Paylaş
Bu hastane benim altı ayda bir uğrak yerim, orada çalışanlar ve psikiyatrlar da artık dostum, kardeşim.
Psikiyatrlar ülkemizin en tanıdık isimleri, kendileriyle uzun sohbetler edip onlardan çok şey öğrenirim.
Ama hastanede olanları yaşamak, bazı şeylere birebir tanık olmak, orada tedavi gören insanların ağzından hayatlarını dinlemek bambaşka bir tecrübe, hayat dersi, şaşkınlık, koca bir soru işareti...
Daha 20 gün falan oldu, benim odamın iki oda gerisinde, genç bir karı koca beraber yattılar madde kullanmaktan.
Onların taburcu olduğu gün daha genç bir çift geldi, kız 19 belki, oğlan anca 22. Geldikleri akşam normaldir, yoksunluk başladı, ilaç verilse de tesir etmez.
O ilaçlarla koca bir öküz üç gün uyur ama o iki genç uyuyamadı, uyuyamaz çünkü aşinayım bu duruma ben, sabaha kadar bir o bağırıp inledi, bir diğeri.
Ne yapılır, bilir misiniz? Tespite alınırlar, tespite.
Ha tespit mi ne?
Bağlamak, tabiri caizse...
Zincirle değilse de, kemerlerle, ayak bileklerini, kol bileklerini. Yatağa mıhlamak yani. Hunharca geliyor kulağa tabii ki. İyi de yok ki çaresi.
Kriz anı, kendini yerden yere vuruyor aynı filmlerdeki gibi. Delirmiş insan, çıldırmış insan gibi gözünüzün önündeki, hatta daha da beteri.
Bu arada öyle bir güç geliyor ki kişiye, beş-altı kişinin tutabilmesi mucize...
Peki, tek çare tespit mi?
Yok, var başka çaresi.
Tabii paran varsa, iyi bir hastanede tedavi olabileceksen, orada vardır belki tecrit odası ya da diğer adlarıyla sünger oda, pembe oda...
Ha bu oda niye pahalı ya?
Çünkü her yeri süngerlerle kaplı, sadece minnacık bir camlı. Maliyetliymiş, 200 bin liralıkmış. Yani yatağa bağlanmaktan biraz daha iyice, dedim ya parası olan madde bağımlısı için işte.
Yan odamdaki Ahmet’i tesadüfen tam bir sene öncesinden tanıyordum. “Hayret” dedik, “randevulaşsak bu kadar olur”...
“Hani” dedim, “sen palet mi pelet mi ne taktırmıştın, niye geldin yine?”
“Abla” dedi, “zamanı geçti, gerçi ben zaten başladım tekrardan, ah kafama abla, ah... Kurtulamıyorum ki...”
Ahmet altı sene önce bulaşmış bu illete. İçmediği şey kalmamış, kokteyl yapıyor artık! Eroin kullanıyor şimdi, kendi tabiriyle son nokta, bizlerin de bildiği gibi evet, eroin son noktadır.
Yakup var, o da o sırada yanımızda. Bir sürü madde adı söylüyorlar bana ben sordukça, madde bulamayınca eczanedeki ilaçları kullandıklarını, neyi neyle karıştırdıklarını anlatıyorlar... Derken bir harala gürele, karışıyor ortalık.
“Öyle diiil oğlum, onla o içilmez...”
“Get len, bu işin kitabını yazdım ben, onu ona katarsan bu olur böyle.”
Sonra bir gülüşme.
“Abla ya baksana halimize, ağlanacak halimize gülüyoruz işte ama babama söz verdim, bu sefer son inşallah.”
Sonra Yakup diyor ki “Bak düşmanın varsa abla, ne döveceksin, ne beddua edeceksin, ne bir şey, direkt bu pisliğe alıştıracaksın, tamamdır, ömür billah intikamını alırsın.”
Ailelerle konuşmuyor muyum, konuşmaz mıyım!
Ama ne söyledikleri belli.
Tek duaları var.
Tez zamanda evlatları kurtulsun bu pislikten diye duacılar.
Yazının bu kısmına kadar size ürkütücü bir tablo çizdim, sakın kullanmayın ya da yeni yeni kullanıyorsanız bırakın ha, cızzz yazısı oldu.
Ya kullananlar?
Bu yazıyı okuyunca tedaviye giderler mi? Kaçarlar değil mi?
Kaçmayın, herkes kriz yaşamaz. Yaşayacaksa da hastane ortamında yaşamak hayat kurtarır.
Gece kaç sefer krizlerine şahit olduğum insanlar, sevgili sırdaşım psikiyatr doktor Ufuk Taştan ve ekibinin sevgi dolu, yürek dolu çabalarıyla sabah “günaydın” diyerek kalkıyorlar.
Ertesi gün yeni bir hayat başlıyor onlar için. Umut doğuyor içlerine, renk geliyor tenlerine.
Bu yazıyı hep yazacaktım ama dün Deniz Seki’nin uyuşturucu satıcılığından tekrar altı sene cezaevine girecek olması haberi gündeme düşünce tam zamanı dedim.
Şimdi uyuşturucu illetine bu kadar nefret doluyken “Deniz için üzgün olduğumu” söyleyeceğim. “Bu kadın yedi ay yattı, altı sene daha mı?” diyeceğim.
Sonra da Başbakan’a “Twitter’ı miwıttır’ı, Youtube’u kapatmayı, fasarya şeyleri bıraksanız da şu uyuşturucu tacirleriyle uğraşsanız falan” diyeceğim, falan yani, falan...
Ben sizin ağzınızdan hiç bunlarla ilgili...
Falan yani...
Paylaş