Ne kahraman, ne güzel çocuklardık!

Toplum da evlilik gibi bir kurum. Başımızda bir çatımız, aile reisimiz var. Peki, ya bir gün o aile reisine, aile kurumuna güvenimiz sarsılırsa?

Haberin Devamı

17 Aralık öncesi kumanda elimizde o dizi senin bu dizi benim, o yarışma programı senin bu yarışma programı benim diye dolaşırken şimdi reytinglerden de anlaşıldığı gibi haber kanalları ve tartışma programları hepimizin göz bebeği oldu! İşten çıkalım koşa koşa eve gidelim, iki laf arası telefonlara, tabletlere yüklenelim… Aman bugün ne patladı? Üç kuruş paramız ne oldu? Biz ne olacağız? Bu ülke ne olacak? Martta ne olacak? Hepimiz birer siyaset yorumcusu olduk. Evlerimiz siyaset meydanı… Oturup kalkıp, ‘Ah… Vah…’ ediyoruz. Ancak ne haber kanalları ne de dost meclislerindeki sohbetler bizi toplumsal krize götürmekten alıkoyamıyor. Baktım bunlar beni kesmiyor “Ne olacak bu memleketin hali?” diye hemen sarıldım telefona. Tanıdığım bütün psikologları, sosyologları aradım. “Hem halkta hem de halkı yönetenlerde, kurumlarda nedir bu sinir? Nedir bu gerginlik? Nedir bu güvensizlik? Nedir bu kimlik karmaşası, gelecek kaygısı?”
diye sordum…
Toplum da evlilik gibi bir kurum. Başımızda bir çatımız, aile reisimiz var. Peki, ya bir gün o aile reisine, aile kurumuna güvenimiz sarsılırsa? Rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık… Bütün bunların karşılığı yoldan çıkmak! Bizi yönetenler, kurumlar yoldan çıkarsa bize ne olur? Bizi nasıl etkiler? Bütün bunları siz de benim gibi merak etmiyor musunuz?
Hırsızlık temel olarak üçe ayrılıyor. Kimi ihtiyaçtan çalıyor, kimi kleptomani, kimi de doymuyor, daha fazlasını istiyor. Uzmanlar, hırsızlık yapan kişilerin genellikle narsist, psikopatik özelliklere sahip olduklarını ve özgüven eksikliği yaşadıklarını söylüyor. Bu kişiler sevilmediklerini, önemsenmediklerini düşünüyor. Kendilerini önemli hissetmek için de çalıyorlar… Rahatlamak ve haz almak işte tam da bu noktada devreye giriyor. Düzene kafa kaldırdıklarını sanarak güven tazeliyorlar, zeki ve kurnaz olduklarını düşünüyorlar. İşin kötüsü hırsızlığın ‘bir defalığa mahsus’ olanı yok! Şiddet gibi bir başladı mı arkası geliyor. Güven istiyor, daha fazla haz almak istiyor, şişkin bir ego baldan tatlı geliyor ve çalmaya devam ediyor. Üstelik çalan kişi için hayat akışında devam ediyor. Her şey normal, her şey mantıklı! Çünkü mülkiyet duygusunun gelişmediği bu durumlarda her şeyi mubah görüyor.

SOSYOLOJİK KRİZDEYİZ!

Peki, filler tepişirken biz çimenlere neler oluyor? Artık günah yok, ayıp yok vicdan yok! Toplumsal değerlerimiz zedeleniyor, bir bir elimizden alınıyor. En önemlisi de güvenimizi kaybediyoruz… İçinde bulunduğumuz topluma, yaşadığımız topraklara, başımızdaki devlete, bizi yönetenlere eskisi kadar güven duymuyoruz. Uzmanlar güven eksikliğinin toplum üzerindeki etkisini şöyle açıklıyor: Dikkat dağınıklığı, işine odaklanamamak, kimlik karmaşası (eski manevi değerlerin çöküntüye uğraması), yetersizlik duygusu, öfke ve dürtü kontrol sorunları, kendi geleceğini öngörememek… Etrafıma bakıyorum herkeste müthiş bir karamsarlık, gelecek kaygısı, sinir-stres. Patlamaya hazır saatli bombalar gibiyiz. Devletin güvenlik kurumları kriz içinde, birbiriyle kavgalı… İlişkilerimiz bozuluyor, suç oranları artıyor. Bu kavga, bu düzensizlik ne zaman biter bilmiyorum ama herkes gibi ben de yeniden güven duymak istiyorum. Ve bu defa sözü sosyologlara bırakıyorum. Uzmanlar bağıra bağıra ‘Sosyolojik kriz’ yaşıyoruz, kaybedilen güven ancak gerçek ve somut delillerle tazelenebilir” diyor. Devleti ve devletin kurumlarını tartışırken toplumu, kendimizi unutuyoruz. Aradığımız güveni bulamadıkça kaçıyoruz. Ailemize, mahallemize, yakın çevremize, memleketimize, hemşehrilerimize…
Kendimize, içimize dönüyoruz. Bu kaçış kötü değil; kötü olan güveni ve güvenliği yakın çevremizde aramaya başlamamız. Sorunları kendi içimizde çözmeye çalışıyoruz, kavga çıktığında polise gitmiyoruz… Çünkü eskisi kadar güvenmiyoruz! Uzmanlar uyarıyor ve “Bu durum mafya tipi örgütleri güçlendirebilir” diyor.
Sonuç o ki; modern toplum olma özelliğimizi kaybediyoruz, sosyolojimiz özgürleşmek yerine çöküyor. Başta aileler olmak üzere herkese, hepimize en çok da devlete büyük iş düşüyor. Biz inanmak, yeniden güvenmek istiyoruz.
Sezen Aksu’nun
‘Son Sardunyaları’ geliyor aklıma… “Ah ne kahraman ne cesur, ne güzel çocuklardık…
Her yeni günü ümitle
nasıl kucaklardık…”
Dinleyin iyi gelecek!

Yazarın Tüm Yazıları