Paylaş
SEVGİLİ Bahar Akıncı ne zamandır yazıyor, İzmir’inizi nasıl alırdınız? diye… Ünlü İtalyan mimar Giancarlo de Carlo’nun ‘’Mimarlık mimarlara bırakılamayacak kadar mühimdir, her birey kentin oluşumunda önemli rol oynar’’ söyleminden yola çıkarak ben de fikrimi söyleyeyim ama boşuna Bahar’ın köşesini işgal etmeyeyim, kendi köşemde yazayım dedim. Bir kadın ve anne olarak ben de şehrime bu gözlerle bakacağım ve bu konuda daha önce yaptığım bir çalışmadan yola çıkacağım. Bakın, her şehir onu inşa edenin isteklerinin ve aklının bir yansımasıymış. Şehirlerimizi genellikle erkeklerin yönettiği ve dizayn ettiği düşünülürse erkek istekleri, erkeklerin ekonomik öncelikleri baz alındığını yani erkek gözüyle inşa edildiğini söyleyebiliriz. İşte belki de şehirlerin yeniden yapılanmasını düşünürken kadınların çok kimlikliliğini göz önünde bulundurmak gerekli mutlaka. Peki bir kadın yaşadığı şehirden neler bekler? Hadi gelin sesli düşünelim...
GÜVENLİK
Güvenlik konusu sadece bizler değil tüm dünya kadınlarının en çok önemsediği konulardan biri. Çünkü kadın kimliği her zaman tehditlere açık. Birleşmiş Milletler Kadın bölümünün eski direktörü Michelle Bachelet ‘dünyada kadınların şiddet korkusu olmadan yaşayabilecekleri hiçbir şehir yoktur’ diyor. İnsan faktörünün olduğu her yerde bundan sıyrılmak mümkün görünmüyor. Ama aza indirgenmesi için çalışma yapılabilir.
Sosyal hayatın içinde faal olarak bulunan kadınların geceleri yalnız başına yürüyebilmesi ya da evine dönebilmesi hatta toplu taşıma araçlarını rahatlıkla kullanabilmesi çok önemli bir konu. Şehir düzenlenirken sokakların karanlık olmaması, kameralarla izlenmesinin sağlanması bu nedenle gerekli. Bu konuda kadınlarla birlikte çalışan birçok şehir var. Dünyanın en tehlikeli şehirlerinden olan Rio de Janiero’da özellikle eğitimli kadınların dahil oldukları bir program ile akıllı telefonlarda kullanılabilen bir risk haritası oluşturulmuş ve burada bozuk altyapısı olan bölgeler, hatalı yollar, ışıksız sokaklar gösteriliyormuş. Birleşmiş Milletler Kadın bölümü Microsoft ile sokaklarda özellikle cinsel taciz ve şiddetin yaşandığı yerleri gösteren bir mobil teknoloji üzerinde çalışıyor.
RAHATLIK
Burada en çok devreye giren kadınların annelik kimliği. Yaşadığımız şehrin hem biz hem de ailemiz için ferahlık veren, ruhunu açan, rahatlatan bir yer olmasını istemek en doğal hakkımız. Ama en önemlisi çocuklarımız için… Onların rahatlıkla yürüyebileceği, oynayabileceği diyeceğim ama bu biraz hayal dışı olacak ama keşke böyle alanlar da olsa, yürüyüş ya da spor yapabileceği ki İzmir güneşli bir şehir. Kapalı alanlardansa açık mekanlarda spor yapmayı kim istemez. Şehrin buna göre dizayn edilmesi gerekli. Alsancak Kordon’u ve fuarı ile şanslı konumda ama şehrimize şöyle denizden ya da havadan baktığınızda ne kadar facia durumda olduğunu görmek mümkün. İzmir’i kurtaran tek şey denizidir.
ULAŞIM
Ulaşım bir şehrin en önemli konusu çünkü giderek büyüyen bu organizmanın içinde bizimde oradan oraya koşturmamız gerekebiliyor. İş toplantımızdan çıkıp, çocuğun veli toplantısına uğrayıp, marketten alışveriş yapıp eve gelmek demek bazen kabusa dönüşebiliyor. Tüm bunlar için rahat yollar ve en önemlisi bol ve kullanışlı parkyerleri gerekiyor. Tabi aslında şehirde çok hızlı akan bir toplu taşıma sistemi olsa belki arabalara bile ihtiyaç duyulmayacak ama maalesef metro ile ulaşabildiğimiz yer sayısı sınırlı. Bir de sokaklarımızda ve caddelerimizde devamlı olarak yapılan kazılar ve boru döşeme çalışmaları var. Bırakın topuklu ayakkabıyla yürümeyi lastik ayakkabısıyla bile bileğini burkan, ayağını kıran bir çok insan biliyorum. Ya da kurulan derme çatma iskelelerden karşıya geçmek için akrobasi yapan bir çok kadın…
ESTETİK
Hepimiz İzmir’in eski fotoğraflarını görünce hayıflanmıyor muyuz? Şu güzelim Kordon o eski cumbalı evlerle kalsaydı, İzmir’in güzelliği silinmeseydi, meltemi her yeri sarmalasaydı demiyor muyuz? Maalesef etrafımız birbirinden çirkin, pis ve kötü görünümlü binalarla çevrili. Üstüne bir de tabela kirliliğini eklediğinizde ortaya bizim şehirlerimiz çıkıyor. Tüm bu çirkinliği de dünyanın en güzel doğa parçasının üzerinde yaratmışız, çok yaratıcıyız! Çirkin binalar sadece göz zevkimizi değil ruh sağlığımızı da bozuyor. Nasıl mı? Sağlıklı Kentler Birliği tarafından ‘Kentleşme ve Kentlerde Yaşam’ konulu bir panelde kentlerdeki çirkinlik ve gürültü kirliliğinin insan sağlığını olumsuz yönde etkilediğinin bilimsel olarak da kabul edilmiş.
HER ŞEHİR YAŞAYAN BİR ORGANİZMADIR
Uzmanlara göre depresyon vakaları ağırlıklı olarak büyük şehirlerde ortaya çıkıyor. Bir Fransız dostumuz geldiğinde onu Çiğli’deki bir fabrikaya götürürken Mavişehir binalarını görüp sizin suçlularınız da bu gettolardan mı çıkıyor diye sormuştu… Onlara göre bu yüksek apartmanlarda büyüyen çocukların normal bir ruh haline sahip olması mümkün değil… “Biz binalarımızı biçimlendiririz, sonra da onlar bizi biçimlendirir”.
Kısacası sıkışık, tıkışık, konserve kutusu gibi bitiştirilmiş bir halde yaşıyoruz şehirlerimizde. Kanadalı fütürist Dennis Walsh 20 yıl içerisinde şehirlerin daha tehlikeli, daha az huzurlu ve daha kirli olacağını düşünüyor.
Unutmayalım ki, her şehir özel ve kendine has karakteriği olan yaşayan bir organizmadır. O nedenle her şehrin hastalığı farklı, tedavisi farklıdır.
“İnsanlar kentlerini yaratırlar, kentler de gelecek kuşakları” sözüne bakarsak gelecek kuşaklardan birinci derecede sorumlu olanlar annelik nedeniyle biz kadınlarız. Bu demektir ki onları yaratacak kentlerden de birinci derecede sorumlu olmak en doğal hakkımız.
Paylaş