2008 yazının en mutlu karesi

Benim için mutluluk, "an"lardan ibaret.

Anlar da "kare"lerden.

2008 yazının en mutlu "an"ı da, tek bir "kare" aslında.

Kelimelerim yeterse tasvir edebileceğim, tanımlayabileceğim bir kare.

Filmi geriye sarıyorum ve o kareyi bulmaya çalışıyorum:

1) Bodrum’daki begonvilli ve panjurlu evdeyim, üzerimde beyaz bir elbise var, bir oraya bir buraya devriliyorum, uyku ile uyanıklık arasında gidip geliyorum, rüzgar esiyor, bir çocuk kahkahası duyuyorum, Alya bu, acayip seviniyorum, doğru ya benim bir kızım var, bazen ben bile inanamıyorum, bir de geveze, hiç susmuyor, "İşte huzur bu!" diyorum, geriniyorum, mutfaktan güzel kokular geliyor, annem kek mi yapmış ne?

Bu olabilir mesela.

Yoksa şu mu?

2) Kendimizi Yalıkavak pazarına atmışız. Mami, Necla, Kuki, Alya ve ben. Mavi pazar çantamız var yanımızda, tekerlekli. Getirmeyi akıl ettiğimiz için pek gururluyuz, aldığımız her şeyi ona koyuyoruz. Meyveler, sebzeler, renkler, formlar büyülemiş bizi, her şeye saldırıyoruz. Olağanüstü güzel kokular havada uçuşuyor. Sonunda Alya dayanamıyor, tezgahtan kaptığı irice bir domatesi, kimsenin hayır demesine fırsat vermeden hart diye ısırıyor, minik avuçları arasında tuttuğu o kırmızı domatese gömülüveriyor. Üstü başı batıyor ama o kadar zevkle yiyor ki. Ağzının kenarlarından domatesin suları akarken "Çok güzel anne, lütfen sen de ye!" diyor.

Peki şuna ne dersiniz?

3) Sarı bücür, tuvalete yaslanmış duruyor, ayakta ve çıplak, sırtı bana dönük, bir halt karıştırıyor ama ne? "Sen ne yapıyorsun?" diyorum. "Ayakta çiş yapmayı deniyorum" diyor. "Ha anladım" diyorum "Biz kızlar onu yapamıyoruz ama oğlanların yapamadığı bazı şeyleri de biz yapıyoruz. Mesela içimizden bebek çıkarabiliyoruz." Suratıma öyle bir bakıyor ki, sanki yeryüzünde her şeyin cevabı bendeymiş gibi, onu kendime çekiyorum ve sımsıkı sarılıyorum.

Bir de şu kare var:

4) Alya, Babaçi’nin evinde. Her seferinde büyük coşkuyla gidiyor. Çünkü "Sürprizler evi" orası. Alya’nın eve girmesiyle Betûl Mardin’in "Rabia, yüz yıllıkları kaldır!" demesi aynı ana denk geliyor. Rabia Hanım, kırılabilecek antika vazo, ibrik, kase ne varsa bir anda yok ediyor. Sonra babaanne- torun gümüş ibriklere su doldurup Alya’nın bebeklerini yıkıyorlar, sıkılınca kitap okuyorlar. Sonra uzun bir masada Babaçi ile sohbet ede ede yemek yiyor Alya, beyaz kumaş peçetelerle, 32 tane bıçak, çatal ve kaşık eşliğinde. Alya "Neden bu kadar çok çatal var?" diye soruyor, Babaçi, "Ya bir de o mesele var, gel anlatayım" diyor. Biri 80 öbürü 3.5 yaşında ama arkadaşlar ve inanılmazlar.

Ama bu da değil benim için 2008 yazının mutluluk karesi.

Sonunda buluyorum!

Ne kızım, ne annem, ne kayınvalidem ne de ailemden başka biri var o karede.

Sadece sevgilim ve ben. Mustafa Kaptan’ın teknesindeyiz, güvertede battaniyenin altındayız. Tepemizde milyonlarca yıldız. Aman Allah’ım nasıl da güzel gökyüzü! Müthiş bir sessizlik. Sadece suyun sesi. Ve tepede göz kırpan yıldızlar. Bazen kayıyorlar da. Tepede tavan olmayınca, boyutlar değişiyor. Eni ve genişliği diğer yatak odaları gibi, ama yüksekliği sonsuz olan bir oda. İşte oradan gökyüzüne bakınca, doğanın gücünü, büyüklüğünü hissediyorsun, ürküyorsun, ben yani, daha da sıkı sarılıyorum sevgilime, o da "Şşşştttttt" yapıyor. "Uslu ol, hanımefendi ol!" gibisinden. İlişkimizin başından beri bu aramızda bir espri konusu, ben "Şşşşşşştttt" yapılanım. Bir hanımefendi olduğumu söylemek zor tabii. Olsun. Battaniyenin içi de dışı da çok güzeldi. Ve bu kare, 2008 yazının mutluluk karesi olarak kişisel tarihime işlendi.

Burhan’a özür borçlusunuz

Demediğinizi bırakmadınız, bana ve Serdar Burhan Kalsın’a...

"35 yıldır LA’de yaşıyorum, bu saatten sonra böyle yalan haberleri yemeyiz. Çok ama çok kötü bir gazetecisin. Sen google’lamak nedir bilmez misin, yapsana kardeşim, adamın adı çıkmıyor, seni Hıncal’a şikayet edeceğim."

"O arkadaş, 20 milyon dolarlık filmin başrol oyuncusu değildir, olamaz! Filmin kadrosuna baksan böyle ’No name’ birinin asla başrol oynayamayacağını bilirsin. Söyle medyanın gülü, bu PR faaliyeti için kaç para aldın?

"Tom Hanks rol arkadaşımdı diyor, Terminal’da rol filan almamış. Girdim, baktım. Okuyucuyu aptal yerine koymak değil de ne bu?"

"Tabii ki bir Türkün başarısından gururlanırım ’bok atmam’. Ama sevgili Serdar Burhan Kalsın, yazdığınız gibi başrol oynamıyor. Fragmanda filmin oyuncuları sayılırken adı bile geçmiyor. Hatanızı düzeltin. Yoksa biz biliriz ne yapacağımızı!"

* * *

Ne yapacaksınız?

Fena halde sıkıldım bu üsluptan.

Her şeyi bildiğini sanan bu üstten tavırdan.

Bir hata yok kardeşim, anlattıkları kelimesi kelimesine doğru. Sen beğen ya da beğenme, inan ya da inanma, google’da ara bul ya da bulma, Serdar Burhan Kalsın, 20 milyon dolarlık American Carol filmde başrol oynadı. Tom Hanks’le de Terminal’da da oynadı. Ama siz iki "google" bir "yahoo" yapıyorsunuz, bulamayınca yok sayıyorsunuz.

Bu ruh hali nasıl açıklanabilir? "Ben yapamadığıma göre, o da yapamamıştır" mı? Kıskançlık mı? Ayıptır ya! "Şu şu sitelere girin bulacaksınız" diyecektim. Vazgeçtim. 3 Ekim’de başlıyor film, gidin bir zahmet izleyin.
Yazarın Tüm Yazıları