Paylaş
Copperfield’i kaçırmayın, bize de kalsın!
Size bir şey söyleyeyim mi?
Beni dinleyin. Ne yapıp edin.
David Copperfield adındaki illüzyonistin 25-29 Kasım arasında Mydonose Showland'da gerçekleştireceği gösteriyi izleyin.
O iyi kalpli, sempatik, çok yetenekli (bir de güzel bakan) erkeği.
Ciddiyim. Çünkü buna değer.
Bizim de buradan kalkıp taa Amerikalar'a gidip adını yazmamın kesinlikle yasak olduğu renkli bir şehirde Copperfield'ın şovunu izlememize değdi.
Tamam, serseme döndük.
Çünkü iki uçak değiştirdik.
Binlerce kilometre yol katettik.
Ama olsun. David sağolsun!
*
Peki benim, sonu ‘‘S’’ harfiyle biten, o kentin adını yazmam neden yasak? Güvenlik sebebiyle.
Kapı gibi bir kontrata David Copperfield'ın gösterisini nerede izlediğimizi ve yaptığımız şöyleşilerin nerede gerçekleştiğini yazmayacağız diye imza attık.
Kız sözü verdik.
Gerçi ben söz vermeyi sevmiyorum, çünkü genellikle tutamıyorum.
Ama bu sefer tutacağım, hem David'in hem de Mydonose'cuların hatırına. Çünkü biliyor musunuz, onlar iyi insanlar. Gerçi telefon açarsanız hangi şehre gittiğimizi söylerim ama hiçbir şekilde yazamam. Tamam mı?
Beni zorlamayın olur mu?
Nefesler kesilmişken, kırmızı kadife koltuklu tiyatronun perdeleri açılıyor. Genel Yayın Yönetmenimiz' in cumartesi günleri yaptığı gibi pantolonunun üzerine bıraktığı açık pembe gömleği, beyaz T.Shirt'ü ve bej pantolonuyla, Copperfield püfür püfür karşınıza çıkıyor.
Şaşırıyorsunuz çünkü siz başka bir şey bekliyorsunuz.
Bilmiyorum tam olarak ne, ama sanırım yaptığı işi çok önemseyen birini bekliyor insan. Ciddi, asık suratlı, ‘‘Siz bunları asla yapamazsınız, tamam mı canım?’’ diye böbürlenen birini. Kendisini ‘‘uzaylı’’ olarak tanıtan sizi ise ‘‘dünyalı’’ olduğunuz için aşağılayan birini. Adam öyle değil. Sanki çok kolay bir şey yapıyor. Sanki herşey doğal. Sanki siz de uçabilirsiniz, bir şeyi varken yok edebilirsiniz.
O kadar rahat görüyor ki.
Bir illüzyonistten çok talk şovcu gibi. Bana Mehmet Ali Erbil'i hatırlattı. Onun biraz ağırbaşlısı ve çok daha yakışıklısı.
Ama en az onun kadar hızlı, hazırcevap ve rahat. Kendisiyle müthiş alay ediyor, inanılmaz sevimli, seyircilere de laf atıyor. Ama hani Huysuz Virjin'de olur ya, ‘‘Tanrım lütfen bana bulaşmasın!’’ dersiniz, gerilirsiniz...
Öyle olmuyor, korkmuyorsunuz.
Aksine o iki saat boyunca koltuğunuzda rahat, huzurlu ve yüzünüzde şaşkın bir ifade, mutlu mutlu otuyorsunuz. Tabii arada bir şaşkınlıktan ağzınızı açıyorsunuz, kapatamıyorsunuz.
*
Adamda tuhaf bir şey var, kendinizi ona bırakıyorsunuz ve bir süre sonra herşey size normal geliyor, havada kuş gibi uçması, sahneye çıkarttığı insanları yok etmesi, dumanlar, o güzel uzun saçlı kadınlar, sahnede gördüğünüzün o adamın bir saniye sonra küt diye seyircilerin arasından çıkması, cam kutuların içinde uçması...
O bunları yapabiliyor.
Binlerce seyircinin elinde tuttuğu kartların ne olduğunu bilebiliyor.
Özgürlük Heykeli'ni yok edebiliyor.
Demek istiyorum ki, öyle bir numara çekiyor ki, yok etmiş gibi görünüyor. Kabulleniyorsunuz. Sorgulamıyorsunuz.
‘‘O sahneye çıkarttığı 13 kişi onun kadrolu adamı’’ demiyorsunuz.
Ona saygı duyuyorsunuz.
‘‘Görünmeyen bir ip mi vardı? Onun havada durmasına sebep olan mıknatıs mı? O kaybolanlar nereye gitti? Bu herif sahtekar mı? Ben neredeyim? Kimim? Burada ne işim var?’’
Olmuyor yani. Yani bana olmadı.
Bunun adı illüzyon. Hokus pokus yok. Sanat var, teknoloji var ve formülü onda gizli, numaraları var.
Coca Cola'nın formülü gibi.
Dolayısıyla size nasıl yaptığını söyleyecek hali yok.
Söyleşi esnasında böyle sorular sormaya bile gerek duymadım.
Beni ilgilendirmiyor. Ben hissettiğime bakıyorum. Onun bunu bana nasıl hissettirdiği beni hiç alakadar etmiyor.
*
Sanki güzel bir yemek yemişsiniz, ağzınızı özelikle silmemişsiniz, tadı hala dudaklarınızda, gösteriden ayrılıyorsunuz.
Bazı şovlarında birinin cep telefonu çalıyorsa açıp ‘‘Ben David, biz şimdi şovdayız, siz niye yoksunuz?’’ dediği söyleniyor.
Anlayacağınız bir dolu şey emprovize.
Zaten gösteri aslında interaktif.
Sizi de olay dahil ediyor.
Yani salonda ağlayan bir çocuk sesi varsa küt diye öyle komik bir laf ediyor ki, yerlere yatıyorsunuz. Adamın özel bir yeteneği olduğu kesin, bütün herkesi bir anda avucuna alıyor. Sadece hayranlıkla bakıp, her yaptığı illüzyondan sonra şaşırmaya devam ediyorsunuz.
*
Ve tahmin edeceğiniz gibi...
Sahne onu çok seviyor.
Işık onu çok seviyor.
Copperfield, normal zamanlarda daha utangaç görünürken, sahnede müthiş bir şeye dönüşüyor. Abartılı mimikleri yok, abartılı kostümler, abartılı makyaj yok. Hiçbir şey sirk havasında değil. Arada bu adam ‘‘Kimdir, nedir, bugüne kadar neler yapmıştır’’ı anlatan dialar gösteriliyor.
Onu seviyorsunuz.
Dedesini seviyorsunuz.
Çünkü gösteri öyle başlıyor, arkada küçük David ve illüzyona meraklı dedesi görünüyor, o ise kaybettiği dedesine adadığı numaraları yapıyor.
Bir de çok güzel elleri var.
Ama öyle böyle değil.
Bir insanın elleri bu kadar seksi olabilir!
İnsan gidip o elleri tutmak istiyor.
Pek müstehcen o eller.
Şaşırtıcı bir duygu...
*
Bu Amerika seyahatinde şaşırtıcı başka şeyler de oldu.
Uğraşamayacağım, uzun uzun anlatamayacağım.
Liste veriyorum:
1. Kenan Erçetingöz beni atlatarak haberi benden önce geçti. Benim haberim gazeteye ondan önce girdi. Nasıl olduğunu hala anlayabilmiş değilim.
2. David Copperfield'ın şovu sırasında resim çeken müessese fotoğrafçısı Kenan'la beni karı koca zannetti. El çabukluğu marifet, kalp içinde yanak yanağa fotoğraflarımızı çekti. Kenancığım, atlattığım sevgili arkadaşım, bu pazar onları basacaksın değil mi?
3. Uçakta giderken Federico Andahazi'nin Anatomist adlı kitabını okudum. Mateo Kolomb'un öyküsü. Adaşı Kristof Kolomb gibi o da çoook büyük bir keşifte bulunuyor. Onun bulduğu kıta, klitoris adını taşıyor. İnsanı acayip şaşırtıyor. Kitap ve konusu! O kadar şaşırtıcı ki, ayrı bir yazı konusu. Az sonra.
4. Dönerken ise Joyce Maynard'ın ‘‘At Home In The World’’ adlı kitabını okudum. Türkçesi henüz yok. Ünlü yazar J. D Salinger'la 18 yaşında henüz öğrenciyken bir yıl birlikte olan kadının kitabı. Adam münzevi, kadın geveze! 20 yıl sonra aralarındaki, özel ilişkiyi ve adamın ona yazdığı mektupları açıkladı diye topa tutuldu. Bir mahremiyet tartışması başladı. Ama kitabı okuyunca şaşırıyorsunuz. Bu da başka bir yazı konusu. Az sonra.
5. Jet-lag olmadım, ablamın tavsiyesiyle Tylenol PM aldım. Pek iyi geldi. İstanbul'a geldik mi? Şimdi saat kaç?
6. Artık benim de elimde çıplak fotoğraflar var. Kendime şantaj bile yapabilirim. Çünkü fotoğraftaki kadının bedeni olağanüstü ama kafası benim. Anlamadınız değil mi? Çünkü şaşırtıcı. Ayrı bir yazı konusu. Ne kadar sonra olacağını Allah bilir!
7. Ve David Copperfield illüzyon müzesi. Halka açık değil. Adam 10 milyon dolar harcamış, 16. yüzyıldan itibaren illüzyonla ilgili ne varsa, kitaplar, aksesuarlar, oyunlar, kıyafetler, resimler, buluşlar, mekanizmalar, illüzyonistlerin birbirlerine yazdıkları mektupları toplamış. Öyle muazzam bir arşiv ki, içinde Zati Sungur bile var. Şaşırtıcı değil mi?
8. Mydonose takımından Ilgın ve Güvenç sayesinde ve tabii David Copperfield'in torpiliyle Cirque du Soleil'in O adlı şovunu izledik. Ben şaşırmak bile demem bunu. Dumura uğradım, dumura! Gerçek olamaz, herhalde rüyadır. Burada anlatılması mümkün değil, ayrı bir yazı konusu. En sonra.
9. Uçaktan indim, gazeteye geldim. Bütün gün cin gibiydim, şaşırtıcı ama şimdi çöktüm! Uyumaya gidiyorum.
Paylaş