GEÇEN hafta ‘‘Yeni Üniversite Yasası ile üniversiteler siyasetin emrine giriyor, merkezileşiyor, bölüm başkanlığı bile ‘seçimlere' kurban edilerek turkalaşıyor’’ demiştim. Sözde üniversiteler demokratikleştiriliyormuş.
Madem demokratik üniversite istiyorsunuz bir anket yapın bakalım öğretim üyelerinin yüzde kaçı ‘‘Şimdiki YÖK düzeni değişsin’’ diyor. Sizce kaçı? ‘‘Evet’’ diyen % 20 olursa öpün de başınıza koyun. Sonuç böyle çıkıyor diye varolan sistemi onaylayabilir miyiz?
Tabii ki hayır. Bu nedenle de üniversitede ‘‘seçim’’ dünyadaki çağdaş üniversite yönetimindeki eğilimlere ters. Dünyaya bakmıyorsanız Türkiye’ye bakın. Seçim üniversitedeki akademik işleyişi olumsuz etkiliyor.
İşin gerçeği bir rektörde, bir dekanda, bir bölüm başkanında bulunması gereken özellikler evrensel standartlara ulaşmış durumda...
Dünyanın ünlü ‘‘kafatası avcılığı’’ firmalarından birine ‘‘Bir üniversitemiz var rektör atayacağız, ne gibi özellikler aramamız gerekir’’ diye sorsanız size şu yanıtı verecektir:
‘‘Her şeyden önce saygın bir akademik ünü olmalı, stratejik liderlik yeteneklerinin ve girişimcilik yeteneklerinin bulunması önemli, kalite ve yüksek standartlara kendini adamış olmalı, ayrıca finansal ve mali açılardan da bilgili olması şart!’’
Eğer aranacak özellikler bunlarsa, sorarım size, rektörü, üniversitenizdeki çok sayıda yardımcı doçent ve az sayıda doçent ve profesörden oluşan tüm öğretim üyelerine mi seçtirirsiniz? Yoksa akademik ve yönetsel yetkinliğe sahip insanlardan oluşan bir kurula mı? Doğrusu ikinci şık. Çünkü rektör seçmek, dekan seçmek, belediye başkanı milletvekili seçmeye benzemiyor.
Seçilecek rektör bir yardımcı doçentin, bir doçentin ya da bir profesörün akademik hayatının geri kalanını zorlaştırabiliyor ya da kolaylaştırabiliyor. Bu gerçeği özellikle yardımcı doçentler ve doçentler çok iyi biliyor! Bu yüzden de seçimlerde subjektif davranma olasılıkları çok yüksek. Sonuç: Bendensin...
Türkiye şimdiki sistemde devlet üniversitelerinde rektörleri, aksak bir yöntemle de olsa, seçimle iş başına getiriyor. Yanlış ama ‘‘Türkiye'nin şartları’’ diyor bir süre için kabul ediyoruz.
Ama dekan ve bölüm başkanının seçim yoluyla belirlenmesi çok sakıncalı, çok Turka! Bu alanlar daha dar alanlar. Öğretim üyelerini dar alanda kısa paslaşmalarla birbirine düşürmeye hiç gerek yok!
Rektörün yardımcılarından bazılarını seçememesi de Turka? Hem de aile boyu Turka! Üniversite yönetmek ekip işi. Eğer yardımcın bile sana muhalifse nasıl yönetilir bu üniversite?
Diğer bir Turkalık da iki dönem üst üste aynı bilim dalından rektör seçilemeyecek olması. Bilim dalları arasında hak geçmesin diyeymiş. Bu mantıkla Türkiye'yi de bir dönem sosyal demokratlar bir dönem Müslüman demokratların yönetmesi daha uygun değil? Eğer ‘‘hak geçmesin’’ mantığına göre yasa yapacaksak bir dönem kadın bir dönem erkek rektör şartını koymak daha adil değil mi?
AKP göz göre göre bu kadar yanlışı niye yapıyor acaba? Üniversite sistemini anlamadığından mı? Yoksa ‘‘Üniversiteye sınırsız demokrasi getirdik’’ deyip daha sonra ‘‘Al gülüm, ver türban’’ pazarlığına oturulacağından mı? Kurbağa ısıtılıyor gibi..
Yıllardır ‘‘YÖK'e Hayır’’ diye yürüyüş yapanlar, eğer bu yasa bu haliyle çıkarsa, kısa süre içinde ‘‘İmdaatt Bu YÖK'e de hayır’’ diye seyirtmezlerse ben de ne olayım!
Tebrikler Erdoğan tebrikler AKP
BU köşeyi takip edenler bilirler kimseye torpil geçmek kimseye hakkından az vermek bize göre değil. Tek ilkemiz var o da adil olmak, her konuda Sezar'ın hakkını Sezar'a vermek.
Uzanlar'ın takkesini düşürüp kellerini ortaya çıkaran AKP'ye ve Başbakan Tayyip Erdoğan'a Türkiye ne kadar teşekkür etse az. Türkiye'nin temizlenmesi için böyle bir operasyon gerekliydi, başlamak cesaret isterdi. Erdoğan ve AKP bu cesareti gösterdi. Umarım operasyondan geri adım atılmaz, suçluların üzerine kararlıkla gidilir. Böylelikle medya terörü estirerek suçlarını örtbas etmeye, sermayesine sermaye katmaya çalışanların mutlu sona hiçbir zaman ulaşamayacaklarını cümle alem öğrenir.
Bu arada Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Cola Turka'ya verdiği açık desteğe değinmeden edemiyeceğim. Erdoğan'ın Ülker bayiliğinde ortaklığı olabilir, Ülker bayisi oğlu olabilir. Bunları hiç önemsenecek şeyler olarak görmüyorum. Tabii ki olacak. Yıllardır edindiğiniz kazanımı Başbakan oldum diye bırakacak hali yok. Türkiye bunlara alışacak.
Ancak Cola Turka'yı açık açık ittirmek, bu kadar arkasında durmak, devlet dairelerinin resmi içeceği haline getirmek biraz fazla kaçtı. Erdoğan Coca-Cola'da çalışanların da Başbakan'ı Ülker de çalışanların da.
Yarın öbür gün yabancı bir firma bir kategoride Türkiye'ye girmek ister ve acaba ‘‘Başbakan ya da ailesinin burada da yatırımları varsa, ya bize dünyayı dar ederlerse’’ diye düşünürse halimiz nice olur. Türkiye'nin hem global arenada rekabet eden güçlü yerli firmalara hem yabancı sermayeye de gereksinimi var. Başbakanlar adil olmalı, ikisine de sahip çıkmalı. Hele de partilerinin ismi Adalet ve Kalkınma Partisi ise.
İlk defa üç dernek bir arada
ATIF Hoca ile Reklam ve Rekabet yarın gece 23.05'te CNN/Türk'te. Konuğum Uluslararası Reklamcılık Derneği (IAA) Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ. İlk kez reklamcılıkla ilgili üç dernek Reklamcılar Deneği, Reklamverenler Derneği ve IAA bir araya gelip ‘‘2005 yılında reklam yatırımlarını nasıl olur da 1.5 milyar dolar seviyesine getiririz’’ diye önemli bir çalışma başlatmışlar. Başta başı çeken IAA olmak üzere, üç derneğin yönetimini bu projeyi hayata geçirdikleri için kutluyorum. Bence bu üç dernek bir araya gelir, ellerini taşın altına koyarsa, yapamayacakları şey yok. Yalçındağ ayrıntıları programda anlatıyor. Projenin buradan takipçisi olacağız ona göre!
Biri çimdiklesin ve ‘rüya’ desin
ILGINLI girişimci Mustafa Çelik'in reklam dünyasını nasıl karıştırdığını anlatmıştım. Amacım marka yaratmak isteyen kişilerin önce kurumsal bir vizyona sahip olmaları gerektiğini anlatmaktı. Sigortasız işçi çalıştıracaksın, vergini ödemeyeceksin, yasalara uymayacaksın sonra ‘‘dünya markası yaratacağım’’ diye ortaya çıkacaksın! Olmaz. Mustafa Çelik tam bir buçuk ay sonra, geçen hafta, reklam ajanslarına bir mektup yazarak, acemiciliği nedeniyle özür diledi ve ‘‘katılan eserlerin jüri tarafından beğenilmediğini’’ açıkladı. Konkur'a katılan ajanslar sevinsinler. Verilmiş sadakaları varmış. 10 yıldır Hollanda'da ürün geliştirme uzmanı olarak çalışan Mehmet Polat temmuz ayında Türkiye'ye gelmiş ve Mustafa Çelik'le anlaşıp bir ay kadar fabrikada çalışmış, bazı şeyleri görüp ayrılmış. Mehmet Polat şöyle diyor: ‘‘Güya Dünya Bankası bu fabrikayı nitelikli fabrikalar bölümüne almış. Araştırdım yok böyle bir şey. Yani hep yalan. Ürün için saf meyva özü diyor ki kesinlikle yalan. Ürün pancar atığı Melas ve süt konsantresinden meydana geliyor. Meyve içinde aroma koyuyorlar. Ürün naturel değil...’’
Ürün testleri Fransa'dan geldi mi Mustafa Bey? Anlaşılıyor mu naturel olmadığı?
İpek bir boşluğu doldurdu!
BU hafta size Türkiye şampuan marka ligini hazırladık. Türkiye'nin ve dünyanın saygın araştırma şirketlerinden Taylor Nelson Sofres bizim için 18 yaş üstü Türkiye temsili 2 bin 18 kişiye ‘‘Aklınıza gelen ilk üç şampuan markasını söyler misiniz’’ diye sordu. 1843 kişi en az bir marka anımsadı. Yani deneklerin % 91'i en az bir şampuan markası anımsadı. Bu oldukça yüksek bir oran.
Sonuçlara göre şampuan marka liginde lider Elidor (% 59.6). Sonra sırayı Pantene (% 55.2), Blendax ve İpek (% 23.4) alıyor. İpek ekonomik krizin büyüttüğü ekonomik makalardan biri. İpek, Unilever ve P&G'nin görmezden geldiği pazar bölümüne doğru pazarlama karması ile seslenince söke söke pazar payını kaptı. Adeta, fiyat engeli nedeniyle şampuan alamayan bir kesim İpek sayesinde, sabunu bırakıp şampuanla tanıştı. Şampuan araştırmasından önce en çok Herbal Essences markasıyle ilgili anımsanma oranını merak ediyordum. Binde altı ile 19'uncu sırada yer aldı. Bu sonucu ‘‘Türkiye'de hiçbir kadın saçını yıkarken mutlu sona ulaşmak istemiyor’’ şeklinde yorumladım. Haksız mıyım?
Çekirgelik
Arkadaşlıklarını sürdürmek istiyorsan onlardan ne bir şey borç al ne de bir şey borç ver!