Paylaş
Biz hep sevdiğimiz adamların kollarının altını koklamıştık
Akif Pirinçi'nin bir söyleşini okumuştum. O kim diye sormayın. Beni yormayın. Meseleye geç girmeme sebep olmayın.
Hadi peki: Almanya'da yaşayan bir Türk yazar. Komplekssiz. İşini çok iyi yapıyor. Dürüst. Ve hayatta başka meselelere kafayı takıyor. Bizim Türk yazarlar gibi değil yani. Gerisi için bir zahmet adamın kitaplarını okuyuverin. Mümkünse Türkçeye çevirilmeyenleri. Adamcağız, o söyleşide, en doğal haliyle, ''İki erkek bir araya geldiğinde ne konuşur zannediyorsunuz, yeteri kadar dürüstlerse yan masada oturan kadınların hangisinin memelerinin daha güzel olduğunu!'' diyordu.
Sadece gülmüştüm.
‘‘Bu erkekler ne iğrenç!’’ olmamıştım yani.
Bunda tabii memelerimin güzel olduğunun gayet farkında olmam da yatıyordu. Ama cümleyi şöyle kursa da bozulmazdım: ‘‘Yan masada oturan kadınların hangisinin poposunun daha güzel olduğunu!’’
İnsanın kendisini bilmesi iyi birşey.
Benim popom çirkin.
*
Peki iki kadın biraya geldiğinde ne konuşur?
Dürüstlük seviyelerine göre değişir.
Mesela Nalan'la biz...
O kim diye sormayın. Beni yormayın.
Meseleye geç girmeme sebep olmayın.
Hadi peki: 9 yaşından beri arkadaşım. Tavlada beni her zaman yenen, ‘‘Beş oyun daha oynayalım, noluuur Nalan!’’ diye yalvardığım, yıllar yılı ev paylaştığım, çok çok borç aldığım, üç ila dört yıl arasında başka bir erkek anlattığım, eskilerden bugüne birlikteliğimizi sürdürebildiğim tek arkadaşım.
Meseleye Avrupa Birliği'yle giriyoruz.
Aynı fikirdeyiz: Bizi kandırıyorlar! Minimum dört sene, maksimum kimbilir kaç sene yolumuz var girmeye ve bizler milletçe küçük sersemler gibi el çırpıp heyecanlanıyoruz.
Ve şu boktan 1999'un bitmesini ne kadar çok istiyoruz.
Ama sonra birden ciddileşip, ‘‘Ne olacak yani? 20 küsür gün sonra bütün bu uğursuzluklar geçecek mi?’’ diyoruz, birbirimizi gerçekçi olmaya davet ediyor, sanırım o konuyu ‘‘En önemlisi sağlık!’’ diye bitiriyoruz. Mutlaka arada Ebru Gündeş'ten ve sağlık sorunu yaşayan yakınlarımızdan söz ediyoruz.
*
Arada başka neler konuştuğumuzu yazayım mı?
Kamer Genç'in saflığı. Alaaddin Çakıcı olayı. Hülya Avşar'ın yükselen doğallığı. Orhan Pamuk'un yeni kitabı. Ecevit'in bıyıkları. Bir Derya Tuna röportajının ne kadar iyi olacağı. Ah zavallı Fenerbahçe! Spor yapıyor olmanın dayanılmaz hafifliği. Son seyrettiğimiz film Dövüş Kulübü'ndeki Edward Norton'u ne kadar beğendiğimiz.
Depremden korkmamız.
Depremden korkmamız.
Depremden korkmamız.
El fenerinin pilleri nerede?
Bu akşam burada kalsana.
Yoksa, ben mi sana gelsem?
*
Sonra her nasılsa elmalı turtaya geçiyoruz.
Ama bir türlü esas konuya gelemiyoruz.
Nalan'a bunca lafı, sizin önünüze bunca yazıyı neden dayadığımı zannediyorsunuz? Anlayabilmek için, Einstein olmak gerekmiyor.
İnsan 40 yıllık arkadaşıyla bile bir takım ‘‘mahrem’’ meselelerini cırt diye konuşamıyor.
Lafı, benim bu yazıyı yazarken yaptığım gibi, dolandırması gerekiyor.
*
Nasıl becerdiğimi şimdi hatırlayamıyorum ama kendimi Nalan'a şöyle bir şey anlatırken buldum.
- Onu çok özlemiştim, kapıdan içeri girer girmez, kaldır bakim kolunun altını, bir koklayayım dedim.
- Nasıl yani oldu, Nalan.
Birbirimize baktık ve gülmeye başladık.
‘‘Sen de mi! dedi.
Ve birden bire itiraf ediverdik:
Taa babamızın bizi, küçükken, sabahları ‘‘Neredeymiş benim küçük kızım’’ diyerek yatağa aldığı günlerden beri...
Hani kuş gibi babanızın kolunun altına girersiniz ya...
Biz hep sevdiğimiz adamların kollarının altını koklamıştık.
*
Yanılıyorsunuz, ter kokusu sevimsiz bir koku değildir.
Asansördeki tanımadığınız adamların ter kokularından söz etmiyorum.
Her insanın kendine özgü bir kokusu vardır, ona ne isim verirseniz verin, aslında ter kokusudur.
Tanıdığınız, bildiğiniz o koku da insana güven verir.
*
Gerçi, ben Napolyon gibi değilim.
Josephine'e söylediği gibi sevgilime ‘‘Hiç yıkanma üç hafta sonra oradayım’’ demiyorum.
Ama temiz ter kokusu önemli. Vallahi sabun kokusuna benzemez. Hiç. Sevdiğim herkesi aynen bir kuçu kuçu gibi kokluyorum. Kimbilir, belki benim gibi başka kadınlar da vardır.
Siz beni anlıyorsunuz değil mi?
Ben burada seksten değil, şefkatten söz ediyorum.
*
Söyler misiniz, hanginiz babanızın sizi yatağa aldığı zamanları özlemiyorsunuz?
Hanginiz kesif bir parfümün aldatıcı kokusunu gerçek ve temiz bir ter kokusuna tercih ediyorsunuz?
Hanginiz konuşmalarınıza Avrupa Birliği'yle başlayıp, öyle bitiriyorsunuz?
Birden deliler gibi gülmeye başlıyoruz.
Biz ne yapıyoruz diye...
Ne yani!
Bundan sonra hayatımıza giren bütün adamların kollarının altını koklamamız mı gerekecek?
Ya eskilerden birileri çıkıp ‘‘Beni sevmemişsin demek ki! Beni koklamadın’’ derse ne halt edeceğiz?
*
Nalan, bir süre sonra erkeklerin koltuk altından deprem korkusuna zıplayarak evine gidiyor, kapıdan çıkarken de şunu söylemeyi ihmal etmiyor:
- Bana bak, bizi pis zannetmezler değil mi?
- Ne alakası var, en fazla sapık zannederler diyorum.
Ama biliyor musunuz, umurumda değil.
Nasıl olsa ölüp gideceğiz.
Ben sevdiğim adamın kolunun altını özlüyorum.
Gerisi palavra.
HAMİŞ: Nalan benim ablamın kocasının kız kardeşi. Tahmin etmenize gerek bile kalmayacak şekilde aileden! Bir yanlış olmasın diye ablamla bu kolaltı meselesini konuşurken, birden durdu: ‘‘Kızım bizim bütün aile böyle’’ dedi. ‘‘Annen, ablan, yeğenlerin, halan, hatta nenen...’’ Bir sevindim, bir sevindim. Yine de ‘‘Nasıl yani?’’ dedim. Meğer biz ailecek herşeyi önce koklarmışız. Yatağı, yorganı, kazağı, gömleği, masayı, bardağı, yemeği, ekmeği. Kısacası aklınıza gelebilecek her türlü abuk sabuk şeyi koklarmışız. Öpmeden, yemeden, sarılmadan, giymeden, dokunmadan, yutmadan, tatmadan önce... Eee öyleyse, erkekleri koklamışız çok mu?
Paylaş