Dünya çok küçükİnanır mısınız dünya çok küçük.Buna inanırsınız da...İnsanın başına gelmediği müddetçe...Sadece sözde.Valla öyle.Billa öyle.Gel gör ki, dünya gerçekten küçük.Ve sürprizler büyük!*Allah‘ın Paris‘inde iki kadın yemeğe gitmişiz, Allah‘ın bir restoranına girmişiz, kabuklu, böcekli bir yer seçmişiz, siparişleri vermişiz...Ne yapıyoruz?Evet, bildiniz sabırsızlıkla yemeklerimizin gelmesini bekliyoruz.Başka?Şarap içiyoruz.Başka?Sigara, sigara...Başka?Günah çıkarıyoruz, karşılıklı terapi yapıyoruz, gülüyoruz, elalemi çekiştiriyoruz, dedikodu, dedikodu, kısa ve uzun vadeli projelerimizden söz ediyoruz ve bütün bunları doğal olarak kendi lisanımızda yapıyoruz.Biz aslında ecnebi diller biliyoruz da bu seferlik Türkçe konuşuyoruz!Ve ne oluyor?Allah‘ın bir Fransızı dönüyor ve ansızın Fransızca:- Siz Türk müsünüz? diye soruyor.*Aslına bakarsanız bu durum benim için bile tuhaf.Bir yakalanmışlık duygusu...Daha şaşkınlık geçmeden ikinci soru patlıyor:- Ece‘yı tanıyor musunuz?Aaa Fransıza bak!Ece‘yi tanıyor.Aynalı Meyhane‘yi biliyor.Zahir bu Pakize‘nin de arkadaşıdır.Birden bütün sınırlar kayboluyor sandalyelerimizde dönüyoruz ve kırk yıllık ahbabımız gibi bu sefer biz ona soruyoruz:- Siz Pakize‘yi nereden tanıyorsunuz?Pakize‘yi duyunca biraz şaşırıyor.- Hangi Pakize? diyor.O kadar absürd bir muhabbet ki, elin Fransızı, üstelik elin Fransa‘sında, bunları yarı Fransızca yarı İngilizce söylüyor. Ama on dakika sonra, oydu, buydu derken mesele açıklığa kavuşuyor, gerçek ortaya çıkıyor.Onun sözünü ettiği Ece, Dice Kayek Ece.O da olur!Biz onu da tanıyoruz.Derken sohbet koyulaşıyor, böcekler masada onları yememiz için yalvarıyor, ama adam hiç vazgeçmiyor, cep telefonuyla Ece‘yi arıyor. Ece karşısına çıkıyor. Adam, telefonu bize veriyor. Ece ‘Siz neredesiniz?‘ diye soruyor. ‘Biz Paris‘teyiz‘ diyoruz. O da ‘Aa öyle mi? Ben de İstanbul‘dayım‘ diyor.Yanlış yerlerde olduğumuz kesin!*Ama....Fransızın son söylediği laf neredeyse Simten‘le beni yere düşürüyor.- Peki, siz Mine‘yi tanıyor musunuz? diyor.- Ge abla mı? diyoruz.Tamam biz eşeğiz, biraz da gülüyoruz!- Hayır, soyadı öyle değildi, sanırım Saulnier‘di diyor.- O bizi tanımaz ama biz onu tanıyoruz diyoruz.Fransız yine de seviniyor, onun tanıdığı bütün Türkleri bizim de tanıdığımızı öğrenince pek bir mutlu oluyor, aslında devam edecek, birazdan muhtemelen ‘Peki ya Vivet, Vivet!‘ diyecek ama bizim gitmemiz gerekiyor.Şimdi söyler misiniz...Dünya küçük değil de ne!Bu sefer Simten, L‘appart‘a gidelim diyor.Yol boyu da bana anlatıyor:- Türklerin gittiği bir yer değil, bir kere turistik değil, oraya daha çok Fransızlar rağbet ediyor. Çok sıkı Fransız yemekleri var, mekan da güzel görünce bayılacaksın.Aaa valla öyle.İki katlı bir yer, apartman dairesi konseptiyle tasarlanmış. Yani ev gibi, ev...Açık mutfak, kütüphane ve salonu var.Girişte sizi karşılama biçimleri mesafeli değil, yani kapıda Fransız kalmıyorsunuz, bizim oralardaki gibi son derece sıcak, siyah elbiseler giymiş evin kızları geliyor, sizi bir yere yerleştiriyor. Önce alt kata geçmeyi tercih ediyoruz. Ve biz iki kadın bara kuruluyoruz.Tabii dünyanın ne kadar küçük olduğunu da unutuyoruz.Sürekli L‘appart‘ın ne kadar keyifli bir yer olduğunu neden Türkiye‘de böyle bir yer bulunmadığını konuşuyoruz...Biraz sonra birileri...- Siz Türk müsünüz? diyor.Ooooo yoooo!Söyler misiniz, mümkün mü böyle bir şey?Dünyanın yuvarlak oluğunu da küçük olduğunu da kabul ettik...Neden peki her yerde, Türkler ya da Türkleri tanıyanlar bizi buluyor?Ama saçma bu sefer soruyu soran Türkçe konuşuyor, Allah için aksanı da iyi, yani adam Türk, üstelik insan ona bakınca, benim gözüm bu adamı bir yerden ısırıyor diye düşünüyor.1.82 boyunda, takriben 82 kilo, pek bir şık, üzerine lacileri çekmiş, yaşsız adamlardan, öğrendik 57 yaşındaymış, ama onun elli küsür olduğuna inanmanız için illa ki nüfus cüzdanını görmeniz gerekiyor.Gerçekten daha genç gösteriyor.- Burayı beğendiniz mi? diyor.Adama bak, sanki oranın sahibi gibi konuşuyor.Halbuki biliyoruz, L‘appart‘ın üç Fransız ortağı var, biri de Jacki Dudemaine diye biri, zaten görüyoruz onu, ortalıkta dolaşıyor.Birazdan mesele açığa kavuşuyor.Karşımızdaki adam Mehmet Kunt.Keyif için değil iş için orada bulunuyor.Çünkü o çok sevdiğimiz mekan L‘appart yakında Türkiye‘de açılıyor.*Mehmet Kunt, Arif Kerman ve Uğur Değirmenci, Mim Kemal Öke‘de kiraladıkları 400 metrelik yerde, Eylül‘ün 24‘ünde bir adet L‘apart açıyorlar.32 yıldır turizmle uğraşan, 20 sene Hilton‘da çalışan Kunt, Jacki Duemaine‘nin nisan ayında İstanbul‘a geldiğini, kenti iyice bir incelediğini, çok etkilendiğini ve sonra isim hakkını vermeyi kabul ettiğini anlatıyor.Mekanın iç tasarımını Metin Deniz yapacak.Ve aynen Paris‘teki gibi olacak.Yemekler ve yemeklerin lezzeti de öyle...İyi de olacak.Çünkü İstanbul‘da İtalyan‘ından İran‘ına, Hint‘inden Tayland‘ına bir sürü mutfağın seçkin örneği lokanta var...Fransız yok.Bir tane de doğru düzgün Fransız olsun.Dünya daha da küçük olsun!*Dünya küçük...Ve o küçük dünyanın vatandaşlarından L‘appart‘ın sahibi Jacki, İstanbul‘a geldiğinde farkediyor ki, İstanbul bir dünya şehridir, New York gibi, Paris gibi, Milano gibi, o yüzden de L‘appart‘ın Paris‘ten sonra ilk açacağı zincir İstanbul olacak. Ve belki de İstanbul‘da aynen Paris‘te de olduğu gibi lokanta en çok perşembe geceleri iş yapacak. Çünkü Fransa‘daki son trend böyle, haftasonları şehir dışına kaçılıyor, dolayısıyla cuma, cumartesi, pazar kenti turistler istila ediyor, Fransızlar ise perşembe geceleri dışarı çıkıyor.Biz L‘appart‘ı Paris‘te gördük beğendik...Ne güzel,alışkanlığımızı İstanbul‘da sürdüreceğiz.Söylüyorum, inanmıyorsunuz...Dünya çok küçük!