Paylaş
Sizlerin de bildiği üzere Veliyle ilişkimiz mehter takımı gibi üç ileri bir geri gidip duruyor aylardır. Aslında ilişki demek de pek doğru değil, flörtçülük oynayıp duruyoruz.
Sizlerin beni sürekli sıkıştırıp durmanız ve gaz vermeniz neticesinde doğum günümü Veli’yle baş başa geçirmeye karar vermiştim. Evet, efendim doğum günümde “Haydi Ayşe bir değişiklik yap, bu sabah erken kalk” dedim, sabah sekiz gibi kalktım.
Aşağıya inip; “Ivankacım, kahvemi verir misin?” dedikten kısa bir süre sonra bir baktım ki Ivanka elinde koca bir gümüş tepsiyle bana doğru gelmekte.
Tepsiyi getirip önüme bırakınca ağzım açık kaldı; sanki ben Kraliçe Elizabeth, bizim ev de Buckingham Sarayı. Aman Allah’ım bu nasıl bir kahvaltı?
Kuru meyveli müsli, çilekli yoğurt, kuru kayısı, fındık, ceviz, bal, kaymak, iki rafadan yumurta, kızartılmış sosis ve jambon. Durun daha bitmedi; kalp şeklinde kesilip kızartılmış patatesler, sote edilmiş ıspanak. Başka bir tarafta da meyveler; çileğinden ananasına, ananasından mangosuna...
“Ivanka, bu nedir ya? Harika olmuş, sağol ama bizim aylık mutfak masrafını bakıyorum bir tepside yemişsin.”
“Yok Anşa, ben yapmadım. Bak, üzerinde kart var.”
Doğum gününde çiçek böcek bilirim de kahvaltı yollayanını daha önce hiç görmemiştim, afyonum da henüz patlamadığından tahmin de yürütemedim. Açtım kartı.
“Günaydın minik kuş, yeni yaşının kahvaltısı şöyle güçlü olsun istedim; bilirim sen kahveden başka bir şey içmez, yemezsin. Eh ama akşama enerji lazım değil mi, öperim.” Veli
Tabi ben de iştah falan kalmadı, adama ne desem olmuyordu. Hayatıma müdahale etmek vazgeçilmezi olmuştu.
Kahvaltıyı yemedim, kahvemi içip duşa girdim. Duştan çıkar çıkmaz başladım hapşırmaya. Evde nasıl bir çiçek kokusu; nefes almak neredeyse imkânsız. Benim de çiçeklere alerjim var, daha doğrusu bazılarına.
Aşağıya indim, o alerjim olan bazılarından tüm İstanbul’da ne kadar varsa hepsi bizim salonda, adım atacak yer yok. Üşenmedim saydım; tam 71 tane vazo. (Değişik şekillerde cam vazo ihtiyacı olan okur dostlarım lütfen bana mail atınız.)
71’liyiz ya, çaktım olayı. Bir yandan da yine sinir oldum, ne desem anlamıyor bu adam diye. Sevmiyorum kardeşim abartıyı, hani sözdü, hani yapmayacaktı? Vazoların hepsine de birer kart iliştirilmiş, üzerlerinde de 1’den 71’e kadar sayılar yazılı.
“Hapşuuuuuuuu” diyerek meraktan ilk kartı açtım;
“Benim güzel, çekik gözlüm, her kartta bir harf var, sayıları takip ederek okursan bu akşam gideceğimiz mekânın adını bulacaksın, öperim.”
“...bip.............................nin .......bip.......................sı artık” dedim, yani “yuh”
Ivanka meraklı; “Ben okuram” dedi, başladı sırayla açmaya. Neyse sonuç; Çırağan Sarayı, kral süiti.
Bu adamların kadınları illa dört duvar arasına kıstırıp kapama hallerine sinirim zati. Ya hu ne süiti müiti, adam gibi bir lokantaya götürür insan; üç beş kişi görürüz. Hem sen bana sordun mu da kralın bilmem nesini ayırttın. Gerçekten sinir olmaya başlamıştım.
Delilik bu değil mi; ben de ona 61 tane telefon mesajı çektimve son mesajda da ekledim;
“Sana gelen 62 mesajın hepsinde bir harf var, bir araya getirince akşam nereye gitmek istediğimi göreceksin.”
“Benim evimin salonu, gecelik, dvd,şarap, fırında tavuk ama yalnız, anladın mı?”
Hemen mesaj geldi; “Yine ne yaptım yaaaaaaaa?”
“Ne yapacaksın; sabah kahvaltıma bile müdahale ettin, bir çiçek yollasan yetmez miydi, zenginlik demek her şeyin mokunu çıkarmak demek mi, senin limitlerin yok mu? Ayrıca sen bana sormadan nasıl bir otel odası ayırtırsın banaaaaaaaaaa? Sen beni ne sanıyorsun? Beni başkalarıyla karıştırma, tam sana yaklaşayım diyorum, beni geri itiyorsun.”
Başladım beklemeye cevap yok, bu sefer de ben biraz abarttım diye düşünürken Ivanka elinde yine aynı gümüş tepsiyle önümde belirdi.
“Bu ne?”
“Ne bilem, aç oku kartı”
“Benim küçük mırnavım, bu somonlu salata da senin öğle yemeğin, afiyet olsun. Eh ne de olsa akşama enerji lazım.”
Ivanka yüzümü görünce korkmuş olacak ki; “Dur tamam, sinirlenme” deyip tepsiyi önümden alıverdi.
Baktım hala mesaj yok; “Hadi” dedim, “bari kuaföre gideyim.” Bu arada ben de çoğunuz gibi hep aynı kuaföre giderim, bunu da neden yazdım anlatacağım.
Kuaförde saçımı boyattım, manikür pedikür, işte kadınca ne bakım varsa hepsinden sebeplendim. Kasaya gidip; “Borcum ne?” dediğimde; “Borcunuz yok, Veli Bey tarafından ödendi. Bu kart da size bırakıldı.” dediler.
Kartı açınca ne gördüm, hadi alt satıra geçmeden hemen gözlerinizi kapayıp tahmin edin.
Ettiniz mi? (Ne ettiğinizi bir ara bana yazarsınız.)
Söylüyorummmmm; bu kuaföre ait bir hediye çeki; tam beş bin TL’lik. Kuaföre üç ayda bir kere gittiğimden yola çıkarsak; bu durumda benim 10 yıllık boya, manikür, o, bu masraflarımın hepsi bana bedava.
“Bugünkü hesaba tamam ama bu çeki Veli Bey’e geri yollayın, kabul etmedi deyin” diyip kuaförden çıktım. Arabada eve gelene kadar, bin saatte yaptırdığım tüm buklelerimi, sinirden çeke çeke düz fön haline getirdim.
Veli’ye mesaj atayım diye düşündüm ama atmadım, nasıl olsa yapacak bir şey yoktu. O tüm günü kendince organize etmiş, her şeyi saati saatine ayarlamıştı; geri dönüşü zordu. Ayrıca belli ki adam bana bozulmuştu; mesaj atmayalı, cevap yazmayalı tam dört saat olmuştu.
Kadın huyu işte, biraz daha bekleyip bu sefer dayanamayıp ben mesaj attım;
“Her ne kadar kuaför olayına gıcık olduysam da yine de merak ettim; sesin çıkmıyor, küstün mü?”
Ses yok...
Hal böyle olunca kız kardeşimi arayıp olanları ona anlatayım dedim. Aradım, anlattım ve cevap;
“Of abla ya, şu hayatta başına ne gelirse hep iki kere düşünmemenden, fevri davranmandan geliyor. Güya sürprizdi, kral süiti olayını biliyorum. Annem, ben, Begüm, en sevdiğin, en yakınların, hepimiz davetliyiz. Yine içine ettin!”
Eve gelip ne yapsam da adamın gönlünü alsam diye düşünmeye başladım ve aklıma ilk geleni yaptım. Vazoların arasında ben mutluluktan uçuyormuş gibi Ivanka’ya poz verdim, sonra somonlu salatamı önüme alıp bir elimde çatalla ağzıma atarken bir elimle de “Hımmmmmmmm” yaparken çektiğimiz resimleri, not ekleyerek Veli’ye yolladım.
“Ay bu çiçekleri yerim yerim bayıldım.” “Hapşuuuuuuuuu”
“Ay bu nasıl bir salata, enfes tadına doyamadım, midem bayramda resmennnnnnnnn”
İki dakikaya mesaj geldi.
“Rol yapmana gerek yok. Tamam, küsmedim ama kırıldım. Neden kırıldığımı anlayacaksın. Neyse saat 8’de İsmail Bey seni alacak. Limuzini görünce sinir yapma, parasını bir hafta önceden ödedim. Ayrıca şoförün şarjı bitmiş, şimdi arayıp geri çeviremem, çok sinirlenirsen de arabada senin için özel gordonmujrongarte şampanya var; onu açıp kafana diker, biraz rahatlarsın, tamam mı?”
Ben de sinir minir kalmamıştı, hatta gülmeye başlamıştım. “Salak kadın, tadını çıkar işte” dedim. Odama çıkıp ne giysem diye gardırobuma bakmaya başladım.
O sırada kapı çaldı.
“Anşaaaaaaaaaa Moberto Mavalli mi ne, öyle bir yerden gelmişler, sana kıyafet getirmişler.”
Derin derin nefesler alarak kapıya gittim.
“İyi günler Ayşe Hanım, bu paketler sizin. İçlerinde üç elbise var, eğer beğenmediğiniz olursa istediğiniz zaman değiştirebilirsiniz, doğum gününüz kutlu olsun.”
Paketleri gıkım çıkmadan aldım, gözünü yediğimin pasiflorasından birazcık içmiştim. Notta ne yazıyor tahmin etmesi çok zor değildi ama yine de açtım “Flamingo boyunlum, bu gece hangisini istersen onu giy, bunların hepsinden Türkiye’de sadece birer tane var, o da bilgine…”
Artık koyuvermiştim; “Aman ya” deyip elbiseleri denedim, ikisi bacağımdan bile girmedi, biri eh korseyle idare etti. Aynada kendime bakınca gülme krizi geldi. Artık işi dalgaya vurmuştum kendi kendime konuşmaya başladım;
“Oğlum bu elbise takı ister, bari pırlantalı bir şeyler de yollasaydın, hahahahahaha…”
Yine kapı çaldı diyeceğim, siz de; “Ohaaaaaaaaaaa” diyeceksiniz ama demeyin.
“Anşa Kortıngenmanoirlo takıcılık mı tıkacılık mı ne, oradan gelmişler, seni istillerrrrrrrrrr”
Pasifloranın kalanını da kafaya dikip hop aşağı indim.
“Buyrunnnnnnnnn”
Kadın suratıma öyle bir baktı ki içeri buyur etmem gerekti.
“Kahve içer misiniz?”
“Zahmet olacak ama...”
Kahveler gelirken kutular kutular, bir sürü kutular sehpaya konmaya başlandı.
“Zevkinize göre seçin Ayşe Hanımcığım. Bu; yakut set, yakutların arasına su damlacıkları şeklinde pırlantalarla bezeli.
Bu; tam tur set, sadece silme pırlantalarla kaplı, kolyesinin ucunda da 5 karatlık bir tek taş var.
Ama ben size bu sarı elmaslı seti tavsiye ederim, Allah inandırsın sizi, daha vitrine bile koymadan Veli Bey fabrika çıkışı el koydu, kimseciklerde yokkkk.”
O an bende ışık yandı, sinirlenmedim; bilakis kendimi rezil etme pahasına kadına; “En pahalısı hangisi?” dedim. Kadının o an ne düşündüğü hiç umurumda değil, benim okurummuş; bu yazıyı okuyunca da durumu anlayacak zaten.
Kadın dedi ki; “En pahallısı bu tam tur set Ayşe Hanım ”
“Ne kadar?”
“Ama Ayşe Hanım…”
“Hadi hadi sen de kadınsın ne kadar?”
“…0000000000000000000000”
“Ne?”
“Valla öyle Ayşe Hanım, ne çok sevildiğinizi görün hihihihihhi”
“Ben bu setten sıkılırsam ne olur, yani satmak istersem?”
“Sırf pırlanta olduğu için yüzde on eksiğine her zaman geri alırız.”
“Tamam sağ olun, tam turu alıyorum.” Aldım ve kadın gitti.
Giderken bana bir de kart uzattı, tabi ki yine Veli’den;
“Ne olur, ne olur kızma. Amacım seni sinir etmek değil, söz sana en az üç sene hediye almayacağım, bir seferlik bu takıyı kabul et”
Saat sekiz gibi araba geldi, elbiseyi giydim, mücevherleri de bir kereliğine taktım. Gece nasıl geçti, neler oldu cumaya yazacağım ama bir şey var ki yazmak için cumayı bekleyemeyeceğim.
Ertesi gün öğlen takıların geldiği dükkâna gittim, ne yapacağımı anlatınca benden yüzde onu da kesmediler ve takıları sattım.
Böyle şeyler söylenmez ama şu an o takıların parası hasta çocuklarla ilgili bir dernekte, yani oraya bağışladım. Ne yalan söyleyeyim, hayatımın en güzel doğum günü hediyesi bu takılar oldu bana sonucundan ötürü.
Sonra Veli’ye mesaj attım; “Takıları sattım ve şuraya bağışladım, harika bir şeye vesile oldun Veli, iyi ki varsın.”
Hemen cevap geldi.
“Eh Ayşe, sen var ya sen, ciddi bir vakasın, şaka gibisin yaaaaa. Neyse en azından mutlu oldun, birileri de sayende mutlu olacak, helal valla.”
“Esas senin sayende Veli, esas senin sayende”
Paylaş