Alya, tiyatro ile tanıştı Bu aralar İstanbul’dayız.

Ve Alya bir ilki yaşadı. Tiyatro ile tanıştı. Babaanne Betûl Mardin, yine Babaçiliğini yaptı.

Peter Pan’e bilet ayarladı. Pazar günü İş Sanat Çocuk Tiyatrosu’na gittik. Ah görmeliydiniz Alya’nın, en yakın arkadaşı Pırıl’ın ve diğer çocukların halini...

Mıhlandılar kaldılar.

O enerji topları, koltuklarından kıpırdayamadılar bile.

Gözlerini bir dakika olsun sahneden ayıramadılar.

Peter Pan, Alya’nın özel merakı. En az 500 kere okutmuştur bana. Filmini izledi. Disneyland’da evlerini gezdi. Kaptan Hook’a, köpek Nana’ya, saat yutmuş timsah Tik Tak’a ve Tinkerbell’e bayılıyor...

Onları karşısında canlı görünce nutku tutuldu.

Hep hayalinde canlandırdığı bir şeyin sahnede cisimleşmiş hali onu büyüledi.

Çok da iyi oynuyorlar. 18’inde son kez sahnelenecek. 17’sinde de Bir Sergiden Tablolar var, çocuklar için oyunlu klasik müzik konseri...

Yine İş Sanat Çocuk Tiyatrosu’nda...

Kaçırmayın!

Dış kapının mandalı

Sabah’ın manşetiydi, Doğan ve Canan Bolak’ın başına korkunç bir olay geldi, bilmem okudunuz mu? Hırsız, Bebek’teki evlerine giriyor, mutfak bıçağını 12 yaşındaki oğullarının boynuna dayayıp, anneyi babayı uyandırıyor, "En kıymetli şeyiniz bu değil mi?" diyor, kasayı açtırıyor, ne var ne yok toplayıp, gidiyor.

Bir insanın başına gelebilecek bundan daha korkunç bir şey düşünemiyorum.

Neyse ki yakalandı...

Bolak Ailesi’ne çok çok geçmiş olsun diliyorum.

Dün tam da bu olayı konuşurken Sinan Murathanoğlu’ndan çok faydalı bir bilgi öğrendim. O böyle şeyleri bilir. Ben de sizinle paylaşmak istedim. Eğer apartmanda yaşıyorsanız, hırsızlık konusunda apartman kapısının durumu, hayati bir rol oynuyormuş. Hep kapalı kalması gerekiyormuş. Çünkü hırsız, ortalıkta insanlar varken, dış kapıyı kurcalayamıyor. Ama hep açık apartman kapıları vardır ya, işte o sakat, çünkü içeri giriyor, orada yuvalanıyor, saatlerce bekliyor ve kendine uygun bulduğu zamanda, kendine uygun bulduğu daireye giriyor...

Haberiniz olsun, dış kapınızla ilgili önlem alın yani. Bize mesela görüntülü megafon takılmış. Şahane! Gerçi Alya, sandalyeye çıkıp oynamaya çalışıyor ama her defasında sandalyenin üstünde yakalanıp aşağı indiriliyor...

İstanbul’un en seksi oteli: W

Vayyyy, seksi otel diye ben buna derim.

Su Otel’den sonra seksi bulduğum tek otel Türkiye’de.

Çok beğendim W’yu...

Spice Market’te yemek yemedim ama Living Room’da içki içtim. İnsana kendisi güzel hissettiren bir mekan. Ne özelliği var derseniz bilmiyorum aslında... Kapısından içeri girince hem Bali’de hem de New York’ta gibi hissettim kendimi. Evet İstanbul’dayım, Akaretler’de, bunun farkındayım ama aynı zamanda sanki dünyanın başka bir yerlerindeymişim gibi...

W Oteli, otelcilik sektöründe özel bir çizgiye sahip.

Amerika’da ve dünyanın her tarafında sayılı W var, Avrupa’da yoktu mesela, ilkinin İstanbul’da açılması bizim için müthiş bir gurur.

Böyle bir yatırıma ön ayak olduğu için Serdar Bilgili’yi tebrik ediyorum.

Bir de otelin mimari Mahmut Anlar’ı, çok iyi iş çıkarmış. Bir sürü ayrıntı gördüm hoşuma giden, merakımı uyandıran, oyuncaklı bir yer olmuş, kedilerin de seveceği bir yer, koridorlar, ışık oyunları, perdeler...

Gidin bir görün, rakılı mohito için ya da elmalı martini...

Otelin çok da yakışıklı bir müdürü var: Göktuğ Özdemir... Aynı zamanda işinde de çok başarılı... Kadın dergileri için ideal... Benden söylemesi!

Filtresiz konuşmak

Yaşım ilerledikçe kendimle ilgili tuhaf şeyler keşfetmeye başladım. Ben ki dünyanın ne dağınık en savruk kadınıydım... Bak ne hale geldim... Gittikçe plancı bir kadın oldum çıktım... Felaket bir şey!

Elimde sürekli bir kağıt bir kalem. Durmadan listeler yapıyorum. Notlar alıyorum. Yaptıklarımı çiziyorum, yapacaklarımı yazıyorum. Önümüzdeki günleri, ayları, pardon kesmiyor yılları, planlamaya çalışıyorum. Alya ile ilgili şeyler... Sevgilim ile ilgili şeyler... Gidilecek yerler... Unutulmaması gerekenler... Okunması gerekenler... Ben mesela yazın ne yapacağımı biliyorum... Şimdiden önümüzdeki yılı düşünüyorum.

Galiba ben gerçekten yaşlanıyorum!

* * *

Bir de filtrelerimi kaybettim.

Yok oldular... Birine bir şey söyleyeceğim değil mi, "dannn" diye söylüyorum... Bir filtreden geçirme yok. Süzme işlemini aradan kaldırdım. Eskiden de direkttim ama bu kadar değil. Artık bir şey söyledikten sonra elimle ağzımı filan kapatmam gerekiyor, "Ben ne dedim?" diye. Tabii kırıyorum insanları. Kafalarına ateş ediyorum. Sevgilim mesela asla doğrudan "Sen yanlış düşünüyorsun!" demez, o kadar şahanedir ki, onlar bu tür konuşmaların eğitimin alıyorlar, "Hiç düşündün mü söylediklerin doğru olmayabilir" filan gibi cümleler kurar. Lafı, ustaca dolandırır. Söyleyeceğini zarif söyler.

Ben iste "dannn."

Bu da yaşlanma emaresi midir nedir? Artık tahammülüm mü kalmadı nedir? Ya da bunun çaresi var mıdır?

Kursu- mursu yok mudur?

Gitsem... Perdeli-filtreli konuşmayı öğrensem...
Yazarın Tüm Yazıları