Bayıldım hallerine, enerjilerine, hayata bağlılıklarına, keşif duygularına! Budur işte! Hayat iştahı budur. Hayata dört elle sarılmak budur...
Onlar, emekli gezgin kadınlar! Şahane ikili. Ayşe Aktepe ve Nuran Pek. Torun torba sahibiler. Ama yaşı kim takar! Ruhları gezgin. Sırt çantalarını alıyorlar, çok küçük bütçelerle dünyayı geziyorlar. 50 ülke olmuş!
Önce haritada çılgın bir coğrafya seçiyorlar. Sonra bilet peşine düşüyorlar. Aylarca uğraşıyorlar. Ve sonra kendilerini uçağa atıyorlar ya guest house’larda ya da gittikleri ülkelerde insanların evinde kalıyorlar. Karış karış her yeri geziyorlar. Bu seyahatlerin bir amacı da iyilik yapmak. O gittikleri ülkelerde, sokaklarda krep yapıp satıyorlar, kazandıklarını kimsesiz çocuklara veriyorlar, camilere seccade götürüyorlar, miniklere kırtasiye malzemeleri hediye ediyorlar.
Helal olsun! Röportajı okuyun, benim gibi siz de seveceksiniz onları, dileğim bir an evvel bir sponsor bulabilmeleri, en azından uçak biletleri için...
Çünkü neresinden tutsam elimde kalıyor.
Dağılıp gidiyor.
Böyle rezalet olur mu?
Hamile bir kadının hiç mi hatırı yok bu ülkede?
Kadınların yok da...
Hamilelerin var zannediyordum!
“Doğurun doğurun!” diye ortalığı velveye verenler, “Üçten aşağı olmaz!” diyenler nerede...
Siz anladınız,
Referandum sonuçlarına şaşırmadığınızı yazdınız. Hatta, “İyi oldu!” dediniz. Niye?
- Çünkü siyaset, ne yazık ki, ahlakdışı bir yöntemle yürütüldü. Demokratik bir yarış yoktu. Olmuş olsaydı, sonuca üzülebilirdik ama üzülecek bir durum yok. Bir nedeni bu…
İkincisi?
- Yüzde 51-52 “Hayır” çıksaydı; siyaset, bu 14 yılda yapılan hataların, ekonomideki, eğitimdeki yanlışlarının ve toplumsal barışı bozucu söylemlerin faturasını tamamen “Hayır”cıların üzerine yıkacaktı. Şu anda ellerinde hiçbir koz yok...
Bu yüzden mi bu kadar umutlusunuz?
- Bakın, biz iktidar mücadelesi vermiyoruz. En azından ben, onlardan değilim. Ben AKP gitsin, yerine CHP gelsin demiyorum. ‘Ahmet gitsin, Mehmet gelsin’le işimiz yok. Biz iktidar değil, demokrasi mücadelesi veriyoruz. Özgürlük mücadelesi veriyoruz. Hep birlikte bu ülkede insan gibi yaşama mücadelesi veriyoruz. Yüzde 49’la buna başladık ve bu çok büyük bir başarı. Demek ki, bu ülkede umut varmış. Bu kadar tehdite, hakarete, ötekileştirmeye, devlet imkânını kullanmaya rağmen, bir yüzde 49, vazgeçmedi, direndi. Bu çok önemli bir şey. Ben derim ki, o 49 bu ülkeyi cennet yapabilir! Sadece 49 değil… O 49 gidip, öbür 51’e, “Gel arkadaş! Bu ülkeyi hep beraber cennet yapabiliriz!” diyebilir, bunu diyebilecek durumda. Yüzde 10 olsaydık, “Yok ya, yüzde 90’la nasıl konuşacağız? Onları nasıl ikna edeceğiz?” diyebilirdik. Ben zaten şuna eminim, yüzde 51 de bizden çok farklı düşünmüyor. Onlar da huzur istiyor şu anda, huzursuzlar…
Siz, acaba iflah olmaz bir iyimser misiniz? Bu anlattıklarınız güzel de ne kadar gerçeği yansıtıyor?
- İyimser filan değilim. Ben 49’u niye başarılı görüyorum? Çünkü biz, siyasete el koyduk toplum olarak. Siyasi partilerin yapmadığı bir şey yaptık. Gittik ötekilerle konuşmaya başladık. Atatürkçü gitti, başörtülüyle konuştu. Başörtülü gitti, Alevi’siyle. Alevi’si, Sünni’si, dindarı, Atatürkçüsü, ateistiyle… Yani hepimiz ortak değerde buluşmayı öğrendik. Bu çok büyük bir kazanç bir ülke için. Eğer Türkiye özgürlüğün, eşitliğin, demokrasinin kıymetini anlamayacaksa, iktidarda kimin olduğunun kıymeti yok. Ahmet gitsin, Mehmet gelsin bizi ne ilgilendirir ki. O zaman Tayyip Erdoğan yönetiyormuş ya da Kemal Kılıçdaroğlu olmuş, ne fark eder? Şöyle bir yanlış algı var toplumda, buradan çıkmak gerekiyor…
Samimiyetine inandım. Kendini korumuyor. Bir süzgeci de yok. Kalbinden geçeni direkt söylüyor.
Beni duygulandırdı anlattıkları.
Ben de diken.com.tr yazarı Levent Gültekin’in anlattığı gibi bir Türkiye hayal ediyorum!
Size tuhaf gelebilir ama onu dinlerken bazı yerlerde gözlerim doldu, hatta ağladım.
Biz iyice kafayı yedik ülkece. Hepimiz, bu ülkeyle de kafayı yedik. Ülkemizi seviyoruz ama sürekli birbirimizi yiyoruz. Güzel anlatıyor Gültekin, ‘biz’ olabilmenin formüllerini söylüyor. Ona kulak versek…
Bu röportaj, Salı da devam edecek. Hep bu kadar açık sözlü ve cesur konuşabilen insanlar bulamıyorum…
Haddimi!
“Onu da yaparım, bunu da yaparım!” yalan. Annelik, uçsuz bucaksız bir şey. Yetemiyorsun her şeye. Bir şeyler kaçıveriyor işte.
Ölümlü olduğumu!
Var ya ben çok cesurdum, “Bas, bas, bas!” diye bağırırdım motosiklette, otomobilde. Bir de şimdi gör beni. Göbek adım: Temkinli. Arabayı ben kullanmasam da ayağım sürekli frende. Uçak korkum da annelikten miras. Ölüm korkusu yani. Sonraki soru da şu: “Ölürsem yavruma n’olur?” Annelerin aklına bile getirmek istemediği cümle.
Kendimi parçalamak istiyorum!
Nerdeyse her hafta, her hafta yazıyorum.
İnanır mısınız...
Ardı arkası kesilmiyor...
Ne ülkeymiş kardeşim!!!
Her tarafından cinsel istismar fışkırıyor.
Yıllar önce denirdi ki, “Ensest mi? Bizde asla olmaz! O tür iğrençlikler, bizim örf ve âdetlerimize uymaz!”
Pandora’nın kutusu bir açıldı, pir açıldı.
Neredeyse tüm dünyadan barış, edebiyat ve insan hakları ödülleri alıyorsun. Sence bu ödül törenlerine katılamaman Türkiye’nin yurtdışındaki imajını nasıl etkiliyor?
Çok derin izler bırakıyor. Hatta, bu ödülleri de olduğundan daha fazla önemsetiyor. Çünkü ödül töreni hakkında 2-3 yazı çıkacaksa, “Yurtdışı yasağı var, gelemiyor, davası şu durumda, şu kadar içeride yattı!” diye haberler çok daha uzun çıkıyor. Dünya basınında epeyce yer tutuyorum yani. Hakkımda bu son dönemde 100’ün üstünde röportaj çıktı. Şöyle bir çelişki var. Milliyetçi ülkeler ilk önce, kendi yazarlarını korurlar ve saygı duyarlar. Türkiye de milliyetçi bir ülke olduğunu iddia ediyor. Ama bugüne kadar geçmişte yüzlerce yazarını hapsetmiş durumda. Aziz Nesin’inden Nâzım Hikmet’ine, Atilla İlhan’ından Yaşar Kemal’ine kadar aklınıza gelebilecek daha pek çok yazarını içeri atmış. Son dönemlerde bu furya yeniden hortladı. Niye yazarına bu kadar hınç duyuyor bu ülke? Baktım da 70 yıldır Avrupa’da hiçbir kadın yazar, benimki kadar ağır bir ceza istemiyle yargılanmamış. Devletin birlik ve bütünlüğünü bozmak gibi ağır bir maddeden yargılanıyorum.
25’E YAKIN ÖDÜL ALDI
Davan devam ettiği için mi yurtdışı yasağın var? Senin kaçma ihtimalin mi var?
Tabii ki yok! Ben bir yazarım. Okurlarıma karşı bir sorumluluğum var. Ve kendi dilime karşı sorumluluğum var. Ben Türkçenin bir yazarıyım. Türkiye dışında bir hayat, bir başka cezaevi. Niye kaçayım? Niye gideyim? Sadece ödül törenlerine gidecek kadar izin versinler yeter. Birçok festivale de çağırılıyorum, onların hepsini de kaçırdım. Bir keresinde Burmalı bir yazar, yurtdışı çıkış yasağı olduğu için gittiğim bir festival katılamamış, bir video yollamıştı. Dehşet içinde kalmıştım nasıl bir ülke acaba Burma diye. Şimdi biz, o durumdayız! Her ödül töreninde yüzlerce basın oluyor. Bütün dünya benim davamı öğrendi. Bu da benim seçimim değil ama oldu...
Bu aldığın kaçıncı ödül?
25’e yakın ödül aldım. 90’da Yunus Nadi’yi aldım. 96’da ilk yurtdışı ödülümü aldım, Deustche Welle’den. 2005’de Yılın Kitap Ödülü’nü aldım. 2010’da Sait Faik Ödülü’nü aldım. 2011’de Norveç’te Sınırdaki Sözcükler Ödülü aldım. Bu uluslararası alanda tanınıp kendi ülkesinde dışlanan kadın yazarlara verilen bir ödül. Kadınların oy hakkı kullanmasının 100. yıldönümünde de ödül aldım. Sonra bu son 1 yıl içinde de Karl Tucholsky, Theodor Heuss, Bruno Kreiss Avusturya, Erich Maria Remarque ve son olarak da bu Avrupa Kültür Vakfı Ödülü’nü aldım. Onun dışında Musa Anter Ödülü, Yayıncılar Birliği’nin Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü, Bilge Olgaç Ödülü. Ayrıca Mucizevi Mandarin, İsveç’te yılın kitabı seçilmişti. Zürih şehir yazarı seçilmiştim. Geleceğe kalacak 50 yazar arasına seçilmiştim. Unuttuklarım da vardır...
ZOR ZAMANLAR YAŞIYORUZ
Ama her an, o da elimden alınabilir!” diyor dünyaca ünlü Aslı Erdoğan.
Bugün ve yarın bu köşede onunla yaptığım röportajı okuyacaksınız.
Bu arada edebiyatının tüm dünyaya yayıldığı bir dönemi yaşıyor. Şu son bir yıl içinde neredeyse edebiyat, barış ve insan hakları konusunda almadığı ödül kalmadı.
Bu röportajı yapma sebebim de Avrupa Kültür Vakfı’nın uluslararası alanda tanınmış sanatçılara verdiği Prenses Margriet Ödülü. Yurtdışı yasağı
olduğu için bugün Kraliçe tarafından verilecek ödülü de alamayacak...
SANKİ ONLARCA KİŞİYİ ÖLDÜRMEKLE EŞ TUTULUYOR GAZETECİLİK
Nasılsın?