Paylaş
Her yer biraz kısa, biraz dar, biraz basık geliyor. Sanki orada doğmuşsunuz, ailenizin kökleri saraylara dayanıyor gibi.
Ya da orada yaşamaya o kadar korkuyorsunuz ki, adını duyunca ürperiyorsunuz. Sizi orada yiyecekler, kandıracaklar, soyup soğana çevirecekler.
Bir şehir düşünün; bazıları oraya gitmek için hayaller kuruyor, bazıları oradan kaçıp gitmek için.
*
Kimi okul için gelmiş, hala okulda, hayatını burada kurguluyor. Henüz hayatın tüm gerçekleriyle karşılaşmamış, bu şehirde parlak bir gelecek hayali kuruyor.
Kimi okuldan sonra kalmış, sabahın kör karanlığında bir plazaya, akşam karanlığında da trafik cenderesine giriyor. Plazada üst katlara çıkacağı günü bekliyor, bu arada hayat gelip geçiyor.
Kimi yerini yurdunu geride bırakarak gelmiş, bir şekilde yırtmaya çalışıyor. Kazanma çabası içinde, geceyi gündüzü birbirine katıyor. Yırtmak bir tarafa dursun, gününü zor geçiriyor.
Kimi gelmiş bir yere yerleşmiş. Hem mesafe olarak, hem ruhen denize öyle uzak ki. Hayalinde bile yok gidip bir Boğaz havası çekmek içine, bir mahallede debelenip duruyor.
Bazısı her yol mubah kafasında. Bir anda köşeyi dönmekle, tüm yaşamı mahpusta geçirmek arasında ince bir çizgide. Her gün bir hırsla sokağa çıkıyor, mayın gibi ortalarda geziyor.
*
Öyleleri var ki, dünyanın başka bir yerinde olsa, şatoda oturacak. Şahane işler çıkartıyor ama kirayı zor denkleştiriyor.
Müzisyenler, sanatçılar var mesela. Başka bir şehirde yaşaması imkansız. Onu orada anlayan yok, kendini ifade etme şansı yok. İstanbul’da olmaktan başka çaresi yok. On beş milyon insan içinde azınlık olduğunu biliyor, her azınlığın korktuğu şeylerden korkuyor.
Seramik mi yapayım, fatura mı keseyim? Beste mi yapayım, muhtasarın son gününü mü takip edeyim diye kara kara düşünüyor. Sanat yapmak için gelmiş; faturası, kirası, stopajı, SSK’sı derken küçük esnaf olmuş. Ay hemen bitiyor, yenisi geliyor. Sanat hevesi iki kira arasına sıkışıyor.
*
Çok iyi eğitimli, pırıl pırıl insanlar var. Dev bir şirketin, dev binasında özveriyle çalışıyorlar. Okullar bitmiş, yüksekler yapılmış, yıllar geçmiş, çoluk çocuğa bile karışılmış. Hatta ev kredisi, okul taksiti derken artık küçülememe durumuna gelinmiş.
Kendi işini yapma hayalleri kuruluyor, cesaret artı kapital lazım. Kendini destekleyecek bir eş lazım, işler iyi gitmezse diye kenarda birikim lazım. Hayaller kuruluyor, öylece duruluyor.
Eninde sonunda çocuklar büyüyecek, iyi okullara gidilecek, mezun olunacak, tanıdıkla falan bir iş bulunacak, İstanbul makinesine yeni dişliler gerekecek. Onlar da deli gibi çalışacak, başka hayaller kuracak.
Düzeni büyük eforla onlar döndürüyor, büyük şehrin düzeni onları fıldır fıldır döndürüyor.
*
Yeni yerler açılıyor sürekli, herkes bir şekilde bir yerlerden duyuyor. Gitmek için zaman yok, ya da gitmek için para yok. İkisi aynı anda pek olmuyor.
Bir çoğu kendi arasında yeni mekanları konuşuyor:
- Karaköy’de harika bir mekan varmış duydun mu?
- Bebek’teki şu mekanın yerine bu mekan açılmış!
- Nişantaşı’ndaki şu kulübe gittin mi?
- Arnavutköy çok iyi olmuş diyorlar!
- Gizli bir yer var, arka kapıdan giriyorsun...
Ya hiç gidilemiyor, ya da kırk yılda bir gidiliyor. Geri kalan zamanda gidilme ihtimali seviliyor.
*
Çılgın bir aksiyon, hiç durmayan bir hareketlilik, düşünmeye fırsat vermeyen bir yoğunluk İstanbul’un genelini oradan oraya sürüklüyor.
Dünyanın en güzel şehrinde öyle sert bir rüzgar esiyor ki; neredeyse herkes, sadece rüzgara karşı direnç gösteriyor. Ayakta durmak için herkes kırk beş derece açıyla yürüyor.
Şehrin güzelliği, gemicileri sivri kayalıklara çağıran denizkızlarının tatlı sesleri gibi, burada yaşayan herkesi büyülüyor. Bir fırsat çıkacak, bir iş doğacak, bir terfi gelecek, biri beni keşfedecek diye herkes bu güzel şarkıyı dinliyor.
Milyonlarca kişinin arasından sıyrılanların hikayeleri şehirde yankılanıyor. Yapamayanlar unutuluyor, yapanlar dillerde dolaşıyor.
Umut bu şehrin sakinleri için her zaman devam ediyor.
Rüzgar İstanbul’da her zaman sert esiyor.
*
Not: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @anlatanadam
Paylaş