Paylaş
Charlie Hebdo saldırısından sonra sokakta polisiye film sahnesi çekilmesini bile yasakladı Paris polisi. Yılda ortalama 900 yerli-yabancı film çekilen bir şehirde yaptı bunu. Takip, kovalamaca içeren dış mekân çekimleri geçici olarak iptal edildi. Paris emniyetinde film çekimlerine izin veren dairede görevli komiser Sylvie Barnaud’un açıklamasıyla haberdar olduk durumdan...
Bizde aynısını yapmaya kalk, tefe koyar, arkandan teneke çalarlar halbuki. Gelişmişliğin kitabını yalamış yutmuş alaycı allamelerimiz var. ‘Bizi dünyaya rezil ettin’ diye üste de sırıtma bedeli isterler.
* * *
Terörle mücadelenin psikolojik ayağındaki incelikleri öğrenemedik; çünkü...
Londra emniyeti, terör baskınları ve rehine kurtarma operasyonlarının TV’lerden canlı verilmesini istemiyor. Operasyonun güvenliğini, rehinelerle polislerin canını tehlikeye atmamak için.
Bunu temin etmek üzere TV yayıncılarıyla görüşüyor, toplantılar düzenliyor, açık çağrılar yapıyor. 2005’ten beri de aralarında gönüllülük esasına dayalı bir işbirliği var.
2008 Mumbai saldırısından sonra bu işbirliğinin önemi daha da artmış. Pakistan’da oturan planlayıcıların, polisin rehine kurtarma hazırlıklarını TV’den izleyip içerideki teröristleri telefonla yönlendirdiği anlaşılmış zira...
Charlie Hebdo’nun ardındansa hiç olmadığı kadar ciddiye binmiş polis-medya işbirliği. Paris’te ‘reality show’ gibi kanlı canlı yayınlanan polis baskını görüntüleri, Scotland Yard’ı daha da alarma geçirmiş. (Bakınız; Guardian’ın ‘Police urge TV stations to scale back live coverage of any London terrorist siege’ başlıklı haberi...)
Bizde öyle mi oysa?
Operasyonun ve rehinelerin can emniyeti için geçici yayın yasağı getirirler, hâlâ “Bu devirde bu yasakçı kafa” diye üstünde tepiniriz. Operasyon sona erince kaldırırlar yasağı, “Madem kaldıracaktınız, niye koydunuz bu yasağı” diye kafa buluruz.
Londra’daki gibi bizde de yetkililer, medyayı sorumlu yayıncılığa davet eder. Hem vurdumduymazca tınmayız hem de pişkin pişkin akıl veririz, “Kolayına kaçıp yasaklayacağınıza Londra’daki gibi bize bıraksaydınız, zaten yayınlamazdık” diye...
Kuyruklu yalan. Yazılı kanuni uyarıya rağmen yasağı delen biz değiliz sanki.
* * *
İflah olmayız; çünkü...
40 yıldır terörün her türünden acı çektiğimiz halde bir arpa boyu yol alamadık. Terör ve şiddet sempatizanlarına yataklık etse medyamız, ancak bu kadar olurdu...
Bir Facebook kadar bile ders çıkaramadık yaşadıklarımızdan.
Facebook’un içerik sisteminden sorumlu yöneticisi Monika Bicket, “Artık terör grupları, onların destekçileri ve liderlerine müsamaha gösterilmeyeceğini net ifadelerle kurallarımızda belirteceğiz” demişti. Yeni Topluluk Kuralları teröre sıfır tolerans getiriyor. Papuç pahalı, şakaya gelir yanı yok, burnundan kıl aldırmayan Facebook rejimi bile bu illetin idrakine vardı sonunda.
Bizde ise teröristlerin özel propaganda timlerine ve araçlarına mı ihtiyacı olur? Konvansiyonel medya ne güne duruyor. Facebook kadar bile bir hassasiyet, bir standart oturtma kaygısı; teröristleri cesaretlendirmeme, mesajlarını yaymama duyarlılığı göremezsiniz.
Sosyal ağlar zaten ezelden teşne; ne sorumsuzluk, ne pervasızlık yapsan gider. Terörün şımartanı, teröristin sırtını sıvazlayanı, katilin kahramanlaştıranı çok oralarda. Başkalarının çocuklarını ölüme yollayıp oturduğu yerden ‘koçum, aslanım’ çekenimiz çok o mecralarda...
* * *
Tutmuş neden mi arıyoruz bir de hâlâ? Charlie Hebdo saldırısında ‘ama’sız kınama kampanyası açanlar, bizde teröriste ağız dolusu terörist bile diyemiyor daha çünkü...
Savcı Kiraz’ın katillerinin mikrofonlu sevenleri, kameralı fanları, eli klavye tutan hayranları az mı medyamızda?
Bizim çanak antenler daha çok cızırdar bu gidişle.
Paylaş