BİR kere daha Türkan Saylan’ı hatırlıyoruz. Anısına saygı duyuyoruz.
“Her eğitimli kadının Cumhuriyet’e borcu vardır!”
Hüsniye Gül de işte o kadınlardan biri... O bir ziraat mühendisi. 72 doğumlu. Ben onunla Adana’da Hürriyet’in ‘Ekonomi Zirvesi’nde tanıştım. Kendi şirketi olan girişimci bir kadın.
Yerli ıslah sebze tohumu ticareti yapıyor. Müthiş aktif bir kadın, her şeye, herkese yetişiyor ve çevresine ışık saçıyor.
Ve o ‘Kınalı Eller Kadın Hareketi’nin de yaratıcısı...
Adana’da başladı, tüm Türkiye’ye yayılması hedefiyle...
Nedir bu ‘Kınalı Eller’?
Büyük yürekli kadınların ilçesi...
Bundan 5 yıl önce Mezitli Belediyesi şahane bir şey yaptı.
‘Kadın Üretici Pazarları’ kurdu.
Kadınlar kendi ürünlerini bu pazarlarda satıyorlar, çiftçi kadınlarımız mahsullerini doğrudan tüketiciye ulaştırıyorlar...
Belediye de onları destekliyor.
Açık açık söylüyor, kadınları pozitif ayrımcılık yapıyorum diye.
O pazarlarda erkekler satış yapamıyor. Tamamen kadınlara özgü pazarlar.
Ve 650 kadına iş alanı açıyor.
Emre ve Öznur Erdal.
Sevgi dolu, birbirine çok âşık
bir karı-koca...
18 ay önce dünyaya gelen bebekleri Elif, ‘Treacher Collins Sendromu’yla doğdu.
Çift taraflı dudak yarığı vardı, kulakları yoktu, çenesi küçük ve olması gereken yerden gerideydi.
Doğacak bebeklerinin yüz bölgesinde şekil ve doku gelişimini etkileyen anomoliler olacağını bilmelerine rağmen gebeliği sonlandırmadılar. “Kızımız bizim mucizemiz, onun yaşam hakkına saygımız var, yolumuza artık onunla birlikte devam edeceğiz!” dediler. Ve Elif dünyaya geldi. Bunu çok saygıdeğer buluyorum. Çünkü zor yolu seçtiler. En kolayı kürtaj olmaktı...
Olanı da olmayanı da yargılamıyorum.
- Böyle bir kitap ancak ölürken yazılır! Seni ne dürttü? Los Angeles’ta yaşıyor olmanın verdiği bir güven olabilir mi?
Ölmeden önce yapmak istediğim daha çok şey var! Bir an önce kurtulayım istedim... 150 kişilik bir Whatsapp kolej yazışma grubumuz var. Liseden mezuniyetimizin 30. yılında yeniden bir araya geldik. Ayrıldığımız günkü gibi buluşuyoruz, yazışıyoruz. Herkes elbette yönelimimi biliyor, Mehmet’i tanıyor ama kimse bana bir şey sormuyor. “Kaç yıldır birliktesiniz? Annen ölmeden öğrendi mi?” Tüm bunlar yok gibi! Hiç bir şey sormuyorlar. Oysa ben, hepsinin çocuğunun ne okuduğunu, eşinin ne iş yaptığını, hastalıklarını ya da boşandığı eşiyle sorunlarını filan biliyorum. Dedim ki ben oturup anlatayım güzelce. Hem onlara anlatır gibi hem de tüm topluma. Otobiyografi çok anarşist bir yazı biçimi. Kendini, aileni yerle bir edebilmelisin...
ABİM ‘KARI KILIKLI’ DİYE BAĞIRIRDI
- Sen de etmişsin. Abinle ilişkilerini de anlatıyorsun. Ona ne kadar hayran olduğunu... Bir kere sana “Karı kılıklı!” diye bağırdığını... Nasıldı ilişkileriniz?
Ne zaman ağız dalaşı yapsak, yenilecek gibi olsa öfkesinden bu hakareti ederdi. Bir kez değil, yıllarca, pek çok defa. Çok kırılır, üzülürdüm. Kimse de bu duruma engel olmazdı. Ona ceza vermezdi. Tam tersine, dönüp bana “Sen de öyle davranma” ya da “Abine saygısızlık etme” derlerdi. Sonra kendine karı kılıklı davranmayan bir kardeş bulduğunu, herkese kardeşiymiş gibi tanıttığını gördüm. On dört yaşındaydım. İnsanın içini parçalıyor tabii. Ama abimle ilişkimi, bence bu olaydan yıllar önce babamın bizi yarıştırması ve beni ona örnek göstermesi bozdu. Kendince oyun kuruyordu babam. Aynı anda bize aynı soruyu soruyordu. Benim matematiğim çok hızlıydı, hemen cevap verirdim. O zaman babam döner, abime “Bak, o senden 3 sınıf aşağıda!” derdi. Aslında başka üstün özellikleri vardı ağabeyimin. Olağanüstü kompozisyonlar yazardı, distopik dünyalar kurardı, okulda yüksek notlar alırdı. Babamsa onun edebiyat değil, fizik, matematik çalışmasını öğütler, hevesini kırardı. Sanırım o da bu sebeplerle beni incitmek istedi. O hakaretle hızımı kesti. Belki de gerçekten benden utandı...
BİR DAHA DANS EDERSEM GAY OLURUM DİYE DÜŞÜNDÜM
- Bir kere de maaile televizyon karşısındasınız ve polisin trans bireyleri toplaması haberini izliyorsunuz. O haberi izlerken annen, “İnsan bunların yerinde olmaktansa ölmeyi tercih eder!” diyor. Sen ise trans bireylerin anlattığı pek çok şeyi kalbinde hissediyorsun. Annenin, babanın o programa verdiği tepki seni nasıl etkiledi?
Herhalde altı-yedi yaşlarındaydım. Sokaklarda, anayollarda, ormanlık alanlarda fuhuş yaparak yaşamaya çalışan trans bireyleri gösterdiler. Polis arabaları yollarını kesiyor, canhıraş kaçmaya çalışan seks emekçisi trans bireyleri saçlarından yakalıyor, televizyon onların avaz avaz küfürler eşliğinde, yaka paça sürüklenerek nezarethaneye atılışlarını gösteriyordu. Programcı adam, saçı başı dağılmış, muhtemelen dayak yemiş translara çıkışta abuk sabuk sorular soruyor, onları ağlatıyordu! Benim dünyam karardı, ödüm patladı. “Bir daha dans edersem gay olurum! O zaman evden kaçarım, sokağa düşerim, fuhuş yapmak zorunda kalırım” diye çok korktum. Bütün o görüntülerin üzerine annem, “Ölüm temizlik bunlar için” naraları atmasın mı? Tam bir kâbus! Şimdi olsa, televizyonları telefon yağmuruna tutar, mücadelesini veririz. Ama o yıllarda, eminim benim gibi pek çok gay-lezbiyen-trans o programı izlerken içine içine ağlamıştı...
Hayatından kesitler anlatıyorsun. Ama o kadar şeffaf anlatıyorsun ki, insan afallıyor! Bir kere açıklığını ve cesaretini tebrik ederim. Ve soru geliyooor... Bu kitabı neden yazdın?
- Birkaç yıldır LGBTİ takipçilerimden sorunlarını anlatan mesajlar alıyordum. “Biz sizin kadar şanslı değiliz ki! Bizim ailelerimiz sizinkinden çok farklı, çok muhafazakâr” diyorlardı. Ben de onları okurken hep “Yahu, bize de hoşgörü gökten zembille inmedi ki, mücadele ettik!” diye düşünüyordum. Bu kitabı yazarak, “Her şey böyle değildi, sonradan değişti!” demek istedim. Bir sebep bu. Bir de insan çocukluğunda yaşadığı travmalarda takılıp kalabiliyor. Bilinçaltımda ve kalbimde birikmiş bu tortuları temizlemem gerekiyordu.
Peki hiç korkmadın mı? “Üzerime gelirler, başıma iş açılır. Canımı sıkarlar!” demedin mi?
- Yok, hayır. “Çocukluk acılarımı, hayalkırıklıklarımı, aşkımı iyi anlatabilecek miyim?” diye düşündüm. Bu tür kaygılarım oldu. Dilimin yeterince anlaşılır olmasını ve samimiyetin okura geçmesini ümit ettim. Ben bir sanatçıyım. Korkmuyorum. Biliyorum ki, korku sanatı öldürür. İnsan kendini aşabilmeli. Hele ki sanatçılar... Doğru bulduklarını da, yanlış gördüklerini da korkmadan anlatabilmeli, yazabilmeliler.
Seni tanıyalım...Ben Sera Çamaş, 14 yaşındayım. Okulumun yanı sıra konservatuvara gidiyorum. Bir sürü enstrüman çalmaya çalışıyorum. Müziği çok seviyorum. Çocuklara müzik atölyeleri, annem ve dedemle birlikte “Dededen Toruna Ebru Atölyeleri” yapıyorum. En çok da dezavantajlı grup sayılan engellilerle çalışıyoruz. İstanbul Çocuk ve Gençlik Sanat Bienali’nde ve başka bir sürü sergide ebrularım sergilendi. Bu seneki bienalin ve Çocuk Krallığı etkinliğinin reklam jingle’larını yaptım. Bir de Aile ve Sosyal Bakanlığı Çocuk Hakları İl Komiteleri’nde çocuk hakları için çalışıyorum.
Şahaneee! Bravo sana! Kaç yıldır konservatuvarda okuyorsun?8 yıldır İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda yarı zamanlı piyano bölümündeyim. Okuldan sonra konservatuvara gidiyorum.
Kaç müzik aleti çalabiliyorsun?Piyano ana enstrümanım. Keman ve ukulele da çalıyorum ve solistim. Gitar, elektrogitar, bir de “Müslüm” filminden sonra bağlamaya başladım. Bir de mızıka deniyorum. Klarnet ve flüt de öğrenmek istiyorum.
Sera sen çok yaşa! Hayalin ne? Ne olmak istiyorsun?Geçen sene başında sorsanız, “Kendi müziğimi bulacağım ve tasarımcı olacağım” derdim ama çocuklarla çalışmak da süper bir duyguymuş. Konservatuvar ve müzik hep ilk sırada ama pedagojiyle ilgili de bir eğitim alabilirim. Hem müzisyen, hem ebru sanatçısı, hem de sanat terapisti olabilirim belki! Ama ne yaparsam yapayım, içinde sanat ve çocuk olur galiba...
BU SEFER YANINA KALMAMALI DİYE DÜŞÜNDÜM
“Fecri Sevilen’e bundan yaklaşık 20 yıl önce, bir aile dostumuzun tavsiyesiyle gittim. Bir hormon sorunum vardı. O zamanlar 25 yaşında, bekâr, hiç sevgilisi olmamış, cinsellik yaşamamış, yeni mezun bir mühendistim. Yaklaşık 4-5 kez Nişantaşı Emel Palas’taki muayenehanesine gittim. Hiçbirinde muayene esnasında yanında yardımcı, hasta bakıcı ya da hemşire yoktu. Sadece girişteki danışmada bir sekreter oluyordu. Tüm kontrollerde karnımdan ultrasonla bakıp, hormon ilacının dozajını ayarlıyordu.
Son gittiğimde ise -ki tacize uğradığım seferdi- dikkatimi çekti, saçlarını siyaha boyattığını fark ettim. Normal kontrolüm bittiğinde bana ‘Sana bir de smear testi yapalım, sonuçlarına bakalım!’ dedi.”
“RAHAT BIRAK KENDİNİ, SIVI ALMAM LAZIM!” DEDİ
“O zamanlar, yani 20 yıl önce, ben bu testin kanser vs riski taşımayan benim gibi genç ve bakire birine yapılmasına gerek olmadığını bilmiyordum. ‘Ne de olsa doktorum iyiliğimi istiyor, gerekli bir test demek ki!’ dedim. ‘Zaten kısa sürecek’ dedi. Çatal muayene masasına değil, normal masaya uzandım. Eline smear testi çubuğunu aldı. Çubuğu rahim ağzının en ucuna süreceğini belirtti. Ben beklemeye başladım bir-iki saniye sürecek diye. Aniden, eliyle tişörtümün üzerinden göğüslerimle oynamaya başladı. Ben kasıldım kaldım! ‘Ne yapıyorsunuz siz!’ dedim. Bana bağırmaya başladı. ‘Ben senin baban yaşındayım, koskoca profesörüm. Günde senin gibi onlarca hasta görüyorum. Bizim için göz gibi, kulak gibi bu organlar!’ dedi. Afalladım! O kadar kasıldım ki ‘Rahat bırak kendini, sıvı almam lazım’ dedi.
Ben ayağa kalkmaya çalışınca da ‘Tamam, zaten bitti’ dedi.”
İki gün yayınlandı röportaj.
Ben Sevilen’in ismini vermekle suçlandım. Oysa bu haberi ilk ben yapmadım, üç gazete ve anahaberde verilmişti. Ama Hürriyet farkı işte, biz yazınca daha çok görünür oldu.
Sonra iki kadın daha çıktı. Onlar da suç duyurusunda bulunmuş. Başlarına geleni bana anlattılar. Ama bu suçlamalar karşısında Sevilen’in itirazlarını dinlemeden bu iki kadın hastanın anlattıklarını yayınlamak haksızlık olur diye, cumartesi yazı günüm olmamasına rağmen Fecri Sevilen’in anlattıklarını yayınladım.
Kesinlikle suçlamaları reddediyor. Komplo olduğunu söylüyor. Birilerinin eşini aradığını ve para istediğini belirtiyor ama internet ortamında aradıkları için kanıtlayamayacağını ekliyor. Saygın bir profesör olduğu için, düzgün bir aile hayatı ve başarılı bir kariyeri olduğu için asla böyle şeylere yeltenmeyeceğini anlatıyor.
Suç duyurusunda bulunan şikâyetçilerden birinin dövmeci olduğunu söylüyor. “Neden hemşire yok muayene sırasında?” sorusuna, “Hastalarımın talebi bu yönde, benimle özel şeyler konuşmak istiyorlar, hemşire yanında rahatsız oluyorlar!” diyor. Oysa kural, muayene sırasında bir hemşire olması. Kısacası hoca, tüm suçlamalara “Olacak şey mi? Zırva!” diyor.
Onu suçlayan bir diğer kadına, “Oğlumun flörtüydü, evlenmek istedi onunla. Oğlum istemeyince bu iftirayı attı. Ailemizden intikamını böyle aldı!” diyor. Bugün, işte oğlunun sevgilisi olan o kadın hastasının anlattıklarını okuyacaksınız...
CİNSEL SALDIRIDA BULUNDU!
“