Tam da bu!
Bin yıldır yaza yaza anlatmaya çalıştığım bu ülkedeki erkek egemen yaşam tarzı bu!
Bir tane Allah’ın sapığı, genç bir kadının hayatına dadanıyor.
Ve Allah muhafaza, onu kimse engelleyemiyor.
Ne hukuk ne yargı ne emniyet...
Kadının sonunda feryat ettiği gibi...
Bir sapığın tacizine uğrayan o, ama suçlu çıkan da o, cezalandırılan da o!!!
SAPIĞA CEZA VERİN!
Olsun, hiç bir şey için geç değil.
O gün bugündür. Bugün öğrendiniz işte! MamaMe, anne yemeği sipariş edebileceğiniz bir e-ticaret platformu.
Parmaklarınızı yiyeceğiniz bir dijital lokanta!!!! “Gıdanın Uber”i.
*
Ben inanılmaz çok sevdim bu kadın dayanışma girişimini!
Yemeklerini de...
Siz en iyisi bugün bir yemek sipariş edin, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Sistem şöyle işliyor:
Anneler evde her gün yaptıkları yemekten 8-10 porsiyon fazla yaparak, bunu mamame.com.tr adresinden ilan ediyor.
Hayır!
Ailelere duruşmadan bir gün önce, şikâyetlerinden vazgeçsinler diye, hesaplarına bazılarına 20 bin, bazılarına 10 bin lira para yatırıyorlar.
Gerçekten kusmak istiyor insan.
Ama aileler dimdik duruyor.
“Bizim satılık cenazemiz yok!” diye.
Sosyal Haklar Derneği adına bu davayı takip eden Avukat Evren İşler’e sordum...
Adana'da ihmal yüzünden yanan yurttaki çocukların davası ne durumda?
Çok çok çok gülüyorum!
Kaan Sekban Saçmalar, benim espri anlayışıma cuk oturuyor. Evden yaptığı canlı yayınlar da çok komik.
Bir tatlı naifliği var, farklı ve benzersiz buluyorum. İnce mizah buluyorum. Ve gayretine şapka çıkarıyorum!
10 yıl bankacı olarak çalışıyor. Etinden, sütünden faydalanıyorlar ama hiçbir zaman terfi ettirmiyorlar, o da sesini çıkarmıyor, çıkarmıyor ama bir gün, ”Yetti be!” deyip basıyor istifayı ve hayallerinin peşine düşüyor. Aslında komedyen olmak isteyen bir adam. Bence yeteneği de var. Ama ona “30’undan sonra olmaz!” diyorlar. Bal gibi oluyor işte, Kaan adım adım ilerliyor. Kitap yazdı, her gün başka bir şehirde turnede, önlenemez bir yükseliş içinde. Yolun açık olsun Kaan...
Evden canlı yayımladığın talkshow sayısı 50’yi geçti. Ev yapımı videoların çok komik! Plaza dünyasıyla ilgili tespitlerin yıkılıyor. Sen artık bir sosyal medya fenomenisin!
- Teşekkür ederim. Ben de gelişmeleri şaşkınlıkla izliyorum!
Evindeki canlı yayınına artık ünlü konuklar geliyor, annen poğaçalar yapıyor, günden güne takipçilerin artıyor... Seni tanıyalım, kimdir Kaan Sekban?
Onun bir halk kahramanı ve sinema dâhisi olduğuna ikna oldum. Bu romanda, 1965 ile 85 arasındaki Türkiye var. Dönemin siyasal çalkantıları, insan hakları ihlalleri, sol hareketin yükselişi, ezilişi, Yumurtalık Hâkimi’nin bir kavga sırasında, yanlışlıkla Yılmaz Güney tarafından vurulması ve Fransa’ya kaçış süreci var, kanser, ölüm var… Yanı sıra çok çarpıcı bir aşk hikâyesi var! Ne hayat ama… Siz de her şeyi unutturacak güzel bir roman okumak istiyorsanız, ‘Sevgili’ derim.
Roman kahramanınız kitaptan çıkıp yanımıza gelecek kadar sahici. Anlattığınız kişi besbelli Yılmaz Güney! Peki adı neden Yavuz Günay?
- Çünkü bir biyografi yazmadım. Yavuz Günay, benim yarattığım bir roman kahramanı. Evet, yazdığım insanları gerçek hayattan seçip alıyorum ama romancı olarak onları kendimce kurgulayıp dönüştürüyorum.
Peki nereden esti bir Yılmaz Güney romanı yazmak?
- Rahmetli Tuncel Kurtiz aile dostumuzdu. ‘Sürü’ filminin çekimleri bittiğinde, Tarık Akan’la bize, Ankara’ya gelmişlerdi. Yorgun, bitkin ve açtılar. Ceplerinde yemek parası bile yoktu. Çünkü ‘Sürü’, tüm ekibinin, o sıralar hapiste olan Yılmaz Güney’e duydukları sevginin, inancın ve görülmemiş özverinin eseriydi. Hâlâ filmdeki kılıkları, sakalları ve tevekkülleri içindeydiler. Müthiş etkilendim, o zamandan beri aklımdadır.
Fatoş Güney’le ne zaman tanıştınız?
- 1998’de. Beni aradı ve Yılmaz Güney’in yaşamını anlatacak bir senaryo yazmamı istedi. İnsanı ve gerçeği, keskin bir nişancı gibi kameraya alan Yılmaz Güney, görülmeyeni göstermiş ama herkesin -yalan yanlış- bir Yılmaz Güney’i olduğundan artık kendisi görülemez hale gelmişti.
Yolda bir kaplumbağa görüyor, ezilmesin diye arabasından iniyor, kenara koymaya çalışırken karşı istikametten son sürat gelen bir motor ona çarpıyor. Ve Kemal Divrikli ölüyor. Çaresiz bir hayvanı kurtarmaya çalışırken, kendi canını veriyor. İnanılır gibi değil, di mi? Bir tosbayı kurtarmaya çalışırken...
Olay beni o kadar sarstı, o kadar etkilendim ki, ölüm yıldönümünde, olup biteni sevgili kızı Derya Divrikli Gül’ün ağzından dinleyelim ve bu güzel insanı, Babalar Günü öncesi analım istedim...
YOLDAKİ KAPLUMBAĞA EZİLMESİN DİYE
“Babam, benim şahane babam, yolda giderken bir kaplumbağa görüyor. Yolun tam ortasında. Ezilmesin diye duruyor, arabadan iniyor, tam eğilip kaplumbağayı alırken... Karşıdan gelen bir motor, hızla kafasına çarpıyor! Babam yere devriliyor, apar topar hastaneye götürülüyor ve komaya giriyor!”
Edremit Devlet Hastanesi’nde bana bunları anlatıyorlar.
“Nasıl yani!” diyorum.
Tosbayı kurtarırken motor mu çarpıyor?
Hangi amaçla bu karar alınıyor olursa olsun...
Hayır diyoruz, hayıııııır!
Çünkü felaket.
Çağdışı.
Geri.
Ve kadınları tecrit eden bir anlayışın eseri.
Kadın-erkek eşitliğine aykırı.
İstemiyoruz pembe otobüs, istemiyoruz pembe vagon!
Obradoviç’ten öğrenecek çok şey var, sadece basketbola dair değil, hayata da dair. Pazar günü başlayan röportaj bugün de devam ediyor...
BAZISINA POTA, İĞNE DELİĞİ KADAR KÜÇÜK, BAZISINA KAZAN KADAR BÜYÜK!
Mental güç nedir? Konu mental güce geldiğinde siz bir Zeus musunuz?
- Ben hiçbir şey değilim, sadece işini iyi yapmaya çalışan biriyim. Mental güç, kendinize güven duymanız demektir. Basketbol potası bazısına iğne deliği kadar küçük gelir, “Topun içeri girmesi mümkün değil!” diye düşünür. Bazısına da kazan kadar büyük gelir, “Girmemesi mümkün değil!” diye düşünür. İşte biz, oyuncularımızın ikinci şıktaki gibi düşünmelerini sağlamaya çalışırız. Bunun adı “mental hazırlık”tır.
Siz bir savaşçı olarak mı doğdunuz, yoksa daha sonra mı savaşçı oldunuz?
- Bazı karakter özellikleri genetik ama günün sonunda yaşam bir kavgadır. Hepimiz için. Ne hakkında konuşursak konuşalım, bunun için savaşmalıyız. Pozisyon için, yer için, başarı için, maç kazanmak için, kupa almak için, her şey için. Ben de öyle yapıyorum.
Bu kadar başarıdan sonra “Ağırdan alayım, sinir sistemimi zorlamayayım!” gibi duygular gelmiyor mu? Ya da “Başarısızlığa artık tahammülüm yok!” mu diyorsunuz?
- Böyle şeyleri düşünecek zamanımız yok. Şu an aklımızda Türkiye şampiyonluğu için takımı hazırlamak ve bu unvanı da almak var. Şu ana kadar nasıl çalıştıysam aynı şekilde çalışmaya devam edeceğim...