Hangisi daha iyi: Gerçekçi çocuk mu? Hayalci çocuk mu?

“Noel Baba diye bir şey yok, ben biliyorum” dedi kendinden en emin haliyle.

Haberin Devamı

“Anneleri babalar çocuklara hediyeler alıyorlar, Noel Baba getirdi diye yutturuyorlar.”
“Ya öyle mi? Sen, Noel Baba’ya inanmıyorsun yani?” dedim.
“İnanmıyorum tabii” dedi.
Birden çok üzüldüm.
6 yaşında böyle şeyler düşünmesine, bu kadar gerçekçi olmasına...
Okulda birkaç arkadaş konuşup Noel Baba’nın olmadığına karar vermişler, bak sen.
Bütün o şömine hikayeleri palavraymış.
Zaten Noel Baba’yı bugüne kadar gören de yokmuş.
Bir şeyi, bir varlığı görmemesi onu yok olduğunu kanıtlamaz ki!
Böyle demedim tabii.
Biraz kafasını karıştırayım istedim...
“Peki Allah var mı?” dedim.
Ne biçim soru der gibi yüzüme baktı.
“Tabii ki!” dedi.
“Onu gören olmuş mu?”
Birden ne diyeceğini şaşırdı, afalladı.
Sonra... Biraz sonra... Yemin ederim, beyninde bir ampul yandı.
Gördüm yani.
Gülümsedi.
“Dur, dur, nereye gidiyorsun?” diye seslendim arkasından...
“Noel Baba’ya mektup yazmaya” dedi, “Bu Noel getirmesini istediğim hediyeyi tarif edeceğim, hatta çizeceğim. Sonra da mektubu Kuzey Kutbu’na göndereceğim...”

Haberin Devamı

Doktor eşimin iç organlarını gösterdi Muhteşemdi!
 
Sizin organ naklinde yaşadığınız deneyimin benzerini, ben eşimin sezeryanında yaşadım. Hep hayalimdi ama doktorumuzun ne diyeceğini bilemedik. Şanslıydık. Kendisi de kendi eşinin doğumunu gerçekleştirmiş, “Kaçırmaman gereken bir deneyim, mutlaka gir, bebeğinin doğumunu gözlerinle gör” dedi.
Eşim, epidural sezeryan oldu, uyanıktı. Önce yanında oturdum, saçlarını okşadım, öptüm. Söz vermiştim ona her zaman yanında olacağım diye, sözümü tuttum. Oğlumuzun doğuşunu birlikte sevinç gözyaşlarıyla izledik. Hayat boyu unutmayacağım bir andı.
Kim ne derse desin, eşim hala benim için en değerli varlık eşim. Öz evladım bile ondan sonra geliyor.
Genellikle çocuktan sonra babalar, ameliyathanede çıkıyorlarmış, ben çıkmadım. Doktor son dikişi atana kadar yanındaydım. İşte o arada muhteşem bir şey oldu: Doktor bana eşimin tek tek iç organlarını gösterdi doktor. “Bak bunlar yumurtalıklar, ince bağırsaklar...” Bir sürü soru sordum, sağ olsun hepsini cevapladı.
Ve anladım ki, böyle bir deneyimi 18 yaşında yasasaydım, kesinlikle cerrah olurdum ama geçti artık, yas 30.
Size teşekkür ediyorum, bence bu tür yayınlarınızla sadece transplantasyonu ve organ bağışını değil, aynı zamanda doktorluk mesleğine olan ilgi ve saygıyı da arttırıyorsunuz./images/100/0x0/55eaa1eaf018fbb8f88cb8d9
Yıllar önce bir film izlemiştim, doktorun birini tanrı rolü oynamakla suçlanıyordu. Doktor şöyle savundu kendini: “Evet ben tanrıyım, ameliyathaneden çıkınca bana dua ediyorsunuz, benim gözlerime bakıyorsunuz, iste bu yüzden sizin için o anda tanrı benim”. Ben cerrahların tanrı olmasalar bile, onun dünyadaki yansımaları olduklarına inanıyorum. Hiç kimseye aldırmadan yolunuza devam etmeniz dileğiyle... (Onur.)

Haberin Devamı

Ezel şimdi de Dubai’yi kasıp kavuracak

Ho! Ho! Ho!
Ezel, Birleşik Arap Emirlikleri’ni kasıp kavuracak...
Çok yakında...
Dün Dubai’nin sahil yolu (Beach Road), şu gördüğünüz afişlerle kaplıydı, sıra sıra...
Dizinin bütün kahramanları tek tek boy gösteriyordu...
İnsanlar meraklı meraklı bakıyordu...
İçimden, “Vah vah, Araplar başlarına geleceklerden habersizler!” dedim...
Ezel, onların da kanına girecek, bakın yazıyorum buraya...

 */images/100/0x0/55eaa1eaf018fbb8f88cb8db

Türk dizileri, dünyayı fethe çıktı, Ortadoğu’dan başladı.
Daha önce Gümüş’le Songül Oben ve Kıvanç Tatlıtuğ ortalığı fena karıştırmışlardı.
Mısır El Eser Üniversitesi, “Bu dizileri seyretmeyin, bunlar ahlak bozar!” fetvası vermişti, “Türk dizileri Arap ülkelerinde neden bu kadar çok izleniyor?” sorusu, sosyolojik araştırmalara konu olmuştu.
Dizinin çekildiği yalıya turlar düzenlemişti.
Şimdi sıra Ezel’de.
Bakalım Araplar, Kenan İmirzalıoğlu’na Kıvanç Tatlıtuğ’dan daha çok prim verecek mi?
İçimden bir ses öyle olacak diyor.
Arap kadınları, Kenan’a bayılacaklar...

Fotoğraf: Demet Şen

Haberin Devamı

KIZMAYIN DENİZ’E

İnsan, çocuğunun 1. doğum gününü, evet abartıyor.
Hatta görgüsüz oluyor.
Deniz Akkaya’ya kızamıyorum yani.
Ben de gidip matbaa bulup, o güne özel davetiye filan bastırmıştım.
Sonra da herkesin kapısına bırakmıştım, özeneceğim ya.
Dünyanın en acayip pastasını yaptırmıştım, Fransız bir şefe.
Bir sürü insanı eve toplamıştım.
Tamam kabul ediyorum, görmemişsin, görgüsüz oluyorsun...
Ama ne var bunda?
Doğru, 12 aylık bebek, birinci doğum gününden hiç bir şey anlamıyor, aval aval etrafa bakıyor, hatta kalabalık onu korkutuyor.
Ama annenin duruma da aslında ondan farklı değil ki, o 12 aylık bebekse, o da sadece 12 aylık anne...
Benzer bir şaşkınlık içinde.
Haliyle, farkında olmadan abartıyor.
Ve her şey bir saçmalık içinde gelişiyor.
Bir de şu var...
Çocuğu bir yaşında olan bir kadın, ne kadar öyle görünse de, tam olarak eski, normal halinde değil...
Hormonların değişimi ona damgasını vurmuş durumda, tamamen normal davranıyor olsa da...
Ayrıca Deniz Akaya vakasında, annenin ruh haline tüy diken yardımcı etkenler de var, ortada olmayan bir baba gibi, başkasıyla evlenip tekrar baba olmaya hazırlanan bir baba gibi...
Her şey zaman alıyor...
Bir annenin eski kendisi olabilmesi için en az üç dört yıl geçmesi gerekiyor.
Gerçi ben hiç olamadım ama...
O yüzden Deniz’in durumuna ukalalık eden erkeklere, “Sen hiç doğum yaptın mı?” demek istiyorum...
O zaman sus!

Haberin Devamı

Ne olacak bu memleketin hali

Avustralya’da birden şu soruyu sordum kendime:
“Nasıl oluyor da insanlar burada, bu kadar huzurlu, mutlu, sakin.. Ve bizim ülkemiz huzursuz, mutsuz, karışık, kaotik... Neden bizde sorunlar bir türlü bitmiyor... Bu insanlar nasıl böyle şahane bir ülkeyi yoktan var etmişler.. Üstelik bunlar dünkü çocuk, tarihleri bile yok, ama bizden çok ilerideler... Bizde ise gazeteyi, televizyonu açmaya gör...Bir itiş kakış, küfür, kıyamet... Bir türlü hiçbir şey paylaşılamıyor... Herkes birbirine düşman... Ben kendimi bildim bileli öyle... İktidar bir türlü paylaşılamıyor...
Neden ya!
Neden bu rantı kim yiyecek kavgası?
Kırmızı şarap içip, düşünmemeye çalıştım...

Haberin Devamı

Ben de pazartesi sabahı Bir sezeryana giriyorum

Onur. Çok güzel ifade etmişsiniz kendinizi. Bayıldım. Eminim eşiniz sizinle gurur duyuyordur, hak ediyorsunuz. Bu ülke, “Ben yapamam, dayanamam, bir daha karımla sevişemem” diyen erkeklerle dolu. Davranışınızın örnek olmasını, yaygınlaşmasını dilerim. Ama ne yazık ki organ nakli izlenimlerimden sonra, Sabah Gazetesi, beni o ameliyata girdiğim ve böbreğe dokunduğum için eleştirdi. Üstelik bunu yapan çok sevdiğim bir arkadaşım, sağlık editörü Esra Tüzün. Beni savunan bir iki cerrahtan görüş almış ama esas olarak, itiraz eden doktorların görüşlerini yayınlamış. Oysa kaç hastane, kaç doktor, “Gelin bizim ameliyatları da yazın, insanları nelerle uğraştığımızı bilsinler, organ nakilleri yaygınlaşsın” diye aradılar. Allah aşkına o ameliyatı yapan ben değilim, sadece gözlemciydim, orada olan biteni aktardım. Aslına bakarsanız, yazı kullandıkları çok güzel bir cümle vardı, “Biz bu haberi kıskançlık için yapmıyoruz.” Güldüm okuyunca. Peki o zaman niye böyle bir şey söylemek ihtiyacı duyuyorsun? İçgüdüsel bir davranış biçimi. Basbayağı kıskançlık işte. Neyse ben tabii yoluma devam ediyorum, pazartesi sizinki gibi bir sezeryan ameliyatına giriyorum. Bir doğumu görmek istiyorum, bir bebeğe dokunmak istiyorum. Anne “Seve seve gelin” diyor, doktor izin veriyor, hastane “Tamam” diyor. Ama eminim yine itiraz edecek, kıskanç gazeteciler çıkacaktır!

Yazarın Tüm Yazıları