Daha fikirlerimi söylemeden uyarmak istedim zira son günlerde gazetelerin neredeyse her köşesinde Cem Yılmaz ve son filmi “Pek Yakında”yla ilgili birçok yorum okuyoruz.
Sinema eleştirmenleri ikiye bölünmüş durumda...
Açıkcası artarda yapılan yorumları okuduktan sonra ben de çok karışık duygular içinde gittim filme.
‘Cem Yılmaz filmi illa komik mi olmalı’ ya da ‘komik adamlar hep komik mi kalmalı’ soruları kafamın içinde dönüp durdu.
Neyse kafamdaki bu soruları bir kenara ittim ve “Pek Yakında”yı izlemeye koyuldum.
Açıkcası son zamanlarda izlediğim hiçbir şeyden bu kadar keyif almadım.
Konusu, samimiyeti ve tüm oyuncuların sergilediği müthiş performansla “Pek Yakında” aklımdan hiç çıkmayacak hatta tekrar tekrar izlemekten hiç sıkılmayacağım bir film olmuş.
Esmeralda çok güzel bir kadındır. Ne var ki bahtı tüm güzel kadınlarınki gibi yaralıdır.
Hikaye Paris’in dünyaca ünlü Senne Nehri üzerindeki Notre Dame Katedrali’nin önünde bir bebek bulunmasıyla başlar.
Kilise bu bebeğe sahip çıkar ve Quasimodo ismini verir. Eksik anlamına gelen Quasimodo; büyüdükçe kamburu ve çirkinliğiyle tasvir edilecek, hatta sonrasında sağır da olacak bu bebek için en uygun isimdir belki de...
Sağır ve kambur Quasimodo... Zangoç olarak kilisenin çanını her gün o çalar.
Ve günlerden bir gün inanılmaz dans eden muhteşem güzellikteki Esmeralda ile Quasimodo’nun yolları kilisenin önünde kesişir. Kaderin ağlarını o gün ördüğünü zanneden bu iki kahraman, aslında çok önceden birbirlerinin hayatına girmiştir.
Çingeneler sakat Quasimodo’yu kiliseye bırakırken Esmeralda’yı çalmışlardır.
Genç ve güzel Esmeralda’ya kambur zangoç aşık olur. Quasimodo, Esmeralda’yı hayatı boyunca sevmekten vazgeçmeyen, koruyup kollayan tek erkek olacaktır.
Kokuların hafızayı ve duyguları canlandırdığını biliyor muydunuz? Yani ikinci kez aynı kokuyu aldığınızda, o kokuya ilişkin yaşadığınız geçmiş bir anda aklınıza gelebiliyor. Koku yaşadıklarınızın en büyük tanığı oluyor.
Osmanlı’nın kokularla bir dil oluşturduğu, ten salgılarını, yeme-içme alışkanlıklarını belirlediği, insanın önleyemediği tek eylemin koku almak olduğu gibi...
Belki de bu yüzden Atatürk, Sivas ve Erzurum kongresinde misk-i amber kokusunu kullanmış. Çünkü, misk-i amber, siyasi zekayı ve dikkati artıran bir etkiye sahip nadir kokulardan biri...
Ihlamur kokusunun sırrı
Atatürk günlük hayatında ise ıhlamur ve yasemin kokularını tercih ederken Paris Geceleri isimli kokunun versiyonu İstanbul Geceleri’ni de bir dönem kullanmış.
Ihlamur, sakinlik, dinginlik verirken, yasemin kokusu antidepresan özelliğiyle kişiyi rahatlatıyor.
Yasemin, aynı zamanda özgüveni yükseltmek, cesaret ve metanet vermek için kullanılırmış.
Geçtiğimiz yıl bir sosyal proje de bilikte çok güzel işler yaptık ondan sonra da ilişkilerimiz hiç kopmadı.
Türkiye’de yaşayan zihinsel ve bedensel engelli ve otizmli çocuk sporcularımız için çok güzel organizasyonlara imza atıyorlar.
Dernek olarak bu çocuklarımızın spor yapmasını, ulusal ve uluslararası oyunlarda performans göstermesini sağlıyorlar.
Ülkemizde bu projenin yürütücülüğünü Özel Olimpiyatlar Derneği yapıyor.
Bugüne kadar tam 4500 çocuğun yaşamı değişti.
Şimdilerde yine müthiş bir organizasyon için kollar sıvandı.
Özel Olimpiyatlar 2014 Avrupa Yaz Oyunlarına Türkiye’den 39 sporcu çocuğumuz gitti.
Kate Upton, Selena Gomez ve daha bir dolu ismin özel fotoğrafları izinsiz elden ele dolaşıyor.
Fotoğrafların bu insanların cep telefonlarının hacklenerek alındığı düşünülünce durum daha da vahim bir hal alıyor.
Açıkçası durumu ünlü biri olarak değerlendirmek yerine bir insan olarak yorumlamayı tercih ederim.
Konumu ne olursa olsun böyle bir davranışın haklı ve kabul edilebilir hiçbir açıklaması olamaz.
Tamam teknoloji geliştikçe hayatımız kolaylaşıyor, her şey bir tık’la yakınımızda ama bu kadar da değil.
Yediğimiz yemeğin, gittiğimiz restoranın kısacası hayatımızın sadece kendimizi ilgilendiren bazı parçalarının başkalarının kontrolünde gözler önüne serilmesi huzurumuzu etkiliyor.
Herkes birbirinin paparazzisi oldu, özel hayat kavramı tarih oldu.
Ne olduysa bir anda oldu, bir gece ateşler içinde uyandım.
Hemen doktor kontrolü, ardından vitamin ve ilaç takviyesi... Üzerine de iğne...
Aslında ufak tefek soğuk algınlıklarının pek büyütmem.
Ne var ki hafta içinde Polisan’ın 50. yıl kutlamalarında da sahneye çıkacağımı düşününce, önlemleri iyice artırdım ama nafile...
Ateşim düşeceği yerde 39 dereceye kadar çıktı ama ben yine de işimin başındaydım.
Neden mi...
Çünkü verilmiş bir sözüm ve büyüklüğü tartışılmayacak bir iş aşkım var.
Bir söz ya da elimizde olmadan yaptığımız bir hareket hem bizi hem de çevremizdekileri çok ama çok üzebilir.
İnsan olmanın en büyük erdemlerinden biri sevmek kadar saygı duymak, anlamak ve anlaşılabilmek.
Bu yüzden yaşadığımız olay ne olursa olsun saygı ve sevgi kavramlarını hep aklımızın bir yerinde hazırda tutarak tepkimizi ortaya koymak en doğrusu...
Duygusal insanların kırgınlıkları ve kızgınlıkları belki daha fazla olabiliyor.
Ne var ki telafisi olmayacak bir tepkiden kaçınmak da her zaman kendi elimizde.
Bana tüm bu şeyleri, son zamanlarda yaşanan bir olay düşündürdü.
Olayı bir kez daha hatırlatıp kimsenin canını sıkmak istemiyorum ama işin içinde hem insan hem de çok sevdiğim ve hepinizin de çok sevdiğini düşündüğüm hayvan dostlarımız olunca birkaç söz söylemeden rahat edemedim.
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın hayatı
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği...”
Ataol Behramoğlu’nun neredeyse hepimizin bildiği şiiri, bu aralar aklımdan çıkmıyor.
Hayatı doyasıya ve severek yaşamayı anlatan en güzel şiirlerden biri belki de...
Hele ki son zamanlarda art arda yitirdiğimiz ve bir kısmı benim de yakından tanıdığım çok önemli değerleri düşündükçe, “yaşamın ve yaşamanın kıymetini daha çok bilmek gerek” diye düşünüyorum kendi kendime.
Ateşböceği Ercan, canım dostum Çolpan İlhan, efsane başkan Süleyman Seba ve daha nice ismin aramızdan ayrılmalarına öyle üzüldüm ki...