Ve Atatürk’e saygısı sonsuz. Türk gençleri için de elinden geldiği kadar destek vermeye çalışıyor.
- Cesaret, kendin gibi olma, yaratıcılık, çalışkanlık... Seni tanımlayan sıfatlar bunlar mı?
Çalışkanlık çok önemli, evet. Kendine, kendi yaratıcılığına güvenmek de önemli. Mesela pek çok genç insanla tanışıyorum, bir sorun var ortada benim tespit ettiğim...
- Nedir o?
Sosyal medyanın yol açtığı bir şey var ki bana üzücü geliyor. Herkes bir şeyleri takip ediyor. Herkes birileri gibi olmaya çalışıyor. Benim için mesela gençken tam tersiydi. “Ben n’apabilirim de kimse gibi olmam, kimselere benzemem” diyordum. Benim hayalim buydu. Çünkü biliyordum ki o zaman dikkat çekeceğim! Kendi yolunu bulmak çok önemli hayatta. Hem kişiliğinde hem de mesleğinde. Biz mesela 90’larda bir çekim yapıyorduk değil mi, bir fikir geliyordu aklımıza, 60’lı tarzları canlandırmak... Londra’da British Library’e gidip orada günlerce araştırma yapıyorduk. Hatta küçük kâğıtlara saç şekilleri, kaş şekilleri, duruş şekilleri çiziyorduk. Şimdi ne yazık ki her şey gençlerin elinin altında! Google’a bir giriyorlar, 60’lı yıllar yazıyorlar; araba modelleri, kıyafet, sinema ne varsa çıkıyor...
- Neden “ne yazık ki?”
Çünkü kendi beyinlerindeki yaratıcılık kutusunu ulaşamıyorlar! Gençlerin sorunu bu. Her şey hazır, pasta gibi önlerine geliyor. Ben o yüzden ben hep diyorum ki asistanlarıma, fotoğrafçı olduğunuz zaman 6 ay internetle ilişkinizi kesin. Sosyal medyaya bakmayın, kitap bakın, kitapçıya gidin... Çekim yapacaksanız referansı kendi beyninizde bulun! Sizin hayatınız bir hafıza hazinesi. Çocukluğunuz, gördüğünüz filmler, sizi etkileyen kokular, hepsi eğer yaratıcıysanız sizin için anahtar oluyorlar! Ben bunu yıllar sonra anladım.
Sen, bu ülkenin medarı iftarlarından birisin! 20’li yaşlarında Ankara’dan Londra’ya gidiyorsun ve orada kendine müthiş bir kariyer yapıyorsun. Dünya çapında bir fotoğrafçı oluyorsun. Yarın da Londra Moda Konseyi’nin verdiği moda dünyasının en prestijli ödüllerinden biri olan Isabella Blow Ödülü’nü alıyorsun. Tebrikler. Hakkında tonla şey okudum. Ama bir türlü, bunca şeyi nasıl başardığını anlamadım. Şimdi filmi geriye saralım…
- Aa güzelmiş saralım… Olay, Ankara’da geçiyor. Babam asker. Türk Hava Kuvvetleri’nde binbaşı. Annem babamla tanıştığı zaman manken. 60’ların sonu. Siyah-beyaz şahane yıllar. Bana hamile olduğunu öğrendiğinde annem podyumdan iniyor…
Sen bir Ankara çocuğusun…
- Elbette! Ankara müthiş o yıllarda! Ben babama benziyorum. Babam asker ama sanatçı bir kişiliği var, hatırlıyorum, ben çocukken grubu filan vardı. Diğer askerlerle geceler yapılırdı, babam, İspanyolca şarkılar söylerdi. Ama ben 13 iken ayrıldılar. Annemle, anneannemden kalma evimize çıktık. Babam genç emekli yaptı kendini ve Bodrum’da bir restoran ve küçük bir küçük motel açtı. Ben yazları okul kapanır kapanmaz babamın yanında giderdim. Garsonluk yapardım, motelde çalışırdım…
Okul?
- Aslında TED Ankara Koleji’ni kazandım. Tam gittik, kaydımı yaptırdık. Annem dedi ki, “Yarın seni bir yere götüreceğim.” “Nereye gideceğiz anne”, “Konservatuvara!”, “Orası neresi?”, “Sanat, müzik, tiyatro okulu.” Ve annem beni Ankara Devlet Konservatuvarı’na götürdü. Ben hayatımda bu kadar çok müzik aleti filan görmüş bir çocuk değildim. Çok etkilendim. Acayip bir yerdi. Birkaç hoca kulağımı test etti. “İki hafta sonra sınav var, gelsin bakalım!” dediler. Ben girdim sınava ve ikincilikle kazandım. Birincisi de çok meşhur bir müzisyenin kızıydı. Kazandıktan sonra hocalar anneme, “Çocuğunuz çok kabiliyetli!” demişler. Babam TED kolejini istiyordu ama annemle oturduk, konuştuk. Babamdan gizli, kolej kağıdımı iptal edip yırttığımızı hatırlıyorum. Ve ben konservatuvara başladım.
- Hakkınızda cinsel saldırı suçlamaları var. Ne diyeceksiniz?
68 yaşına giriyorum. 44 senelik hekimim, 40 küsur senedir öğretim üyesiyim ve 4-5 ay önce de profesörlükten emekli oldum. Ben etik değerlere, hem inancım hem aldığım terbiye hem de aile prestijim gereği bütün hayatım boyunca riayet ettim. Tabii ki bu suçlamaları reddediyorum, kabul etmem mümkün değil...
- Savcılığa hakkınızda suç duyurusunda bulunan bu iki kadını muayene ettiniz mi?
Elbette! Bu iki hanımefendi, benim yakinen tanıdığım ve dürüstlüğünden hiç şüphe etmediğim Duygu Hanım isimli bir hastamız tarafından önerildi. Dendi ki “Dövmelerimi yapan bir hanımefendi var, ona da yardımcı olur musunuz?” Ben de “Memnuniyetle” dedim. Benim hasta ayırmam mümkün değil. Günde birkaç hastaya meccanen bakan bir hekimim. Agresif bir para politikası güden bir hekim de asla değilim. Daha sonra bu iki hanımefendi, Duygu Hanım’la birlikte geldiler...
- Sonra?
Hastalar geldiklerinde -bu bir rutindir- hastabakıcım mutlak suretle, her hastanın steril bir örtüsü vardır, onu yayar, hastaya nasıl soyunacağını anlatır. Ve hasta hazır olduktan sonra bana haber verir. Ben hiçbir şekilde hasta hazır olmadan hasta odasına girmem...
İddialar korkunç. Anlatan 29 yaşında bir kadın. Üniversite mezunu bir kadın. 68 yaşındaki Profesör Sevilen’e birkaç kere muayeneye gidiyor. Smear testi yaptırıyor. Normal rutin kontroller. Ama sonra Fecri Sevilen, ultrasonda bakarken “Bir ödem görüyorum. Sen klitoral boşalma mı yaşıyorsun? Belki de vajinal boşalma yaşamadığın için oluşmuştur bu ödem. Enfeksiyona yol açabilir, kanallarını tıkayabilir. Gidermek lazım. Yoksa çocuğun olmaz. Kanser bile olabilirsin!” gibi manasız laflar ediyor.
Tıpta yeri olmayan, ipe sapa gelmeyen, hiçbir gerçekliği olmayan zırvalar.
Ama tabii karşısındaki genç bir kadın. Bilgili, eğitimli ama cinsel sorular karşısında çekingen, içine kapalı. Öyle aklındakini rahat rahat söyleyemeyen, “Hooop n’oluyoruz!” diyemeyen biri. Daha önce hocanın sorduğu boşalma-moşalma gibi entim (mahrem) sorulardan da rahatsız olmuş. Ama “Bir bildiği vardır! Hocadır! Jinekologdur!” diye sesini çıkarmamış.
Size de belki de bir hoca, “Bu ödemin giderilmesi gerekir. Çocuğun olmayabilir. Kanser bile olabilirsin. Bir test var, onu yaptırırsan ödemin fizyolojik hallolabilir” dese, siz de şüphelenmeyebilirsiniz. Belki sizin de aklınıza karşınızdakinin bir cinsel tacize, saldırıya hazırlık yaptığı gelmeyebilir.
Hoca, sürekli bu testten söz edince...
O da saf saf “Nasıl bir test?” diyor...
Adam da “Klitoral sıvı alacağımız bir test” diyor.
Türkçesi, hastasını klitoral olarak uyaracak, o sıvıyı da güya laboratuvara yollayacak.
Gerçekten insanın aklı duruyor! “Yok artık daha neler!” diyor. İşini düzgün yapan jinekologları ayrı tutuyorum ama bu vaka resmen sapıklık!
Bu resmen bilgini, gücünü, mesleğini kötüye kullanmak... Ve diğer meslektaşlarına bir ihanet!
Hastana ‘jinekolojik muayene testi’ adı altında cinsel saldırıda bulunmak, onu istismar etmek ne demek... Ama demek ki oluyor!
İki hastası, Profesör Fecri Sevilen hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. Ünlü jinekolog nitelikli cinsel saldırıdan tutuklandı ve cezaevine kondu. 36 yıla kadar istendi. Ne var ki geçtiğimiz cuma denetimli serbestlikle salıverildi...
Haber basına yansıdıktan sonra 12 yıl önce hastası olan bir kadın da “Aynı şeyleri bana da yaptı!” dedi. Şu anda toplam üç kadın, Sevilen’i cinsel istismar ve cinsel saldırıyla suçluyor. Ben şikâyetçi iki kadınla da konuştum. Adı bende gizli mağdurlarından biriyle röportaj da yaptım, iki gün boyunca bu köşede okuyacaksınız.
Lütfen aynı doktorun cinsel saldırısına uğramış başka kadınlar varsa bana ulaşsınlar. Hepsinin kimliği bende gizli kalacak...
Başınıza gelen nedir, anlatır mısınız?
Çok ünlü, çok tanınan, 68 yaşında bir jinekoloğun nitelikli cinsel tacizine uğradım...
Biz birlik olunca yapabiliyoruz.
Bir sürü şeyi değiştirebiliyoruz.
Zor durumdaki insanlara yardımcı olabiliyoruz.
Onların hayatlarını kolaylaştırabiliyoruz.
Bunu şimdi hep birlikte Rukiye’ye yapacağız!
Ben inanıyorum, olacak.
Rukiye, üç aylıkken geçirdiği menenjit yüzünden ölümlerden dönmüş ve yüzde 99 engelli kalmış. Yatağa bağımlı yaşıyor. Kendini bildi bileli öyle. Annesi ona bakıyor. Yüzde 99 engelli şu demek: Bedenindeki hiçbir kas tutmuyor, sadece sol işaretparmağını kullanabiliyor.
Ve işte o sol işaretparmağıyla... İki sene uğraşarak... Bir kitap yazdı: ‘Kanadı Kırık Melek’in Kanadına Takılanlar’
Yakında onu ‘Hakan: Muhafız’ olarak Netflix’te izleyeceğiz. Sadece biz değil, bütün dünya izleyecek. Bu kadar yabancı hayranı olduğunu bilmiyordum. Sosyal medyada röportajı ve fotoğrafları paylaşınca dünyanın her yerinden, Paraguay’dan, Arjantin’den, İspanya’dan, Meksika’dan, Rusya’dan “Çağataaaaaay!” çığlıkları yükseldi. Ve röportajın alıntıladığım bölümlerini İngilizce’ye çevirmem istendi. Oysa dünya benim pek umurumda değil. Yarı Hindistan’da yaşamama rağmen bugüne kadar hiç İngilizce paylaşım yapmamıştım. O kadar baskı oldu ki İngilizce’ye çevirmek zorunda kaldım. Dünyanın dört bir yanındaki Çağatay fanları okudu ve mutlu oldu. Bütün fotoğrafları paylaşmamı istediler, ilgi öyle böyle değil yani. İnşallah dizisi tutar, Netflix’in ilk Türk dizisi de tüm dünyada izlenir. Bize yarar. Çünkü başrol aynı zamanda İstanbul! Müthiş İstanbul görüntüleri var. Pazar başlayan röportaj bugün de devam ediyor...
HAMİŞ: Ailesi göçmen. Doğaya meraklı. Ben pazar günkü röportajda ‘Bulgar ataları’ diye yazmışım, özür dilerim, dalgınlığıma gelmiş, tabii ki ‘Bulgaristan’daki Türk ataları’ demek istedim...
Orman Fakültesi mezunusun. Özel bir sebebi var mı?
Doğa sevgisi. Toprakla uğraşmayı seviyorum. Beni sakinleştiriyor. Lisede de ziraat ve peyzaj okudum zaten. Bitki çoğaltma filan bayıldığım işler. Zekeriyaköy’deki evimde de sürekli toprakla haşır neşirim. Çimleri biçiyorum. Odun kesiyorum. Ormana gidiyorum. Ok atıyorum...
Niye ok atar bir insan?
(Gülüyor) Bir hedefin var ve onu vuruyorsun. Bir de benim genlerimde var. Atalarım, büyük dedelerim hep avcıymış Bulgaristan’da. O yüzden kanımda var benim, ok atayım, at bineyim, balık tutayım, odun keseyim...
Balığı nerede tutuyorsun?
Bu kadar güzel bir adam olmak başa ne kadar bela?
- İltifatın için teşekkür ederim. Zararını görmedim şimdiye kadar. Hatta kariyerimin başladığı noktada faydalandığımı söyleyebilirim. Best Model’a girdim biliyorsun ve kazandım.
Peki yakışıklılığının oyunculuğun önüne geçtiğini düşündüğün ve rahatsız olduğun...
- Olmuyor! Çünkü görsel bir iş yapıyoruz. Ben de buyum. Fiziğimizin iyi olmasını gerektiren karakterler var, biraz bozmamızı gerektiren karakterler var. İşim dışında da dış görüntüm pek umurumda değil.
Sabah uyandığında dişini fırçalarken ya da duşa girerken filan aynaya bakıp “Ne şahane adamım!” diyor musun?
- Yok ya! Ben kendini beğenen bir adam değilim. Eli yüzü düzgün bir adamım, o kadar.
Kime çekmişsin?
- Hareketler, hal ve tavır babamdan, iç dünyamı annemden almışım. Fiziğim ise ikisinin karışımı.