Paylaş
O KAPIYI ÇALINCA
Habersiz gelen misafirden hiç mi hiç haz etmem. Bırakın en yakın dostumu, annem bile haber vermeden gelse, suratım atar benim. Kadıncağıza; “Of anne, keşke arasaydın” gibi laflar ederim. Sonra kadıncağız; “Hadi ben gidiyorum artık” dediğinde de gitmesin diye bin türlü hokkabazlık eder, duygu sömürüsü yaparım.
Bu huyumu bilen eş, dost, etraf beni aramadan asla bana misafirliğe gelme gafletinde bulunmaz. Bilirler karşılaşacakları şeyin önce beş karış suratlı Ayşe, ilerleyen saatlerde ise yapışkan Ayşe olduğunu.
Geçen sabah uykumun arasında beynimde “Ding dong ding dong” sesleriyle uyandım.
“Ivanka kapıya baksana, huuuuuu Ivanka. Alo duymuyor musun? Açsana kapıyı” diye anırırken aklıma geldi ki bugün pazartesi, yani Ivanka izinli.
Kapıya gelen ya postacıdır, ya kasap ya da manav hesaba gelmiştir. Biraz daha çalar, sonra nasıl olsa gider, diye düşünüp yorganı kafama çektim ama nafile. Durmadı kapının zili “Ding dong ding dong”
Hay senin dingine donguna! Kim len bu kadar ısrarla kapıyı çalan; arsız damarsız, uykumun içine eden şahıs öğreneyim diye uçarak merdivenlerden aşağı indim.
Bütün sinirimle bağırdım;
“Kim o? Bu kadar ısrarla kapı mı çalınır kardeşim, kimsiniz?”
“Benim Ayşe”
“Sen de kimsin?”
“Tanıyamadın değil mi? Eh haksız da sayılmazsın, uzun zamandır görüşemedik tabi”
“Ya hu valla tanıyamadım, sesin de tanıdık gelmedi. Kardeşim kimsin söyle, uyku mahmuru deli etme elin kadınını. Hem bizim sitede güvenlik var, onu nasıl geçtin sen? Evi aramadan kimseyi içeri almazlar.”
“Ben istediğim yere, istediğim an, sorgusuz sualsiz girebilirim.”
“Yok artık. Haa anladım, sen de kesin bizim sitede oturuyorsun, komşum falan mısın? Ay valla sabah sabah anlayamadım kim olduğunu”
“Ay Ayşe âlemsin vallahi. Sen gittikçe saflaşmışsın, eskiden bu kadar değildin. Aç şu kapıyı da öyle konuşalım.”
Gerçekten sinir olmaya başlamıştım artık, bir an kapıyı açasım geldi ama sonra ürktüm, ne de olsa evde yalnızdım. Üstelik sesinden kadın mı erkek mi o da anlaşılmıyordu, hani kadın olduğuna emin olsam yine bir cesaret belki açardım.
Bir kere daha şansımı deneyeyim dedim; “Ya hu lütfen kim olduğunu söyler misin?”
“Valla Ayşe kırıldım sana, on üçünden beri tanırsın beni. Benim ben AŞK”
Sevinsem mi, dövünsem mi bilemedim; ayrıca utanmıştım da. Hiç aklıma gelmemişti valla. Uzun zamandır kapımı çalanlar; illa benden istekleri olup, bağrımdan bir şey koparmaya gelenlerdi. Aşkı maşkı unutmuş, kendimi uzun süredir aşa vurmuştum.
Hemen aynaya baktım, saçıma maçıma biraz şekil verdim. Parmaklarımı tükürükleyip gözlerimi sildim, bir peçeteyle dişlerimi ovaladım. Tam elim kapıya gidiyordu ki bir an durakladım.
“Ya hu kusuruma bakma valla tanıyamadım bir an, iyi de birden bire nereden çıktın?”
“Huyum kurusun zaten hep birden bire ortaya çıkmaz mıyım ben Ayşe?”
“Evet, hep öyle tanrı misafiri şeklinde gelirsin biliyorum. Hayırdır hangi dağda kurt öldü, bu piyango bana nereden vurdu?”
“Aç kapıyı, bir de kahve suyu koy, içeri gelince anlatacağım sana”
Elim mehter takımı modunda, üç ileri bir geri giderken; “Bir an akıllı ol Ayşe” dedi içimden bir ses.
“Açamam valla kusuruma bakma, iyi hoş hadi kapıyı açtım diyelim; biliyorum ki yine beni üzeceksin. Gelişin pek şanlı oluyor ama gidişin de pek koyuyor.”
“Bak işte sen hep böylesin Ayşe, baştan önyargılı davranıyorsun. Başına ne geliyorsa zaten hep ondan geliyor. ”
“Yok ya, sen misin bunu bana söyleyen? Kaç kere seni en efendi, en hanım halimle misafir ettim. Sana bulunmaz Hint kumaşı muamelesi yaptım, kendim yemedim, seni besledim. Ee sonuç? Sen neler yaşattın bana, hatta arkamdan ne dolaplar çevirdin. Üstelik yaş artık geçiyor, nanik yemezler. Bak, bir ay sonra oluyorum 40”
“Hah işte, bak kendi ağzınla söyledin ne güzel. Yaşın geldi 40’a, bence sen bu son treni kaçırma.”
“Şimdi açarsam o kapıyı girişeceğim sana tekme tokat, ne demek son tren? Bu son şansın, iyi kullan. Bundan başkasını anca rüyanda mı görürsün demek istiyorsun?”
“Ya hu sen hiç bu kadar agresif ve negatif değildin Ayşe! Ya hu ne alaka? Onu demek istemedim. Bu seferki sıkı, yani bir ömür geçirebilirsin; eğer kafanı kullanırsan demek istedim”
“Ha ha ha, hayvan terli.”
“O ne demek?”
“Yani yemezler demek, biz çok gördük bunları demek, her seferinde sonu hüsran oldu, yok artık almayayım demek”
“Ey Allah’ım ya, bak bir an benim de kafamı karıştırdın Ayşe. Acaba gerçekten yok artık sen almasan mı? Bu kadar negatif bakarken aşka, hangi adamla aşk meşk yaşayabilirsin ki sen? Adam delirir kaçar zaten iki günde.”
“Dur bir dakika, sakın adama gidip bundan ne ev olur ne kasaba falan deme. Anlamaya çalış beni, seni son kez hayatımdan çıkartmak ömrümün yarısını yedi, yoksa ben de istemem mi?”
“Off aç şu kapıyı da öyle konuşalım işte, yüz yüze en güzeli”
“Yüzünü görmek istediğimi nerden biliyorsun, kırgınım sana, kızgınım öfkeliyim.”
“Şımarıyorsun ama uzun zamandır kimse beni bu kadar uğraştırmamıştı. Bak şimdi sana bir soru soracağım. En sevdiğin yemek ne?”
“Ne alaka?”
“Ya sen söyle.”
“Mantı”
“Peki, her lokantada yediğin mantı aynı mı?”
“Değil tabi”
“Eh işte, aşkı da ona benzet. Bunun da hamuru elle açılanı var, makinede yapılanı var. Kıyması dandik olanı, antrkottan olanı var. Yoğurdu ekşimiş olanı ya da bol kaymaklısı, ev yapımı olanı var. Bir pul biber, bir tereyağı bile tüm lezzetini değiştirebilir öyle değil mi?”
Sabah sabah mantıyı duyunca midemde tarifi zor tuhaflıklar oluşmaya başlamıştı, bir ara bir gurk gurk ettim. Ama bir yandan da elim başımda, kapıya yaslanmış, derin düşüncelere dalmıştım. Kafamda “-mılar -miler, acabalar” dolanmaya başlamıştı.
“Bak şimdi kafamı allak bullak ettin, diyorum ki şöyle yapalım. Zaten daha yeni uyandım, uyku sersemi bir şeyleri anlamakta zorluk çekiyorum, afyonum daha patlamadı. Acaba sen şimdi gitsen, yarın sabah bu saatte tekrar gelsen. Hem ben de biraz düşünsem, gece erken yatıp sabah sen geldiğinde uykumu almış bir halde olsam.”
“Yani Ayşe, hani bende yerin ayrıdır bilirsin ama kusuruma da bakma, nöbetçi aşk gibi her sabah senin kapında bitemeyeceğim. Kapılarına bir gitsem diye yoluma güller dökecek bir sürü erkek, bir sürü de kadın varken sana daha fazla vakit de ayıramayacağım, kararını ver.”
“İyi beş dakika bekle o zaman, bari bir suratımı yıkayayım.”
“Çabuk ol.”
Suratımı yıkadım, geri geldim.
“Bak şimdi tamam, kararımı verdim. Açacağım sana kapıyı, kahve suyunu da koydum ama bana birkaç söz vermen lazım.
Beni üzmeyeceksin, bir gün gidecek olursan habersiz gitmeyeceksin, en az 5 senelik kontrat yapacağız seninle, onun altını kabul etmem. Ağlatmayacaksın, salya sümük dolaştırmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, güvenimi sarsmayacaksın, baskı kurmayacaksın kıskançlık yapmayacaksın, beni havalara uçuracaksın, ayağımı yerden keseceksin ve.....huu orada mısın, orada mısın?”
Ses veren yoktu, bir an panik oldum. Kapıyı açtım kimseler yok, bir baktım ki bizimki ana kapıya doğru yürüyor.
“Hey gelsene, nereye gidiyorsun?”
“Nereye gideceğim, bu şartlarla olan şeyin adı aşk olmaz ki. Daha uğrayacak bir sürü evim var, sen daha bana hazır değilsin.”
Kollarına yapıştım; “Tamam ya biraz abartmış olabilirim, hadi gel bak kahve suyu da ısındı, dün yaptığım poğaçalar da var. Oturalım, konuşalım, valla yollamam bir yere, bugün benimlesin bilesin.
Paylaş