Ölümün kapısından geçenler

Karanlıkların içinde saklanan, kimliği bilinmeyen, istediğini yok edebilecek bir güce sahip birinden; adı başka katiller tarafından bilinen, hedef seçilen, peşinde avcıların olduğu, her an bir suikastla karşılaşacak birine dönüşüyor.

Belinde şarjörüne mermi sürülmüş dolu bir tabanca, ilk kez bir adamı öldürmek için bir köşe başında avuçları hafifçe terleyerek bekleyen birinin o anda neler hissettiğini hiç düşündünüz mü?

Biraz sonra tabancasını çıkartacak, saklandığı gölgelerin arasından sıyrılıp bir adamın kafasına ateş edecek.

Bir andan daha kısa bir süre içerisinde önce patlayan tabancanın sesini işitecek, hafif bir barut kokusu duyacak ve kendisine doğru dönen yüzdeki dehşet dolu ifadeyi ve parçalanan kafatasından fışkıran kanı görecek.

Sadece kurbanının öldüğünden emin olmak için değil böyle bir şey yaptığına, yaptığının gerçek olduğuna inanabilmek /images/100/0x0/55ea1150f018fbb8f8694a4diçin de o adamın yüzüne bakacak.

Koşarak uzaklaşacak ve kendisini bekleyen bir arabaya binecek.

Onu alıp bir eve götürecekler.

Sabah uyandığında olduğundan başka biri olarak yatacak yatağına o gece.

Yaşadığı sahneleri kesik kesik hatırlayacak, kalkan kendi kolunu, adamın yüzünü, yere düşüşünü, yüzündeki kasların son kez seyirişini...

Birini öldürmüş olduğuna şaşarken, derinden derine de bir insanı yok edebilmenin korkunç gücünü ve güvenini hissedecek, bir cinayetten başka hiçbir şeyde bulunmayacak olan o vahşi kudretle kendine hayran olacak.

Başka insanların arasından ayrıldığını, onların kaderlerine hükmedecek bir mertebeye yükseldiğini düşünecek.

Bir kere daha yapmak isteyecek.

Bir hayatı daha alıp o dehşet verici iktidarı ruhunda duymayı arzulayacak.

Gene öldürecek.

Sonra gene... Sonra gene...

Peki daha sonra ne olacak?

Spielberg son filmi Münih’te "sonrasını" anlatıyor.

"İntikam" isimli bir romandan uyarlanan film, Münih Olimpiyatları sırasında Filistinli teröristlerin yaptığı baskınla başlıyor.

İsrailli rehinelerle Filistinli eylemcilerin öldüğü bu eylemden sonra İsrail’in yöneticileri intikam almaya karar veriyorlar.

Bütün dünyaya, İsraillilere dokunmanın bir cezası olduğunu göstermek amaçları.

Mossad’ın "devlet görevlilerini koruyan" biriminden genç bir adamı seçiyorlar bu görev için.

Bir askeri kahramanın oğlu olan adamın bu tür cinayetlerle ilgili bir eğitimi ve tecrübesi yok.

Karısı hamile.

Ruhen de pek hazır değil.

Ama "bunun vatanı için olduğunu" söylüyorlar, isterse görevi reddebileceğini de.

Ne geçmişi, ne ailesi, ne babasının kahramanlığı, ne de halen bulunduğu iş ona "vatanı için yapacağı" bir işi reddetme imkanı veriyor.

Kabul ediyor.

Mossad’dan istifa ettiriyorlar, "Artık seninle resmi bir ilişkimiz yok" deyip bol para ve dört kişilik bir ekip vererek Avrupa’ya gönderiyorlar.

Büyük av başlıyor.

Para karşılığında isteyen herkese bilgi sağlayan Fransız bir "aile" Filistinli liderlerin nerede bulunduklarını İsrailli ajana bildiriyor.

Suikastlar düzenleyerek tek tek onları öldürmeye koyuluyorlar.

Filmin ilk yarısı bu suikastları, nasıl yapıldıklarını, çıkan sorunları, ekip içindeki sürtüşmeleri anlatıyor.

İkinci yarıda asıl ve unutulmaz film başlıyor.

Münih baskınını planladığı söylenen Filistinli lideri ele geçirmeye çalışırken hiç akla gelmeyecek bir gerçek çıkıyor ortaya.

O kımıl kımıl yeraltı dünyasında nelerin olabileceğini gösteren bir gerçek bu.

Filistinli "terörist" Amerikan istihbarat teşkilatı CIA’nın koruması altında.

CIA ajanları İsraillilerin o Filistinli’yi öldürmesine engel oluyorlar.

Ve, yavaş yavaş her şey tersine dönmeye başlıyor.

Avcılar, bu karanlık ve belirsiz alemde birer av haline dönüşmeye başladıklarını fark ediyorlar.

Herkesten şüphelenmeye koyuluyorlar.

Kendilerine para karşılığında bilgi veren "aile"nin Mossad’a ya da CIA’ya çalışıyor olabileceğinden, oyunun kendilerini aşan bir boyutta oynandığından kuşkulanıyorlar.

Bir gece bir barda güzel ve davetkar bir kadınla karşılaşıyor İsrailli avcıların lideri.

Biraz karısına duyduğu sadakatten biraz da kadının pek de tekin olmadığını ona söyleyen içgüdülerinden kadının davetini reddediyor.

Ama ekipteki bir başka arkadaşı onun kadar akıllıca davranamıyor.

Yatak odasında ölüsünü buluyorlar.

Ekibin bombacısı yaptıkları işin doğruluğundan kuşkuya düşerek uzaklaşıyor.

Saklandığı ev havaya uçuyor.

Bir başka arkadaşlarının bir nehrin kenarında bıçaklanmış cesediyle karşılaşıyorlar.

Onlara yardım eden "aile" İsrailli avcıya birilerinin de kendisini aradığını, onun resmini kendilerine verdiğini söylüyor.

Ve, öldürdüğü ilk adamla birlikte aslında bir cehennemin kapısından geçtiği anlaşılıyor.

Artık o öldürmenin ne kadar kolay olduğunu biliyor.

Kendisinin rahatlıkla öldürülebileceğini de...

İşlediği her cinayet şimdi bir kabus gibi giriyor hayatına, aynı yöntemlerle öldürülebileceğinden korkmaya başlıyor.

Karanlıkların içinde saklanan, kimliği bilinmeyen, istediğini yok edebilecek bir güce sahip birinden; adı başka katiller tarafından bilinen, hedef seçilen, peşinde avcıların olduğu, her an bir suikastla karşılaşacak birine dönüşüyor.

Peşindekilerinin kim olduğunu bile bilmiyor.

Tek tek liderlerini öldürdüğü Filistinliler mi, bir cinayet sırasında ajanlarından birini vurmak zorunda kaldığı KGB mi, Filistinli bir eylemciyi koruması altına alan CIA mı, yoksa en korkuncu, kendi örgütü Mossad mı?

Kim onu öldürmek istiyor?

Belki de hepsi birden.

Bir katilin insanları öldürürken içine yerleşen o büyük güven, aynı büyüklükte bir güvensizliğe ve korkuya dönüşüyor.

Ölüm korkusu, öldürmenin haklılığını da kendi içinde sorgulamasına neden oluyor.

Öldürdüğü insanlar gerçek suçlular mıydı yoksa Mossad aslında suçlu olmayan insanları mı öldürttü ona?

Öldürdüğü insanların suçlu olduğunu gösteren kanıtlar var mı?

Kendi örgütü onu kandırıp bir tuzağa mı düşürdü?

Ve, daha derin bir soru:

Öldürmek ne işe yarar?

Birini öldürdüğünde yerine başka birisi geçiyor ve öldürülenlerin taraftarları senin taraftarlarından birini öldürüyor.

Bir ölüm zinciri oluşuyor.

Hayata, kendine, devletine olan inancı gittikçe zayıflıyor.

Artık güveneceği hiç kimse yok.

Yatağında bile yatamıyor.

Yatağının her an havaya uçabileceğinden korkuyor.

Uyku uyuyamıyor.

Arkasında kanlı izler, önünde kaybolmuş bir hayat duruyor.

Bu tür örgütlü cinayetlerin katillerin ruhunda ardı ardına açtığı kapıları görüyoruz.

Hepsi korkuya ve yalnızlığa çıkıyor.

Derdini paylaşabileceği kimse yok, karısı ve annesi dahil kimse onunla korkularını paylaşamaz.

Cinayetlerden sonra bir bodrum katında onun sırtını sıvazlayan, "Madalya falan yok, alacağın ödül bu kadar işte" diyen İsrailli general artık onun ulaşamayacağı kadar uzakta.

Bir panik anında, "Aileme dokunmayın, onlara zarar vermeyin" diye bağırarak bastığı İsrail elçiliğinden onu yaka paça atıyorlar.

Öldürmek, sadece ölenin hayatını yok etmiyor...

Öldürenin de hayatını yok ediyor.

Öldürürken öldüğünü anlıyor.

Bir insanın beynine ateş ederken hissedilen o korkunç kudret yalnızca onun elinde bulunmuyor, her an o kudrete sahip başka biri çıkıyor ortaya; katiller, bir kutuya kapatılmış iri ve aç fareler gibi birbirlerini parçalıyorlar karanlıkların içinde.

O da onu parçalamaya geldiklerini hissediyor.

Kendine kaçınılmaz olarak soruyor: "Bütün bunları niye yaptım, niye bunca cinayet işledim?"

Bulduğu ve onun gibi cinayetler işleyen bütün katillerin en sonunda bulacağı cevap, ölüm korkusundan bile beter.

"Bir hiç için...."



Yazarın Tüm Yazıları