Bize her gün binlerce mail geliyor.
Bir kısmı deli saçması.
Direkt çöp kutusu.
Ama Z.’den mail’i ciddiye aldım.
Çünkü:
1. Bu müessesede çalışan biri.
2. Güvenilir biri.
3. İyi eğitimli biri.
Bana İpek Cihan Bilgin’le mutlaka tanışmam gerektiğini söylüyordu.
Geçmiş zaman terapistiymiş.
Birçok defa ona danışmış.
Bu hayatta çözemediği sorunların bir kısmının geçmiş hayatlarından kaynaklandığını öğrenmiş. Oturup birlikte o sorunları temizlemişler.
Mail şöyle devam ediyordu:
“Ben İpek’in yardımıyla, geçmiş iki yaşamımla ilgili vizyonlar gördüm. Yani görüntüler geldi gözümün önüne. 285 değişik hayat yaşadığımı ve bu dünyaya oldukça alışık bir ruh olduğumu öğrendim. Mısır’a yıllarca hiç gitmek istememiştim. Nedeni varmış. Çünkü Mısır’da çok zor hayatlar yaşamışım. Hatta bir hayatımda ülkeyi yönetenlerden biriymiş, çok yalnız kalmışım. Üzerimde altın renkli bir elbise vardı, bacaklarım cılız ve tüylüydü. Kendime acıdım bir anda, o anı hissettim.
En son hayatımda, Kuzey İtalya’da, 1966 senesinde yüksek tansiyondan ölmüş, 2 kızı ve 3 torunu olan bir kadın olduğum ortaya çıktı. En önemlisi, oradaki evimin içini ve kapıdan dışarısını çok net gördüm, hâlâ unutabilmem mümkün değil.
Ailemle ilgili olarak, bu hayattaki babamla aynı yerden gelmiş ruhlarız. Yani aynı ruh ailesinden, ya da ‘yuva’dan. Annemle de, ilk bir araya gelişimiz değil. M. Ö 70 yılında, Orta Avrupa’da, iki asker arkadaş olarak yaşamışız. Annemde hâlâ o dönemdeki askerliğinin kalıntılarının olduğunu düşünüyorum. Kızımla, bu hayatta bir araya gelmemizin sebebi de birlikte yükseliş anlamında özel bir proje gerçekleştirecek olmamız.
Ben Paris’e çok sık giderim. Tek başıma, bilmediğim sokaklarında saatlerce dolaşırım. Onun da sebebi varmış, daha önce Paris’te çok güzel hayatlar yaşamışım.
Haaa bu kadar değil! İpek’le ayrıca, enerji çalışmasıyla 20 kilodan fazla verdim. Her bir araya gelişimizde, kilo almama neden olan yanlış inanışlarımı bulduk, temizledik. Çalışan bir anne olarak, kızımla ilgilenemediğim için suçluluk duyuyordum. Bu yüzden eve gelince, kızımla ilgilenmek yerine, oturup bir tencere yemeği anında bitiriyordum. Bu konunun önce farkına varmamı sağladı. Sonra niyet ederek, enerji gönderdik ve temizledik. Eski yaşamlarımdan, kıtlıklardan, savaş yıllarından kalan, ‘Yemek bulduğun zaman ye. Aç olmasan bile ye. Sonra bulamazsın, aç kalırsın’ yanlış inancımı da temizledik.
Mutlaka tanışın bu kadınla...”
Siz böyle bir mail aldığınızda ne yapacaksanız, ben de onu yaptım.
Doğruca Moda’ya gittim.
İpek Bilgin Cihan’dan önce beni o yeşil erikler mahvetti!
Sokakta satılıyordu, çok baştan çıkarıcı duruyorlardı.
Eski hayatlarımdan hangisinde eriğe meraklı olduğumu öğrenmek üzere eve girdim.
Kedili bir ev. Melekli bir ev. Her yerde melek bibloları, resimleri var. Bir de canlı şahane iki kedi. İpek Cihan Üsküdar Amerikan Lisesi mezunu, sevimli, cana yakın biri.
Olaya damardan girdik.
Kanapede oturuyorum, gözlerim kapalı. Hayalimde eriklerin, ekşi, sulu, kütür kütür tadı... Geçmiş hayatlarıma götürecek İpek beni. Yolculuk başlıyor. Önce niyet etmek lazım, rica etmek lazım, dua etmek lazım, melek Mikail’den izin istemek lazım, doğru frenkansa gelmek lazım.
Erikler aklımı karıştırıyor, doğru frekansı bulabilecek miyim acaba?
İpek komutları veriyor, ben tekrarlıyorum.
Sağ kolumu kaldırmamı istiyor.
O aşağı itince, kolum havada kalıyorsa, doğru söylüyorum.
İniyorsa doğru değil, uydurma.
Diyor ki, “Senin yaşadığın hayat sayısı 92.”
Kolum aşağı iniyor.
“265” diyor.
Kolum aşağı iniyor.
“383” diyor.
Durdu kol.
“Vayyy be!” gururlanıyorum, “Epey hayat yaşamışım, tecrübeli bir ruhum” diyorum içimden.
“Hangi hayatına dönmek istersin?” diye soruyor.
“Hayatlarımdan hayat seçeceğim aman Allah’ım!” biraz heyecanlanıyorum.
Yeşil erikler hâlâ aklımda.
Elimle ittiriyorum, gitmiyorlar.
“Senin için önemli bir hayata gidelim” diyor.
“Hay hay da nereye, hangisine, nasıl?”
Sorgulamaya başlıyor:
“Ortaçağ’da yaşadın mı?”
Kol aşağıda.
“Haçlı Seferleri’ne katıldın mı?”
Kol aşağıda.
“Rönesans?”
Kol aşağıda.
Rönesansı kaçırınca biraz bozuluyorum.
Da Vinci’nin çırağı filan olsam ne güzel olurdu.
Birden “Peki İsa’nın zamanında var mıydın?” diyor.
Ve inanmayacaksınız benim kol, sabitleniyor.
Haydiii... Kutsal topraklara gidiyoruz.
“Ne görüyorsun?” diyor.
Neden öyle diyorum bilmiyorum, ama “Sokaklar” diyorum, “Dar geçitler, çöl renkleri, beyaz elbiseli adamlar, ayaklar, koşuşturan insanlar, endişe, bir yere giriliyor, bir eve...”
“İçeride ne görüyorsun?” diyor.
“Konuşuyorlar” diyorum. “Birini bekliyorlar...”
“Kimi?” diye soruyor. “İsa mı yoksa?” diyor.
Kolum yine sabitleniyor.
Meryem Ana’yı soruyor.
“O da orada mı, görüyor musun?”
Neden bilmiyorum, “Görüyorum” diyorum.
“Sarışın mı?” diyor.
“Hayır” diyorum, “Esmer”, kolum yine kazık.
İpek diyor ki, “Evet, evet ben de görüyorum, esmer.”
“O eve çok girip çıkıyor musun?” diye soruyor.
Tahmininiz doğru, kol sabit.
“Başka kim var?” diyor.
Çok saçma ama “Ömer” diyorum, “Sevgilim.”
Artık orada İsa’nın evinde ne işi varsa!
Gerçi, benim ne işim olduğunu ben de bilmiyorum.
Ama ben o zaman erkekmişim, ruhum aynı, beden erkek; sevgilimin de ruh aynı, beden kadın.
Bir ara Ömer acaba Meryem Ana olabilir mi diye şüphe etmedim değil, ama kimseye söyleyemedim haliyle!
Anlıyorum ki, geçmiş hayatlarımdan birinde ya İsa’nın havarisiyim ya da onun gibi bir şey.
Kolumun inip kalkmasından anladığım bu!
Gözümü açıyorum, erikleri görüyorum.
Artık dayanamıyorum.
Bir tanesini ağzıma atıyorum.
“Başka bir hayatına daha gitmek ister misin?” diyor.
“Hay hay buyrun gidelim” diyorum.
Gözleri yine kapatıyorum.
Kol yine devrede.
Soruyor İpek: “İkinci Dünya Savaşı’nda yaşadın mı?”
Kol havada.
“Yahudi misin?”
Kol aşağıda.
“Nazi misin?”
Aman Allah’ım, bu ne büyük bir utanç, kol havada!
Alman subayıymışım.
SS hem de.
O canavarlardan biriymişim, ama iyi kalpliymişim.
Bir sürü derdim, acım var.
Üzülüyorum, kederliyim.
Bir başka hayatımda İtalya’da yaşamışım.
Küçük bir çocukken araba kazasında ölmüşüm.
İpek ısrarla bana soruyor.
“Bu son hayatına neden geldin? Misyonun ne, neyi tamamlamak için?
Buna cevap vermek istemedim herhalde.
Gözümü açtım, İpek bana sevgi dolu bakıyordu, “Yoruldun mu?” diye sordu, “Evet” dedim, bıraktık.
Oh be ağzıma bir erik daha attım!
İpek Cihan Bilgin’e gelirken, yolda Senih’le, hayatlarımız üzerine, bu işi ne zaman bırakacağımız üzerine konuşuyorduk.
Senih bana dedi ki, “Emekliliğim yaklaşıyor. Olunca tek istediğim güney’de bir yerde yaşamak, sevgilimle, kedimle... Rahat rahat keyifle... Mutlu olmayı hak ettiğimi düşünüyorum.”
“Deli misin tabii ki olur... Bu kadar çok istiyorsan kesin olur” dedim.
“Nereden olacak, para lazım” dedi.
Bunları konuştuk, eve girdik.
Önce fotoğrafları çektik.
Senih fotoğraflar güzel olsun diye her zamanki gibi çok uğraştı.
Sonra röportaj başlamadan gitmek istedi, işi varmış.
Tam kapıdan çıkmak üzereyken, İpek onu durdurdu ve ikimizi çok şaşırtan bir şey söyledi:
“Daha fazlasını söylemeyeceğim, bu kadarını bilmeniz yeterli. Bir süre sonra güney’de bir eviniz olacak, orada istediğiniz gibi yaşayacaksınız.”
Ben ürperdim.
İpek Cihan Bilgin’in insanları geçmiş hayatlarına döndürüp döndüremediğini bilmiyorum, hiç kimseye hiçbir şey için kefil olamam.
Gözümün önüne gelen görüntüler, belki çok film izlediğim içindir.
Kimbilir belki de hikâye uydurmayı seviyorum.
Ama Senih’e bunu dediğini kulaklarımla duydum.
Önümüzdeki hafta, bu sayfada, İpek Cihan Bilgin röportajını okuyabilirsiniz.
İmza: SS, havari Ayşe.