Paylaş
Yaşadıklarımı yazalı, geçirdiğim o zor günleri kaleme alalı kaç sene geçti, bilemiyorum. İstesem elbette bakarım tarihine yazının ama nedense içimden bakmak gelmiyor.
O gün oturup bir cesaret yazmıştım çünkü o gün zaten acıyan canımı o “bir”i yine acıtmıştı.
O günden beri epostalar gelir bana, tweetler gelir, sokakta görüp şans eseri tanıyanlar yazının başlığını sorar ki bulup okusunlar.
Hala epostalar geliyor ve ben tek tek şudur yazının başlığı diye cevaplayamıyorum artık.
Aslında bu konuyu da tekrar gündeme getirmek istemiyorum.
Ama okur soruyor, ne yapayım.
Bu nedenle bu yazıyı, yani yaşadıklarımı bir seferlik daha yayınlıyorum.
Ha bunu çok mu isteyerek yapıyorum, hayır!
Peki, o zaman siz de bari bana bir kıyak yapın, siz de kendi hikâyeleriniz, yaşadıklarınız varsa onları bana yazın.
Haftaya çarşamba aldatılma günü ve sizin yaşadıklarınız olsun, tartışalım.
Öpüyorum.
ALIN SİZE ALDATILMA
Ne yalan söyleyeyim, bu yazıyı yazmakta çekincelerim olmadı değil. Aslında ben bu durumu beynimde bitireli çok oldu, şimdi yazıp hortlatmanın pek anlamı yok belki ama son günlerde medyatik bazı çiftlerin gözümüzün önünde yaşadıkları çirkinlikler ve sizlerden aldatılma ile ilgili gelen e-postalar neticesinde, yaşadıklarımı yazmaya karar verdim...
Bundan tam üç sene önceydi, öğle saati evimde oturmuş sırıtarak “Sex and the City”i seyrediyordum. On üç yaşındaki kızım ve arkadaşı üst kattaki odalarında oyun oynuyorlardı. Evimizde yardımcı olarak çalışan karı-koca da haftalık izinlerindeydiler.
Telefon çaldı, arayan sitenin güvenliğiydi... Nereden bilebilirdim ki o telefonla tüm hayatımın değişeceğini...
“Ayşe Hanım iyi günler, Deniz Hanım geldi.”
Allah Allah, dedim kendi kendime, tanıdığım tek Deniz, Deniz Akel... Acaba buralarda bir yerde klip mlip mi çekiyor, geçerken de Ayşe’ye bir uğrayıp kahve mi içsem, dedi?
Güvenliğe “tamam”, dedim “izin verin, gelsin.”
O sırada yine telefon çaldı, arayan eşim:
“N’apıyosun fıstık, bak aklıma ne geldi; hafta sonu senle Cannes, Nice yapalım mı, karı-koca, baş başa, üç gün?”
“Ay süpersin kocişkom, yapalım valla, bana uyar... Dur ben seni iki dakikaya arayacağım... Kapı çalıyor, Deniz Akel geldi galiba, güvenlik aradı demin Deniz Hanım geldi diye.”
Tam kapıyı açmaya yeltendiğim sırada telefon yine çaldı, arayan yine kocam:
“Ayşe yalvarıyorum sana, o kapıyı açma! Hemen yola çıkıyorum ben, ne olur aşkım kapıyı açma; her şeyi anlatacağım sana!”
Beynimden aşağı kaynar sular dökülmüştü, durduğum yerde titremeye başladım... Kapının deliğinden baktım, karşımda hayatımda ilk kez gördüğüm bir kadın.
Kızım yukarıdan, “Anne kim geldi?” diye sesleniyor.
“Siparişler gelmiş Begüm, siz oynamaya devam edin”.
O an bana ne oldu bilmiyorum; analık hissi mi, aileyi koruma duygusu mu, neyle karşılaşacağımı bilememem mi bilmiyorum ama o kapıyı açmamaya karar verdim.
Kocam sürekli beni aramaya devam ediyordu:
“Açmıyorsun kapıyı değil mi bebeğim, yoldayım on dakikaya geliyorum, yalvarırım açma o kapıyı!”
Telefonu yüzüne kapattım, yere oturdum başladım beklemeye... Bu sırada kapının önündeki kadının bağırma sesleri gelmeye başladı! (Kocam bir yandan da o kadını arıyordu telefondan.)
“Ben sana dün gece dedim, sabah karına gidip her şeyi anlatacağım diye, blöf mü sandın aptal adam! Geliyor musun, gel gel, bekliyorum; daha iyi olur karını da alır üçlü konuşuruz!”
O an neler hissettiğimi düşünebiliyor musunuz? Bütün hayatım, on altı senelik evliliğim her safhasıyla film gibi gözümün önünden geçti. Tarifi çok zor o anki duygularımın...
Çirkef hatun yine bağrınmaya başladı; bu sefer bana:
“Ayşe, açsana şu kapıyı, bak sana neler anlatacağım. Hiç değilse elimdeki kâğıtları al, kocanın bana aldığı hediyelerin faturalarını; belki işine yarar sonra, boşanırsan falan mahkemede delil diye kullanırsın...”
İşte o an çıldırdım; ayağa kalktığımda ise kadını bahçe kapısından salona girmeye çalışırken yakaladım! (Bir yandan kızım yine sesleniyor yukarıdan, “Anne bir kadın bağırıyor, kim bu ya?)
Kadına doğru yürüdüm, ilk niyetim onu oracıkta parçalamaktı, pençelerim hazırdı ama yapmadım. Elindeki kâğıtları alıp bahçe kapısını suratına kapattım, eğer hemen gitmezse güvenlikle attıracağımı, jandarmayı çağıracağımı söyledim...
Kadın gitti.
Koca geldi.
Kocamı gördüğüm o anı hiç unutmam... On dokuz yaşımda âşık olduğum o adamdan eser kalmamıştı içimde. Sıradan bir adam vardı karşımda, benim için artık hiçbir anlam taşımayan...
Yalvardı, ağladı, ayaklarıma kapandı! Hiç bir anlamı yoktu...
Taş olmuştum ben, taş. Sanki biri tüm duygularımın üzerine beton dökmüştü... İnandığım, güvendiğim, geceleri nefesini dinlediğim, dualarımda “Allah’ım ben ondan önce öleyim de onun acısını görmeyeyim!” dediğim adam benim için artık resmen bir hiçti.
Kocamı evden kovdum, en yakın arkadaşım dâhil kimselere günlerce hiçbir şey anlatmadım. Kızıma, baban iş seyahatinde diye yalan söyledim.
Kendimi eve kapadım, günlerce-gecelerce düşündüm; bu benim başıma nasıl geldi diye...
Kocama kızdım.
Kendime kızdım.
Kadından nefret ettim.
Şimdi ne yapmam gerekir diye yedim durdum kendimi.
Bu yuvayı yıkmam mı, toparlamam mı doğrusu bilemedim...
Kocam kapılardan ayrılmıyordu. Çok pişmandı, resmen bitmişti...
Ayşe, dedim kendi kendime; Acaba adamı dinlesen mi, bir şans daha versen mi? En iyi koca pişman koca mıdır? Kendinden önce evladını mı düşünmen lazım?
Yine düşünmekten beynimin patlamak üzere olduğunu hissettiğim bir gece, kadının numarasını buldum ve aradım.
Bana yaşattıklarından sonra bir borcun var, dedim, a’dan z’ye her şeyi anlatacaksın! Beş saatten fazla konuştuk onunla...
“Kocan seni çok seviyor” dedi, “onun için beni terk etti. Ben de bu yüzden geldim evine, yediremedim kendime. Ne olur beni affet Ayşe!”
Anırarak tepinerek ağladım o gece, sabaha kadar düşündüm durdum, ne etsem diye...
Yufka yüreğim dayanamadı benim, sabah aradım kocamı, eve çağırdım.
Onu o acınılacak halde, Begüm’ü de babasına büyük hasretle sarılırken görünce dayanamadım.
Kaldığımız yerden devam etmeye başladık, o çok mutluydu ben ise şaşkın...
Annem dedi ki; “Bu acı geçecek Ayşe, diren”. Psikologlar ise bu acının, bu şokun azalacağını ama tamamen geçmesinin mümkün olmayacağını söylediler.
Toparlanmak ümidiyle baş başa bir tatile çıktık. O elinden geleni yapıyordu ama ben bana dokunmasına bile izin vermiyordum, veremiyordum.
Eve döndükten sonra bir ara biraz daha düzelir gibi olmaya başlamıştım; sanki tepemdeki bulutlar tam gitmeseler de dağılmaya başlıyorlardı...
Taa ki o telefona kadar! Yine bir telefon tüm hayatımı değiştirdi; arayan arkadaşım:
“Ayşe, çok düşündüm söylesem mi söylemesem mi diye; ama doğrusu bu, bilmen lazım:” Dün kocanı o tarif ettiğin kadınla ........ Oteli’nin rufunda gördüm...”
Ağlamaya başladım yine ama bu sefer kendi hıyarlığıma... Canım ilk anki kadar yanmadı çünkü zaten kendimi kandırıyordum, kocam benim için o ilk olay günü ölmüştü.
Yukarı çıktım, tüm eşyalarını topladım, eve geldiğinde “sakın konuşma” dedim, “bunları al, git ve hayatımdan çık!”
Davamı açtım, tam üç sene sürdü... Nihayetinde, geçtiğimiz haziran ayında boşandık.
Şimdi görüşüyor muyuz, arkadaş mıyız, hayır. Çünkü hayatımda onu hiç aldatmadığım halde tüm bu yaşananlardan sonra -sırf dava uzasın diye- bana düzmece bir zina davası bile açtı!
Ama bu davayı tam kararın alınacağı güne denk düşürdüğünden, kötülerin kötülükleri ayaklarına dolandığından mahkeme tarafından sert bir dille reddedildi ve davayı ben kazandım.
İşte böyle benim yaşadıklarım... İnsanlar ne kadar kötüleşebiliyorlar değil mi, hem de bir zamanlar en sevdiğin olan!
Not: Bugün güldüremedim, kusuruma bakmayın; acısını nasıl olsa çıkartırız.
Paylaş