Sinem Irgat, hayatında hiç görmediği, tanımadığı, şiddete uğramış kadınlara destek oluyor. Bir kısmı artık hayatta bile değil.
Çocuğunun yanında eşi tarafından öldürülmüş Esra Gövem gibi mesela. Sinem Irgat, okuduğu ya da televizyondan izlediği haberlerden etkilenip, insanları yaşadığı acıyı yüreğinde hissedip harekete geçiyor ve onlara yardımcı olmaya çalışıyor. Gönüllü avukat buluyor, hukuki bilgi veriyor, elinden ne gelirse yapıyor. Onların sorunlarını duyurmaya çalışıyor. Hiçbir beklentisi yok. İyilik için. İnsanlık için. Şahane değil mi? Hepimize örnek olması dileğiyle...
- Sizi tanıyalım?
Adım Sinem Irgat. Kendi halinde bir kadınım. Çok özel bir hikâyem yok. 1978 doğumluyum. Bursalıyım. Otellere malzeme temin ediyorum.
- Avukat veya sivil toplum gönüllüsü değilsiniz ama erkek şiddetine ve cinayete kurban gitmiş kadınların ailelerine gönüllü destek veriyorsunuz...
Evet. Yaşam hakkı elinden alınmış kadınların ailelerine elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum.
-
En kısa zamanda annesiyle de tanışmak istiyorum, şimdi sizi bu güzel filmin yaratıcısıyla baş başa bırakıyorum...
- Sizi çok tebrik ediyorum. Vizyona yeni giren filminiz “Çınar” müthiş. Dünyanın her tarafından da ödüller topluyor. 15 ülkede gösterildi, birçok ödül aldı. Nasıl hissediyorsunuz?
Harika! Bu filmi yapmak benim için inanılmaz bir şey oldu. İnsanların yüreğine dokunabildiğimi hissettim. Hem bir engelli olarak kendi yaşadığım zorlukları herkese anlatabilme şansı buldum, hem de 3 yıllık emeğimi vizyonda gördüm. O kadar güzel geri dönüşler alıyorum ki, çok mutluyum...
- Filmin hikâyesi de kendisi de muhteşem! Bu filmin ne kadarı sizin hikâyeniz?
Bu film, yüzde 100 gerçek. Yüzde 70’i benim hikâyem, yüzde 30’u da Sarıkamış’ta gerçekten yaşanmış bir hikâye. Ben 1.5 yaşında çocuk felci geçirdim. Annem beni önce Sarıkamış’ta, sonra Ankara’da yağmurda, çamurda, dondurucu soğuklarda okula getirip götürdü. İlkokul 1’inci sınıftan 5’e kadar sırtında taşıdı. Bana hep inandı. Sır aslında bu: Hayatta size inanan biri olması! O kişi benim güzel annemdi, bana sonsuz destek oldu...
- Siz bu filmi annenize minnet borcunuzu ödemek için mi çektiniz?
Tabii ki sebeplerden biri bu. Ama aynı zamanda bu film, diğer engelli dostlarıma ve ailelerine örnek olsun istedim. Ne mutlu bana ki annem, Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde benimle beraber izledi filmi. Her seferinde de aynı duygusallığı yaşadı, gözlerinden yaşlar boşandı...
Kitabın ‘Ben, Ben Nü’ salı günü basına tanıtılacak. İçinde olay yaratacak itiraflar var. Bu kadar şeffaf yazılmış çok az kitap okudum. Nedir bu?
- Ben kendimi ameliyat masasına yatırdım Ayşecim! “Buyurun inceleyin!” dedim. Masaya da gönüllü yattım. Yaşadıklarımı paylaştım, olay bu. Biliyorum, her kafadan bir ses çıkacak. Bazıları, “Delirmiş! Yok artık, bunlar da yazılır mı?” diyecek, beni eleştirecek. Bazıları da beni cesaretimden dolayı tebrik edecek. İnsanın herkese kendini sevdirmesi mümkün değil, benim de böyle bir derdim yok. Ben yaşadıklarımı samimi bir şekilde paylaştım, yaşadığım aydınlanmayı anlattım. Durum bu.
Sen bu toplumda eğitimli, özgür ruhlu, hatta marjinal sayılan birisin...
- Valla ben sıfatlara pek inanan biri değilim. Benim için önce insan olmak önemli. Merhametli, anlayışlı, verici ve dürüst bir insan olmak... Gözümde herkes eşit, yolculuklarımız aynı yerde başlıyor ve bitiyor. Sadece detaylar farklı ama hepimiz aynı yerden geliyoruz; anne rahiminden... Ve aynı yere gidiyoruz; toprağa… O yüzden ‘marjinal’, ‘özgür ruhlu’ gibi sıfatların arkasına sığınmıyorum. Umurumda bile değil insanların bana hangi sıfatları yakıştırdığı. Açıkçası hayat denen yolculukta, başkalarının tecrübelerinden nasıl faydalanabilirim, onlara nasıl faydalı olabilirim diye bakıyorum.
Bu kitapta bolca cinsel sahne de var. Arabada şehvetli bir sevişme sahnesiyle açılıyor. Aşka ve sekse bakışın herkesten farklı mı? Seks konusundaki özgürlük anlayışının bir sınırı var mı?
- Herkesi bilemem ama ben bu kavramları güzel tarafından ele alıp dolu dolu yaşamak gerektiğine inananlardanım. Ama özgürlük anlayışımın elbette bir sınırı var. Başkasının alanını gasp etmediğim, başka özgürlükleri kısıtlamadığım alanda serbest olmak isterim. Tamam sınırları toplum koyar ama ben mahremimi zirvede yaşadığımı düşünüyorum. Ve kendimi asla kısıtlamıyorum. Türkiye’deki pek çok insan için maalesef seks, hâlâ bir tabu ama benim için asla değil! Bence yeryüzündeki en doğal şey.
Aşk tamam, seks tamam... İyi ama şiddet ne oluyor? Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi senin şiddete uğrayabileceğin. Fakat bu kitaptan öğreniyoruz ki, bayağı ciddi şiddete maruz kalmışsın! Nasıl yaşadın onca felaketi?
Yürünmeyen yollarda yürüyen kadınların günü...
Şahane kadınlarla birlikteyim. Enerjik, dinamik, profesyonel, yerinde duramayan, genç, pırıl pırıl kadınlar! Onlar, Türkiye’de herkesin ortak heyecanı olan “futbol”u sonuna kadar yaşayan ve yaşatan 11 genç kadın. Kısaca Türkiye’nin öncü kadınları: BJK Kadın Futbol Takımı. Vodafone Park’ta bir araya geldik, müthiş bir stat, insan heyecandan yerinde duramıyor. Kızlar da zaten ateş parçası, enerjisi tavan bir çekim gerçekleştirdik! Futbolu bu kadar benimseyen ve sahiplenen kadınların olması gerçekten gurur verici. Kadınların hayatın her alanında varlık gösterecek cesarette olduğuna ve her mesleğin kadınlara yakışacağına inandıklarından “Yakışır sana” diyorlar. Asıl amaçları ise Türkiye’de kadın futbolunu güçlendirmek. BJK kadın futbol takımı adına birinci kaptanla konuştum. İşte huzurlarınızda Başak Gündoğdu...
- BJK kadın futbol takımının kaptanısın. Seni tanıyalım...
Başak Gündoğdu ben. 2002’den beri futbol oynuyorum. Yani 10 yaşımdan beri. Tutkuyla bağlıyım futbola. Futbola dair her şeyi seviyorum, oynamayı, izlemeyi, futbol hakkında konuşmayı... Rüyalarımda bile futbol görüyorum. Futbolsuz bir hayat düşünemiyorum.
- Peki neden futbol, başka bir spor değil?
Valla, komik bir hikâyem var. Ama sebebi bu mu bilmiyorum. Benden birkaç yaş küçük bir kız kardeşim var. O doğduğunda annem ve babam, bana bir futbol topu hediye ediyor. Hani sanki kardeşim bana getirmiş gibi! Ve “Bak, yeni doğan kardeşin sana futbol topu hediye etti!” diyorlar. Ben de büyük bir aşkla sarılıyorum futbol topuna ve kardeşime. O günden beri de ikisinden hiç ayrılmıyorum! İlkokulu, Beşiktaş Koleji’nde okudum. Beden eğitimi ve spor ağırlıklı okuldu. Erkek takımımız çok başarılıydı. Teneffüste erkeklerle beraber futbol oynarken, beden eğitimi öğretmenimiz Suat Tokger beni ve bir kız arkadaşımı görüp, bizde biz ışık görmüş. Çünkü ayıptır söylemesi, yaşıtımız erkek kadar iyi oynuyorduk. İşte benim futbol maceram böyle başladı. Hocamız, kadınlar takımı kurulması için seferber oldu ve sonra gerisi geldi. Futbol şampiyonalarına katıldık ve bugünlere geldik.
- Erkekler genelde almazlar ya kızları aralarına...
- Eğlenceli, sıcacık bir kitap “Mucizeyi Taşımak”. Esprili, sahici bir hamilelik güncesi... Yazma fikri nereden çıktı?
Yazmak benim tutkum! Bana iyi geliyor, ruhuma iyi geliyor. Belirlediğim amaçlara ulaşmak için her gün disiplinli bir şekilde yazı yazmanın çok faydasını gördüm. Hamile kalmak için çok çabaladım. Sonra o dönemi yazmaya karar verdim. Belki birilerine faydası olur diye. Ve ortaya bu kitap çıktı.
- Hamile kalabilmek için ne tür badireler atlattın?
Evlenmeden önce Gökçeada’nın biraz kuzeyinde Samothraki isimli bir Yunan adasına gittik, eşim ve arkadaşlarımızla. Ada şelaleleriyle meşhurmuş. Şelalelerdeki suyu içmek kadınların hamile kalmasına yardım ediyormuş. Şehir efsanesi olarak dinledim bu hikâyeyi, çok da ciddiye almadım. Güldüm, geçtim. Ama o da ne! Bir süre sonra fark ettim ki gerçekten de hamile kalmışım. Nikâhımıza de iki ay vardı. Nikâh-düğün hazırlıkları derken, maalesef o koşuşturmanın içerisinde, düğünümüzden iki hafta önce düşük yaptım. Tabii çok sarsıldım. Düşükten bir buçuk yıl sonra, tekrar hamile kalmak istedim. Ama bu sefer olmadı. Farklı doktorlardan, arkadaşlardan öneriler, hamilelik aplikasyonları derken, kendimizi her türlü yolu denerken bulduk. Seviştikten sonra döllenmeyi kolaylaştırdığı için bacaklarımı yukarı kaldırarak beklemeler mi desem, ABD’den ısmarlanan, spermin gücünü arttıran ve sürtünmeyi kolaylaştıran kayganlaştırıcı jel mi dersin, yoksa yumurtlama günlerini öğrenip, saat kurup seks denemelerine girişmeyi mi desem, valla her şeyi denedik. Deneyip deneyip olmadıkça, insan paniğe kapılıyor! Tüp bebek doktorları araştırmaya başlamıştım sonunda...
- Günümüzde hamile kalmak sence daha mı zor?
Bence öyle! Evlilik ve dolayısıyla hamile kalma yaşı git gide ilerlediği, tükettiğimiz besinlerin kalitesi günbegün düştüğü ve çevre kirliliğin de giderek arttığı bir çağda yaşadığımız için hormonların şaşırdığını ve doğru çalışmadığını düşünüyorum. Tüm bu sebeplerden dolayı, hamile kalmak eskiye nazaran daha zor. Annelerimizin döneminde olduğu gibi değil yani. Tüm bunların üzerine bir de sabırsız bir nesiliz! Mevsimleri beklemeye sabretmeden her meyveye ulaşmak istiyoruz! İstediğimiz bir bilgiye veya kişiye anında erişmek istiyoruz. Doğanın kendi akış hızını “yavaş” buluyoruz. Teknolojinin hızıyla kıyasladığımızdan her şey yavaş geliyor bize. Bence tüm bunların da etkisi var. Hamilelik süreci, başlı başına bir “sabır testi” gibi. Hamile kalmak için sadece beklemek yetmiyor, ruhuna, “beklemenin o yavaş rölanti halini” de öğretebilmen gerekiyor.
- Sen neler yaşadın peki? Kitapta anlatıyorsun gerçi... Sevişme saatlerini, pozisyonları ayarlamakla da epey uğraşmışınız, öyle mi?
İddialı bir kitap yazdın: “Ortalıkta Düzgün Erkek Var!”... Var mı gerçekten?
Elbette var! Ortalıkta düzgün erkek de var, kadın da var... Yazdığım kitap, ilişkiler konusunda bir bakış açısı değiştirme kitabı. “Düzgün” kelimesinin karşılığını İngilizce sözlükte aradım, “decent” diye bir kelime çıktı. Sonra “decent”ın Türkçesini tekrar arayınca, şu tanımlar çıktı: “Düzgün, iyi, dürüst, usturuplu, saygın, efendi, terbiyeli, sağlam...” Bunlar gibi toplamda 22 tane sıfat var! Ama bu sıfatların hepsi birden -kadın-erkek fark etmez- hiçbirimizde yok!
İyiymiş! Sen demek istiyorsun ki birçok kadın, erkeklerden bu özelliklerin hepsini bekliyor. Bulamayınca da “Düzgün erkek yok!” diye feveran ediyor...
Aynen öyle! En büyük hatamız bu. Çünkü böyle bir dünya yok! Özellikle de kadınlar, karşılarına çıkan erkeklerden bu özelliklerin tümünü bekliyorlar, sonra da tabii, “Kimse yok!” diyorlar. Ama aynaya dürüstçe bakınca, sanki bizler her yönümüzle 10 üzerinden 10 düzgünmüşüz gibi! Değiliz. Kitapta işte bu bakış açısını irdeliyorum...
Eş arayanlarla on bin saat birebir görüşme yapmışsın. Kadınlarla erkekleri buluşturmuşsun. Belli algoritmalar geliştirmişsin. Nedir doğru ilişkinin algoritması?
İlişkinin bana göre bir kuralı yok. Matematik, ilişkiye bir yere kadar destek olabilir. Yalnızca 6 senede 5000’den fazla kişiyle birebir görüşme tecrübesiyle söyleyebilirim ki insanların kriter olarak gördüğü 10 konu var. Bunlar: Yaş, eğitim seviyesi, dini bakış açısı, politik görüş, aile yapısı, çocuk konusu, cinselliğe bakış açısı, alkol tüketimi, daha önce evlilik yaşanıp yaşanmadığı ve sigara tüketimi... Kitapta da paylaştım, bundan başka 40 kriter daha var ama bu konularda insanlar az çok uyumlularsa ve bir de birbirlerine karşı çekim hissediyorlarsa, güzel ve uzun bir ilişki yaşamaya kendilerini ikna ediyorlar. İstisnaları olsa da kadınlar genelde güçlü, güven veren, koruyan ve kollayan erkeklerle birlikte olmak istiyorlar. Arabayla uzun yola giderken, neredeyse tüm kadınlar halen arabayı erkeğin kullanmasını bekliyor. Erkekler ise çok daha fazla görseller. Kendi seviyelerinin en az bir tık üzerinde, onlara hoş gelen kadınlar söz konusu olunca bütün kriterlerde esneyebiliyorlar. Bu arada, ilişkinin algoritması her kültürde farklı. Ama bizde bir AVM’ye gidin, çiftlere dikkatlice bakarsanız göreceksiniz ki kadınların yüzde 90’ı, tipe fazla bakmadan, kendilerine güçlü gelen ve güven veren erkekleri tercih etmişler. Erkekler de aynı oranda, kendilerinden en az bir tık daha hoş kadınların yanında geziyorlar. Bu durum Almanya’da, İngiltere’de, Norveç’te böyle değil. Çünkü orada insanlar, elmanın iki yarısı gibi birbirlerinin eksiklerini tamamlamak için ilişki yaşamıyorlar. Oradakilerin çoğu zaten hayatta, akışta yuvarlanıp gidiyor. Birileriyle karşılaşınca da en iyi ilişki şeklini yaşamaya çalışıyorlar. Birbirlerine bağlı ama bağımsız ilişkiyi...
Kitabı okuyunca şöyle bir izlenime kapılıyor insan: Bir anlamda “görücü usulü” bir yöntem uyguluyorsun sanki. İki kişiyi birleştiren “ortak arkadaş” oluyorsun. Ne dersin bu tespitime?
Böyle de denebilir. Dünyada bugün görücü usulüyle evlilik oranı yüzde 55. Türkiye’de de yüzde 50 civarında. İşin enteresan yanı, dünya çapında görücü usulüyle evlenenlerin boşanma oranı çok düşük, yüzde 6.3. Bunun dışındaki evliliklerde boşanma oranı ise bir hayli yüksek, yüzde 50. Artık pek çok insan online uygulamalardan tanışıyor ve kimse ailesine, arkadaşlarına danışmıyor, evleneceği kişiyi sormuyor. Birçoğunun ortak arkadaşı bile yok. Bizde halen pek çok insan, en azından yakınlarının, ailesinin fikrini alıyor. Ben “Görücü usulü iyidir” demiyorum ama bir arkadaşınızın ya da sizi tanıyan birinin sizi biriyle tanıştırması hiç de kötü bir şey değildir!
Adana’dan yeni döndüm.
İçimden Adana enerjisi fışkırıyor.
Adana Adana bakıyorum.
Mis gibi portakal kokuyorum.
Herkese ‘Adana Portakal Çiçeği Karnavalı’nı anlatıyorum.
Çenem düştü.
Fotoğraf gösteriyorum, video gösteriyorum.
Aldığı eğitim itibarıyla sağlıkçı, iki hastanenin kurulmasında emeği geçti, televizyon kanallarında çalıştı, kitap yazdı. Hayatın pek çok farklı alanında var olan bir kanaat önderi. Şu anda şirketlere projeler üreten, konsept fikirler geliştiren bir şirketi var. Ve kendisi de çok etkili bir influencer sosyal medyada. Evet, bildiniz: Şah Yaycı. Geçtiğimiz günlerde beyninde bir tümör olduğu ortaya çıktı ve iki gün içerisinde acilen ameliyata alındı. Çok şükür, tümör beyninden tamamen temizlendi. Şimdi tedavi sürecinde. Radyoterapi ve ağızdan kemoterapi uygulanıyor. Yaşadığı bu deneyimi ona sordum. Anlattı. Doktoru Profesör İlhan Elmacı’yla bir vakıf kurma hazırlığında olduğunu da anlattı: “Erken teşhis ve tedavi çok önemli. Özellikle de çocuklarda. Çocukların beyin gelişimi çok hızlı olduğu için tümör de çok hızlı büyüyor. Maddi imkânı olmayan ve ameliyat sırasında kaybedilen pek çok can var. Bu yüzden kuruyoruz bu vakfı. Vakfımız, beyin tümörü olan, sosyoekonomik açıdan ihtiyaç sahibi ailelerin çocuklarının tedavisi için kaynak geliştirecek, ailelerin ve çocukların ekonomik ve sosyal pek çok ihtiyacıyla ilgilenecek...”
- Öncelikle çok çok geçmiş olsun Şah... Yaşadığın nedir?
Sabır, tevekkül, samimiyet, ihlas, vefa, sevgi... Ben böyle değerlendiriyorum. Kafamın sol temporal bölgesinde -yani şakağımın biraz arkasında- 4.5 cm çapında bir beyin tümörü ortaya çıktı. 50 yaşında bana gelen hediye. Ameliyat oldum. Şimdi de tedavi sürecindeyim.
- Vay be, beyin tümörünü bu kadar olumlu mu değerlendiriyorsun?
Elbette! Ama bir de zehirlerden kurtulma anlamına geliyor. Ki bu da olumlu bir şey...
- Nasıl yani?