “Seni böyle omuzların düşük bir şekilde görmek istemiyorum” dedi, “Madem bu bizim başımıza geldi, kabullenip en iyi şekilde bakacağız hep beraber.” O gün de benim için bir dönüm noktasıdır. Bu arada adı Lal’di bebeğimizin, Zeynep olarak değiştirdik.

Neden?
FATİH: Çünkü Lal’in Türkçede dilsiz, konuşamayan anlamına geldiğini de öğrendik. Biz Zeynep’in hastalığı konusunda kendimizi çok geliştirdik.

BEYZA: Gerçekten de öyle. Sorunu kaslarla ilgili olduğu için gözleri de bozuk mesela. Gözde kaslar var. Midede kaslar olduğu ve çalışmadığı için kusuyordu, aynı şekilde hazımda problemleri vardı. Konuşamaması da konuşma merkezindeki bir sıkıntıdan kaynaklanmıyor, dilini kullanamıyor. Bir nörolog ismi verdiler mesela. Dr. Meral Ö. hocaların hocasıymış. Gittik. Zeynep’i muayene etti. Raporlarına baktı. Ve dedi ki, “Bu çocuk asla sizi tanımayacak! Asla konuşamayacak! Asla yürüyemeyecek!” Öyle duygusuz bir şekilde söyledi ki, ben orada ölecektim! Neticede sözünü ettiği kişi, benim evladım. Çöpe bırakıp gidecek halim de yok ya. Ama öyle konuştu. Fenalaştım, “Oturabilir miyim?” dedim. Yanımda da annem vardı. Sonrasında bu konuda çok okudum, araştırdım. Ve şunu anladım: Kimseyle böyle konuşmamak lazım. Bu kadar net çizgiler yok hayatta. Bir sürü mucize yaşanabiliyor. Zeynep’in bugünkü hali de bir mucize. Ben o konuşma üzerine, kendimi kapatabilirdim. Hayata küsebilirdim. Yapmadım. Ama o akşam karı-koca kendimize bir söz verdik. Ne zaman bilmiyoruz ama bir gün, kızımızın elinden tutarak o doktorun karşısına çıkacağız!

FATİH: O günden sonra Zeynep’in tedavisine hız verdik. Fizyoterapi, konuşma terapisi ve daha bir sürü terapi başladı.

Haberin Devamı


İŞTE O KARAR


Hastane ve doktor hatasına rekor tazminat: 2.5 milyon lira
Hastane ve doktor hatasına rekor tazminat: 2.5 milyon lira


AVUKAT ŞENOL ÇİLEK: TÜRK YARGI TARİHİNDEKİ EN YÜKSEK TAZMİNATLARDAN BİRİ


Hastane ve doktor hatasına rekor tazminat: 2.5 milyon lira

9 sene süren bu hukuk savaşını nasıl kazandınız?
-Kolay olmadı. Fatih ve Beyza’yı cesaretlerinden dolayı kutluyorum. Zordur böyle bir dava açmak. Mücadeleden vazgeçmediler.

Siz aynı zamanda arkadaşlarısınız...
-Evet. Arkadaştan öte kardeş gibiyiz. Zeynep, aynı zamanda bizim çocuğumuz. Sekiz aylıktı davayı açtığımızda. Yürüyemeyen, konuşamayan ama dünya tatlısı bir çocuk Zeynebimiz. Aile, “Birilerinin bir şey yapması lazım, yoksa bu düzen böyle devam edecek” insiyakıyla dava açmak istedi. Ben de bir hukukçu olarak onları destekledim. Bu ülkede, adaletin işlemediğine dair genel bir algı var. Hele hastanelere, doktorlara dava açmanın bir faydası olmayacağını düşünüyor insanlar. “Hastane çok güçlü, nasıl mücadele edeceksiniz ki! Doktor, doktoru tutar, mümkün değil kazanamazsınız!” diyorlar. Ama yanılıyorlar. Katıkçı Ailesi, Kadıköy Şifa’ya dava açtı, mahkeme onları haklı buldu. Karşı tarafı, çok büyük bir tazminat ödemeye mahkûm etti. Aslında onlar, farkındalık yaratmak ve başka ailelere örnek olmak istediler.

Hastanenin tavrı ne oldu?
-Ne siz sorun, ne ben söyleyeyim! O kadar çok kusur ve ihmal olmasına rağmen hiç üzerlerine alınmadılar. Onu bırakın, anne ve babadan özür bile dilemediler!

Neden bu kadar uzun sürdü dava?
-Türkiye burası! Biz raporumuz geldiğinde, Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesi’ne gönderdik. İhtisas Dairesi, doktoru ve hastaneyi kusurlu buldu. Rapor lehimize geldi. Hastane itiraz etti. “Kurulda eksiklik var” dedi, yeniden Adli Tıp’a gitti. Tam 3 kere rapor alındı Adli Tıp’tan. Üçünde de hastane ve doktor kusurlu bulundu ve bu dava, bundan 5 sene önce aşağı yukarı 800 bin lira civarında tazminat bedeliyle lehimize sonuçlandı. Yargıtay’a gönderdiler, temyiz ettiler. Yargıtay o kararı bozdu ve dedi ki, “Adli Tıp raporunda her ne kadar hastalık ve kusur tespit edilmişse de hastalıkla, kusur arasında bir illiyet bağı cümlesi açıkça yazmıyor. Yeniden tespit edilsin!” O tespit yapıldı. “İlliyet bağı vardır” dendi. Bu da yaklaşık üç yıl sürdü! Üç kere de o zaman rapor Adli Tıp’a gitti geldi. İnanamayacağınız kadar çok uğraşıldı. Yargıtay’ın istediği bütün eksikler tamamlandı. Mahkeme sonuçlandı. Dava, temyiz aşamasında ama artık Yargıtay’ın itiraz edebileceği bir şey kalmadı...

Bu, emsal bir dava mı sizce?

-Kesinlikle! Türk yargı tarihindeki en yüksek tazminatlardan biri. Maddi tazminat, faiziyle beraber 2.5 milyon lirayı bulacak. Ayrıca 125 bin lira da manevi tazminat vermeleri gerekiyor. Zeynep hayatı boyunca başkasına bağlı yaşamak zorunda olduğu ve olacağı için ‘destekten yoksun kalma tazminatı.’

Zeynep’in hastalığının adı ne?
- Serapler palsi.

Tam olarak nedir?
-Beynin, kasları yöneten motoruna oksijen gitmemesi ve bu yüzden işlevini tamamlayamaması. Şu an hiçbir şekilde çalışmıyor. Beyin, vücut kaslarına hükmedemiyor. İlk önce dediler ki, “Bu, bizim hastanedeki yıkama ve ciğerleri temizleme operasyonundan kaynaklanmıyor. Araştırılsın. Kesinlikle genetik!” Ama sonra Fatih ve Beyza’nın ikinci çocukları Su dünyaya geldi. Gayet sağlıklı bir çocuk. O zaman, genetik yapı iddiasından söz etmez oldular! Zeynep doğduğunda, bütün iç tarafı ciğerler vesaire kakayla dolmuş ve nefes alamıyor. Ciğerleri temizleme operasyonu çok uzun sürüyor ve beyne oksijen gitmediği için bu hasar oluşuyor. Ama tabii bunu kabul etmiyorlar. Başka iddialar öne sürüyorlar. Üç kere avukat değiştirdiler. Toplamda beş avukat çalışıyor hastane için, doktorun da ayrı avukatı var.

Şu an dava tam ne aşamada?
-Karar yazılma aşamasında. Bundan sonra temyize gidilecek. Tahmin ederim bir altı aylık sürecimiz kaldı. Ama Beyza ile Fatih’in haklı olduklarını ispatlayabilmeleri tam 9 yıl aldı.

Bu ailenin dava açabilecek ve devam edecek gücü ve parası var!
-Aynen öyle! Gücü olmayanları düşünemiyorum. İnsanlar o yüzden dava açmıyorlar, haklı oldukları halde peşine düşmüyorlar. Ama çok acıdır ki, onların yüzünden bir kız çocuğu yüzde 100 engelli geldi bu dünyaya. Bu, yenilir yutulur bir şey mi? Bakın Amerika’da Zeynep’e bakıyorlar ve diyorlar ki, “Türkiye’nin kırsalında mı oturuyorsunuz? Büyük şehirlerde, büyük hastanelerde böyle bir şey asla olmaz!” Bu dava Amerika’da açılmış olsaydı, çok çok büyük tazminat rakamları çıkardı.

ALLAHIM BİZE BİR ÇIKIŞ YOLU GÖSTER


Hastane ve doktor hatasına rekor tazminat: 2.5 milyon lira



Birilerinin ‘bedel’ ödemesi gerekmiyor mu?
FATİH: Biz ‘bedel’ kelimesini hiçbir zaman kullanmadık. Biz, büyük tekamül planı çerçevesinde, herkesin yaptığı şeyin farkındalığına varıp, üstüne düşen sorumluluğu alması gerektiğine inanıyoruz. Anne baba olarak, üstümüze düşen sorumluluklar var. Doktor ve hastanenin de var. Sonuçta tüm bunlar bir ‘plan’ doğrultusunda oldu. Doktor ve bizler, bu planın aktörlerinden biriyiz. Zeynep’in tekamül geliş planı böyle. Bizim planlarımızla bir şekilde kesişti. O bizi seçti...

Bütün bu anlattığınız şeyler, yaşadığınız büyük acıyla başa çıkabilmek için geliştirdiğiniz bir savunma mekanizması olamaz mı?
FATİH:
Elbette olabilir. Çünkü öyle bir şey yaşıyorsunuz ki bugüne kadar size öğretilen toplumsal, dini, ahlaki şeyleri kullanarak sorularınıza cevap alamıyorsunuz. Biz hep, “Allahım bize cevap ver, çıkış yolu göster” diye hep dua ettik. Neler neler okumadık ki. Kutsal kitapları okuduk. Mevlana okuduk, tasavvufa daldık, Bedri Ruhselman’ın ‘İlahi Nizam Ve Kainatı’nı okuduk. Spritüel olarak kendimizi eğittik. Enerji çalışmaları yaptık, şifalı sular bile kullandık. Kimilerine saçma gelebilir ama bir sürü mucize yaşadık. Zeynep şu anda normal yemek yiyebiliyor. Allah’a şükür hiçbir nöbet geçirmedi. Pek çok uzmana gittik. Çoğu da “Çok emek var bu kızın üstünde! Müthiş bir iş başarmışsınız!” dedi. Dünyadaki en gelişmiş ‘serepral palsi’ merkezlerinden birine gittik. Amerika’daydı. Doğru yolda olduğumuzu, yoğun bir şekilde fizyoterapiye devam etmemizi söylediler.

Ne sıklıkla fizyoterapiye gidiyor Zeynep?

BEYZA: Fizyoterapist eve geliyor. Devlet sadece ayda 3-4 kere fizyoterapi veriyor, çok yetersiz, bir sonuç alabilmeniz neredeyse imkânsız. Evin bir katını terapi merkezi haline çevirdik. Bizimle çalışan bir ablamız var. Onun dışında bir de Zeynep’in ablası var, onun gölge öğretmeni, yaşam koçu, okula da beraber gidiyorlar.

Ne kadar yol kat etti?

BEYZA: Çoook. Herkes önce “Beni anlıyor mu?” diye soruyor. Biraz vakit geçirince her şeyi anladığını fark ediyorlar. Sevgi dolu bir çocuk. Özgüveni de yüksek. Biz Zeynep’i hayatın içine katmak için elimizden geleni yapıyoruz. Tiyatrosundan konserine, pazarından metrosuna kadar her yere götürüyoruz onu...

Neleri seviyor?
FATİH:
Mesela at binmeyi. Uzun zamandır at biniyor. Marmaris’te bir dönem yunuslarla yüzdük. Yüzmeyi çok seviyor. Mümkün olduğunca yüzüyoruz. Çünkü kaslar için de çok önemli onun için.

Okula da gidiyor...
BEYZA: Evet. Esas olarak sosyalleşmek için gidiyor. Öğretmeni, fizyoterapisti, konuşma terapisti, pedagoğu ve nöroloğu var. Hepsinin ortak kararı: Kesinlikle normal çocukların gittiği bir okula gitmeli çünkü mental olarak zekâsında hiçbir sıkıntısı yok. Ama çoğu okul kabul etmiyor. Allah’tan güzel insanlar da çıkabiliyor karşınıza! Sitemizin içindeki Doğa Koleji sağ olsun Zeynep’i kabul etti. 5 yıldır orada. Anaokulundan başladı, şimdi üçüncü sınıfta. İngilizcede başarılı. Matematikte başarılı. Elleriyle bir sistem geliştirmiş. Dört kere dört deyince, bir formülü var, elleriyle 16’yı gösterebiliyor. Genelde şıklı yapıyorlar onun testlerini. Çok severek gidiyor. Herkes de onu seviyor.

BİZDEN SONRA ZEYNEP’E N’OLACAK?



Hastane ve doktor hatasına rekor tazminat: 2.5 milyon lira


Siz yaşarken harika. Sonrası için neler düşünüyorsunuz?
FATİH: En büyük sorumuz bu. Türkiye’de engellilerin durumu belli. Bizim amacımız Zeynep’i kimseye muhtaç olmadan kendini idame ettirecek noktaya getirebilmek. 20’sinde olur, 30’unda olur, hiç olmayabilir de. Kendime bazen kızıyorum, geleceği çok düşünüyorum diye. Yaptığımız hatalardan biri, ya çok geçmişe takılı kalıyoruz ya da çok geleceği düşünüyoruz. O zaman da bugünü yaşayamıyoruz. Ben mümkün olduğunca ‘an’ı yaşamaya çalışıyorum. Ne kadar çok şey verebilirsem vermeye çalışıyorum.

ÇOK ŞEY ÖĞRENDİK

“Doğruların gözle görülmeyen orduları vardır!” denir ya, doğru gerçekten. 9 yıllık dava süresince çok şey öğrendik. Sabırlı olmayı, sebat etmeyi, vazgeçmemeyi. Davaya başladığımızda, “Durumumuz bu, doğrularımız bu, pes etmeyeceğiz, doğru yolda gideceğiz” dedik. Belki onun için dokuz sene sürdü. Bu sürede biz de olgunlaştık. Parasında olmadığımız için, kararın mahkemece doğruluğunun ispatlanmış olması bile yeter!

Yazarın Tüm Yazıları