Küs babalar... Reddedilmiş çocuklar... Yıllarca konuşmayan baba-kızlar... Tabii ki herkesin kendi gerçeği vardır, herkes kendi gerçeği ile yaşar... Ama benim aklım almıyor! Küsmeyi anlamıyorum. Kötü buluyorum. Saçma bir cezalandırma yöntemi olarak görüyorum. Al karşına ne düşünüyorsan söyle...
Konuşmamak niye? Yüzleşmemek niye? Yüzleşmediğin o mu, kendin mi? Irmak Ünal’ın Cihan Ünal’la yaşadığı 5 yıldır devam eden küslük, beni bu röportajı yapmaya zorladı. Allah var ki, bu genç kadın, röportaj boyunca babası hakkında asla saygıda kusur etmedi. Ama ne kadar üzüldüğünü, hüzünlendiğini fark etmemeye de olanak yok. Babalar Günü öncesi insan düşünüyor: Değer mi? İnşallah bu önümüzdeki Babalar Günü’nde barışırlar, konuşurlar. Temenni değil mi, ediyorum işte.
Annenizle babanız ayrıldığında kaç yaşındaydınız?
- Bir buçuk.
Yani hatırlamıyorsunuz.
- Hayır.
Peki kaç yaşında babasız büyüdüğünüzün farkına vardınız? Ve nasıl oldu? Anneniz mi anlattı? Çocuklar üstünüze mi geldi? Yoksa, akşamları babanızın eve gelmediğini mi fark ettiniz?
- Önce şu konuda anlaşalım: Ben babasız büyümedim! Sadece boşanmış bir ailede büyüdüm. Annem de bana bunun dünyanın sonu olmadığını anlattı. Babam ona ne zaman ihtiyacım olsa yanımızda olacaktı. Annemle babam hep arkadaş kalacaktı. Komşu çocukları "Senin baban neden akşamları eve gelmiyor" dediklerinde, verecek cevabım hep vardı. Ben bu konuyu hayatım boyunca dramatize etmedim, çünkü annem etmedi.
Anladım, şahane bir anneanne ve anneyle büyüdünüz... De... İnsana babasız büyümek hiç mi koymaz?
- Bilmediğin şeyin eksikliğini hissetmezsin ki!
O da doğru.
- Üstelik ne zaman hastalansam, babam başucumdaydı. O kadar sık beraber olabiliyorduk ki, onun eksikliğini hissetmedim bile. Üstelik ne annem ne de babam birbirleri hakkında kötü bir şey söylüyorlardı. Örnek bir boşanmış aileydik. Asıl fena olan, anneleri ve babalarıyla birlikteyken hiç sevgi görmemiş olan çocuklar. Ben onlara göre şanslı bir çocuk sayılırım.
Her istediğinizde babanızla görüşebiliyordunuz...
- Tabii tabii. Onun boş vakitlerine uyardık. Provalarından, dublajlarından arta kalan zamanlarını benimle geçirmeye özen gösterirdi...
Babanız da sanki bütün sanatçılar gibi-haliyle ve doğal olarak- daha çok kendisiyle ilgili gibi. Sanatı dışında hiçbir şeyi çok fazla sevemezmiş gibi.
- Ben sanatçı bir babanın çocuğu olduğum bilinciyle büyütüldüm. Zaten ailemde babamın boşluğunu bana hissettirmemek için çırpınan bir dayım ve eniştem de vardı. Ve tabii hayatıma ben 4 yaşındayken giren ve daha sonra benim üvey babam olan Erol Amcam. Yani babam, hayatımdaki tek erkek figürü değildi.
Babanıza duyduğunuz en yoğun duygu neydi?
- Hayranlık. O yüzden ben de sanatçı olmayı seçtim zaten. Sanatçılar, diğer insanlara göre daha farklı yaşıyorlar. Şimdi ben de farklı yaşıyorum. Ama şu var: Mesleğim bütün zamanımı alıyor ama bir bebeğim olursa işler değişir, kendimi yüzde yüz çocuğuma veririm, en azından bir süre. Ben de küçükken babamla daha çok gülmek, oynamak isterdim. Benimle olduğu zamanlarda bana daha çok yoğunlaşsın isterdim.
Peki birlikte en sık yaptığınız şey neydi?
- Provalara gitmek, tiyatro seyretmek, film seyretmek.
Küçükken "Ben Cihan Ünal’ın kızıyım" diye çok hava attınız mı?
- Hiç. Gerçekten. Ama babam beni okulda ziyaret ettiği zaman havalara uçardım. Hava atmadım ama hep çok gururlandım.
20 yaşına kadar Ankara’daydınız, her şey güllük gülistanlık mıydı?
- Tabii ki değildi. O yaşlardan itibaren tek bir amacım oldu: Tek başıma ayakta durabilmek, bunu yapabileceğimi kendime kanıtlamak. O zaman her şey, güllük gülistanlık oluyor zaten.
Annenizle babanızın arasında nasıl bir arkadaşlık vardı?
- Benle ilgili her şeyi, medeniyet çerçevesinde konuşup tartışabilecek kadar. Beraber yemeklere çıkacak kadar arkadaştılar.
Anneniz ve babanız ayrıldıktan 4 sene sonra babanızın Türkan Şoray’la ilişkisi başladı. Anneniz ne hissetti?
- Her ikisi de kendi özel hayatlarını yaşamaya başlamışlardı zaten. Dramatize bir olay olmadı. Annem beni babamın yeni evliliğine çok güzel hazırladı. Birlikte Türkan Şoray filmleri seyrettik.
Peki siz panik yaşamadınız mı? "Babam elden gidiyor" diye...
- Hayır. Heyecanlı bir durumdu. Aksine kabullendim. Zaten birtakım gerçekleri hayatta kimse değiştiremez. O benim babam, ben onun kızıyım, ne olursa olsun, gerçek bu. Panik yaşamamı gerektirecek bir şey yoktu.
Sonra kardeşiniz Yağmur dünyaya geldi. O zamanın haberlerine baktım, iki kardeş gayet iyi geçiniyormuşsunuz. Şimdi durum nasıl?
- Yağmur’un hayatıma girmesi benim için muhteşemdi. Dünyaya geldiği gün kucağıma aldım. Ablalığa hazırdım. Ama benim uzun süre yurtdışında bulunmam, onun çevresinin farklı, benim çevremin farklı olması, görüşmelerimizi biraz aksattı. Ama hálá belli aralıklarla görüşüyoruz.
İkinizin de ismi doğadan, babanız mı koydu?
- Benim ismim Taşköprü civarındaki Gökırmak’tan geliyor. Babam ve annem beraber karar vermişler. Yağmur’un ismine gelince... Ankara-Oran yolunda babamla ben karar vermiştik. Birkaç şık vardı, biz Yağmur’u seçtik.
20 yaşında Bilkent Üniversitesi’ni bitirip oyunculuk eğitimi almaya Amerika’ya gittiniz. Hayatınızda neler değişti?
- Çok şey. Ankara’da annemin güvenli ve huzur dolu evindeydim. Oysa Amerika’da mücadele yıllarım başladı. Tek başıma, tanımadığım bir ülkede, yepyeni bir kültürün bir parçası olarak varolmaya çalıştım. Garsonluktan tezgahtarlığa kadar her türlü işi yaptım. Kendi kazandığım parayı harcamanın keyfine vardım. Kendi sınırlarımı kendim öğrendim. Ben 18 yaşından sonra bütün gençlerin hayatın gerçekleriyle yüzleşmesi gerektiğine inanıyorum.
Derken evlendiniz.
- Evet, 6 yıl sonra.
Babanız da düğününüze geldi. Bu, eski eşinizi onayladığı anlamına mı geliyordu?
- O beş yıl zarfında babamla sürtüşmelerim oldu. Çünkü ben de artık bir bireydim, babamın kararlarına ne kadar saygı duysam da, benim de kendi doğrularım vardı. Babam bunu kabullenmekte güçlük çekti. Her baba-kız gibi, biz de sürtüşmeler yaşadık. 6 yıl boyunca babam nasıl bir hayat yaşadığımı görmedi. Ama düğünüm için San Francisco’ya geldiğinde eski eşimle tanıştı, çok da sevdi. Düğünde de kol kolaydık, yaşadığımız sürtüşmelerin hepsi uçup gitmişti.
Ve sonra döndünüz. Aranız neden bozuldu? Babanız gazetecilerin sizinle ilgili haber yapmasını mı sevmedi? Çok fazla ortalıklarda olmanızı mı istemedi? İlişkilerinizi mi onaylamadı?
- Bir tek sebep söyleyemem. Evlatlar hatalar yapabilirler. Babam, eğer benimle ilgili bir sorun yaşarsa, annemin yaptığı gibi benimle paylaşır diye düşünürüm ama paylaşmazsa ben ne yapabilirim? Sorun yok zannederim. Anlatabiliyor muyum? Problemin ne olduğunu ben bilmiyorum. Bunu benimle hiç konuşmadı. Sadece bütün kapılarını kapattı. Sebep her ne ise, bizim kadar birbirini seven bir baba- kız için bu tür sebepler sebep olamaz. Ebeveynler çocukları hata yapsın ya da yapmasın her koşulda onlara kucak açarlar, sahiplenirler, öyle değil mi? Benim kayıp olduğum nokta da bu zaten. Bu tür sorular sorulmasından da hoşlanmıyorum çünkü verebileceğim bir cevap yok. Zaten ağzımdan ne çıkarsa çıksın yanlış oluyor. İnsan çözemediği bir konuda nasıl konuşabilir ki...
İnsanın 5 yıl boyunca babasıyla konuşamaması nasıl bir şey?
- Tercihim el ele, göz göze geçen, hatasıyla sevabıyla konuşulan, medenice tartışılabilen bir dönem olmasıydı. Ama evren, bazen başka şeyler hesaplıyor belki de... Böyle oldu ne diyeyim.
Babanızın sizi hayatınızdan sildiğini düşünüyor musunuz?
- Hayır düşünmüyorum.
Babanız sizi cezalandırıyor mu?
- Hiçbir baba kızına böyle bir şey yapmaz. İzin vermez. Yanında olur. Ne kadar kızsa da... Bence onun yapmak istediği böyle bir şey değil. Ben böyle bir şeye inanmak istemiyorum.
5 yıldır kızıyla konuşmuyor, "Böyle de baba olur mu yahu!" diyenlere karşı onu nasıl savunuyorsunuz?
- Çok uzağa gitmeye gerek yok. Sabah programlarında dinlediğimiz binlerce hikaye karşısında benim şikayetçi olmamı gerektirecek bir durum yok. Sorunlarımızı kendi içimizde halledebiliriz. Buna hep inandım. İnanmaya da devam edeceğim.
Röportajın başından beri onu savunuyorsunuz. Hiç mi suçu yok?
- Anneler babalar da, ne kadar tecrübeleri olurlarsa olsunlar, hata yapabilir. Ama bu durumu kendileri değerlendirirler. Ben bir şey söyleyemem, onların yerinde değilim çünkü. Ben çocuk olarak kendi tavrımı, tarzımı, yaşantımı korumaya çalışırım.
O niye bugüne kadar bu konuda bir tek kelime etmedi?
- Bu da tecrübe herhalde. Ben iyi niyetle ağzımı her açtığımda zarar gördüm. Babam ise benden çok daha tecrübeli olduğu için sustu. Belki de kendini koruma yöntemlerinden biri bu da. Bence hiçbir aklı başında, eğitimli anne-baba, aile meselelerini insanların gözleri önüne dökmeyi istemez.
Babalar Günü’nde babama bizi anlatan bir mektup yazmayı düşünüyorum
Geçen hafta bir televizyon programında "Hamamböceği gibi hayatındayım" dediniz. Babanızı tehdit mi ettiniz?
- Asla. Neden böyle bir şey yapayım? Ben kimseyi tehdit etmedim, etmem de. Ben artık televizyon programlarına da çıkmıyorum, söz konusu kişi bir psikologdu, ondan kabul ettim. Kendime göre de -yapmaz olaydım- bir espri yaptım. İngiliz edebiyatı mezunuyum, benzetmelerle konuşma alışkanlığım oradan geliyor zaten. Hamamböceği biliyorsunuz çok dayanıklı bir hayvandır, nükleer savaş sırasında bile yok olmadığı söylenir. Psikolog hanımefendi bana "Anneler babalar boşanabilir ancak çocuklarımızı boşayamayız, bu mümkün değil" deyince, babamla aramdaki problem büyütülünce, ben de gülerek bu cümleyi sarf ettim. Demek istedim ki, "Evlatlar sonsuza kadar kalıcıdır, boşanılabilecek varlıklar değildir." Programın tamamını seyredenlerin bu espriyi yanlış anlaması mümkün değil.
Sizce haddinizi mi aştınız?
- Hayır. Kimseye saygısızlık olsun diye söylenmiş bir şey değil. Sadece bir espriydi. Nasıl haddimi aşmak olarak algılanabilir ki?
Gelecek pazar Babalar Günü. Ne hediye almayı düşünüyorsunuz?
- Geçen sene olduğu gibi ona bizi anlatan bir mektup yazmayı düşünüyorum. Bakalım...