Paylaş
Taşınıyorum ya ben, aile evimden bekâr evime... Ay, dertler düştü içime.. Bu ev benim evimdi, canım evim, her tuğlasında emeğim vardı falan onları geçtim, başıma gelecekleri bildiğimden uzun süredir kılıç kuşanıktım yani...
Allah’tan, son altı aydır “Turist Ömer” gibi ha başıma geldi gelecek diye ev dolanmışım. Hiç ummadığım bir anda, ay bari burada otursam dediğim bir ev buldum. Ben evi buldum ve emlakçıyla irtibata geçtim. Dediler ki: “Ayşe hanım, biraz zor. Çünkü herkes bu evin peşinde. Hem şık, hem de fiyatı emsallerine oranla daha ucuz" diye...
Hırs bastı mı beni!
Valla, dedim ben anlamam, istiyorum bu evi.
“İyi de hanımefendi, biz bir şey yapamayız. Siz de talip olun ev sahibine vereceğimiz listeye, sizin de adınızı yazarız.”
Peki, dedim acaba ev sahibinin adını öğrenebilir miyim?
“Ay siz kafa mı geçiyorsunuz Ayşe Hanım, heralde mal sahibinin adını size veremeyiz!”
O an içimden dedim ki “Kardeşim, siz kimle şeettirdiğinizin farkında değilsiniz. Ben koca Fatih Çekirge’yi bulup takip etmiş kadınım. Bu evin sahibini mi bulamayacağım? Tutmak istediğim ev de şu an oturduğum evle aynı site içinde zaten...”
Bizim sitedeki güvenlikçi arkadaşları pek severim. Sabah kalktım, gittim yanlarına. Elimde ev yapımı 50-60 civarı poğaça ve 5 termos çay... Selam, dedim, ben geldim...
“Hayırdır, dediler Ramazan da değil, niye eliniz kolunuz dolu sizin?”
Başladık sohbete, havadan sudan... Ama benim aklım evin sahibinde... Allem ettim, kallem ettim; ama ağızlarından laf alamadım!
Adı üstünde, adamlar güvenlik...
Sonra, çok çaresiz göründüğümden ya da belki çok sevdiklerinden...
Bir tanesi kulağıma eğildi ve “Ayşe hanım, bu soğukta kulübede beklemeyin. Ev sahibinin adı şu... Kiracı bulana kadar da kendisi o evde yaşıyor.” dedi.
İsme de ulaştıktan sonra, sıra geldi plan yapmaya...
Ertesi sabah saat 9’da kalktım. Sabahın o saatinde yüzümü görmeye pek alışkın olmayan İvanka, ben görünce bastı çığlığı...
Hırsız sanmış beni!
Ay, İvanka dedim; "Âlemsin valla. Sabahın bu saatinde hiç hırsız olur mu!" Ama, fena fikir değil. Kurbağaları, kargaları, böcekleri hallettik; neden bir de nöbetçi bir hırsızla anlaşmayalım! Arada bir girsin, ne var ne yok, diye bakınsın!?
(Siz bilmiyorsunuz tabii, bu arada bizim evi moklar da bastı! Geçen gün, neymiş kanalizasyonun bilmem ne bakımını yaptırmamışım... Aa, unuttum, dermişim!!!)
Neyse, üstüme geçirdim eşofmanlarımı... Niyetim o eve doğru yürümek... Tek başıma yürüsem olmaz. Evin önünde saksı gibi duramam, sırıtır...
Köpeklerden birini aldım kaka-çiş bahanesiyle, o evin önünde uzun süre takılabileyim diye... Köpeğimiz Cincır da şaşırdı bu duruma: “Bayram değil seyran değil, Ayşe beni niye gezdiriyorsun!” gibi baktı suratıma...
Başladık yürümeye... Hayvan alışık değil ya benim onu yürütmeme: Ritmi tutturamadık bir türlü. 10 dakikalık yolu yarım saatte aldık. Onun dili içeride, benimkisi dışarıda...
Evin önüne gelince, başladık ev sahibini beklemeye. Bu arada hayvancağız çekiyor beni, yürüyelim diye...
Ben de bağırıyorum yüksek sesle; “Cincır hadi oğlum kalk gidelimmmmmmm; ay burayı niye bu kadar sevdin; offff kalksanaaaaaaa!”
(Görüntü başka ses başka!)
Ve bir anda kapı açıldı...
Benim gibi eşofmanlı bir bayan, yanında köpeğiyle yürümeye başladı... Hemen, bir sağ bir sol yanlarında bittim. Selam dedim. Günaydın, hava da bugün çok güzel değil mi? Ay, ne şeker köpeğiniz var, cinsi ne?
“Schpitz” dedi ve hemen ekledi; “Ama hanımefendi, benimki biraz yabani, aman hayvanlarımızı uzak tutalım! Ben hızlanayım en iyisi, kavga falan ederler belki...”
Var mı böyle bir şey... Olmadı işte!
Moral de bozuldu ya... Ben de dedim, marketin yanındaki cafe’ye oturup bir kahve içeyim. Zaten uykusuzum, belki ayılırım...
Tam o sırada bir de ne göreyim? Ev sahibi markete girmez mi! Hop, atladım markete... Baktım, patlıcan alıyor. Ben de bir poşet kaptım ve başladım patlıcanla doldurmaya...
"Merhaba" dedim. "Siz de patlıcan alıyorsunuz, ben de... Ben, hem karnıyarık yapıcam hem de imambayıldı; çok severim ikisini de... Siz ne yapacaksınız, merak ettim?"
“Aa, köpekli hanımsınız di mi?” dedi: “Ben sadece közliycem, patlıcan salatası yapıcam; diyetteyiz de...”
Ay, dedim ne güzel sağlıklı besleniyorsunuz; zaten vücudunuzdan da belli, manken gibisiniz maşallah!
(Yalaaaan, sen daha önce hiç o kadar büyük kalça gördün mü Ayşeeeee!)
Kasaya vardığımızda, lütfen önden buyurun dedim. Sıramı verdim ve ana soruyu patlattım: Bu siteden memnun musunuz?
“Evet” dedi. “Tam yaşanılacak bir yer. Hem şehir içi, hem şehir dışı... Ya siz?”
Ben de çok memnunum. Ama evim çok büyük, masrafı hiç bitmiyor, eşimden de ayrıldım... Keşke, aynı sitede daha küçük bir evim olsa...
(Tabi o sırada, cepten joker yerine geçen selpak çıkarıldı, gözler silindi, burun çekildi...)
Acıdı mı ne, “Ben şurada bir kahve içeceğim, gelmek ister misiniz?” dedi.
Ay, tabii ki, dedim. Büyük bir zevkle... Köpekleri bağladık, kahve sohbetine başladık...
Ev sahibi, dedi ki: “Ben de yeni boşandım, buradaki evimi kiraya verip şehre geçeceğim. Hani siz de küçük ev arıyorum demiştiniz?”
Atladım hemen, evet evet, dedim; "Aynı sizin ev gibi bir ev arıyorum ben!"
“Nasıl yani!” dedi, “Benim evimi nereden biliyorsunuz?”
Dayanamadım söyledim: "Evinizi gezip çok beğenmiştim; ama eve çok talip varmış. Emlakçı da beni listenin en altına yazdı. Ne yapayım, ben de sizi takip etmeye karar verdim."
Çok güldü ev sahibi:
“Anlaştık o zaman...” dedi.
“Madem evimi beğendin... Benim de içim sana çok ısındı... O zaman, şimdi kahveler benden kiralar senden; güle güle otur!”
Not 1: Anlayacağınız üzere, on gün içinde taşınıyoruz... Yeni ev, yeni enerji. Tebdili mekânda fayda var yazan e-postalar yolluyorsunuz, sağ olun. İnşallah öyle olur...
Not 2: Sanırım, taşınma maceramdan da komik bir yazı çıkacak kesin... Hafif hafif toplanmaya başladık. Arkadaşlar, bir evde 36 tane yastık olur mu, bu ne görgüsüzlüktür! Deli miymişim neymişim, nereye elimizi atsak yastık çıkıyor! Acaba psikolojide bunun bir anlamı var mı, bu duruma ne sebep vermiş olabilir? Başımı hep yaslama duygusu mu, güven mi? Ay, ne biliyim anlamadım bendeeeee!
Paylaş