Adnan Kaya

İçinizdeki ‘inci’yi dışarıya çıkarıyor

6 Temmuz 2013

KİMDİR?

Adı: İnci Tokatlıoğlu

İşi: ‘Mor İnci’ kişisel gelişim, eğitim ve koçluk merkezinin sahibi.

Eğitimi: Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık

Doğum yeri: İzmir

Medeni durumu: İşadamı Faik Tokatlıoğlu ile evli. Emre ve Melike adında iki çocuk annesi.

“Masanın arkasına saklanmayı sevmem” diyor. O nedenle sohbetimizi karşılıklı koltuklara oturarak yapıyoruz. Pozitif enerjisini hemen hissediyorum. Ne de olsa karşımda profesyonel bir koç ve eğitmen var. Aslında mimar olduğunu, 16 yıl aktif olarak yaptığını, sonra yeni bir arayışa geçip Mor İnci’yi kurduğunu öğreniyorum. Konuştukça anlıyorum ki, İnci Hanım (Tokatlıoğlu) kendine yeni şeyler çıkarmayı seviyor. Yaratıcı. İletişimi yüksek. Estetik değeri güçlü. Aynı zamanda entelektüel. Meraklı. Çalışkan. Eğlenceli. Oturmayı sevmiyor. Çok hareketli. Hepsi bu kadar da değil... Değişimden yana. Toplumun tepkisini önemsiyor. Yargısız bakış açısına inanıyor. İnsanları olduğu gibi kabul ediyor. Eleştirmiyor. “Titiz değil ama derli topluyum. Belli bir düzenim var, bozulması hoşuma gitmez. Benimle yaşayanlar o açıdan rahat. Çok arkadaşım, az dostum vardır. Aileme de düşkünümdür” diye ekliyor. İşi ve sosyal sorumluluk projeleriyle anılmayı seven, sahibi olduğu kişisel gelişim, eğitim ve koçluk merkezinde, “Kabuğunuzun içinden bir inci gibi tekrar doğup hayata yeniden başlamak ister misiniz?” sloganıyla hizmet veren Tokatlıoğlu, ‘sıradışı’ yaşantısını Hürriyet’le paylaştı.

Yazının Devamını Oku

9 bin sokaklı şehir

1 Temmuz 2013

 

YAKLAŞIK bir saatlik yolculuğun ardından Rabat’tayız. Rabat, Fas’ın başkenti. Aynı zamanda ülkenin ‘siyasi başkenti’. Kral ve meclis burada. Cadde ve sokakların Casablanca ve Marakeş’e göre çok daha temiz ve düzenli olduğu gözümüzden kaçmıyor. Diğer iki kente kıyasla çöpten ve pis kokudan eser yok. Binalar burada ‘beyaz’ ve ‘mavi’. Çok da modern. Fas genelinde olduğu gibi Rabat’ta da kent merkezindeki otel ve ofisler hariç evler ya tek ya da iki katlı. Bunda arazinin düz ve geniş olmasının etkisi büyük. Tabii herkes bu kadar şanslı değil. Her birinin önünde özel güvenliğin olduğu villalarda yaşayanlar kadar gecekondularda (daha doğrusu derme çatma kulübeler) oturanlar da var. Kentin genelinde hummalı alt ve üst yapı çalışmaları gözlemliyoruz.
Rabat’ta ilk durağımız ‘Chellah’... Eski sur ve kalıntıların olduğu antik kentte dikkatimizi bunların üzerine yuva yapmış çok sayıda leylek çekiyor. Bol bol fotoğraf çekiyoruz ve mevcut kralın dedesi 5’inci Mohammed’in mozolesini ziyarete gidiyoruz. Roma sütunlarının bulunduğu geniş avlunun önünde bizi atlı askerler karşılıyor. Ekip halinde fotoğraf çektirip önce mozoleyi, ardından da meydanın diğer ucundaki ‘Hassan Kulesi’ni ziyaret ediyoruz. 12’nci Yüzyıl’da dünyanın en büyük minaresi olmak üzere yapılmaya başlanıp yarıda kalmasına rağmen hala heybetli bir görüntü sergiliyor.

Üçüncü durağımız ise ‘kale’ diye tabir edilen bölge. Köşeyi dönmemizle birlikte surların sarı tonları kendini beyaz ve maviye boyanmış duvarlara sahip sokaklara bırakıyor. Bir an için kendimizi Yunan adalarında sanıyoruz. Yılan gibi kıvrılan dar sokaklardan geçerek muhteşem deniz manzaralı çay bahçesine ulaşıyoruz. Ne yazık ki burada da sadece nane çayı var. “Hakkımız baki kalsın” diyor ve Fez’e gitmek üzere yeniden aracımıza biniyoruz. Başkent arkamızda kalırken, yolda, mantar (bildiğimiz şişe mantarı) ağacı ormanlarını görüyoruz. Hepsi gövdelerine kadar soyulmuş. İlginç bir görüntü veriyor.

 

Benim mide kaldırmadı

Yazının Devamını Oku

Tezatlar ülkesi Fas'ta sıradışı

30 Haziran 2013


ÜLKENİN ismi birçok dilde ‘Morocco’, ‘Maroc’ ve benzeri kelimelerle adlandırılmış olmasına rağmen, zamanında Osmanlı’nın Kuzey Afrika’da ilerleyebildiği en uzak toprakların ‘Fez’ şehri olmasından dolayı dilimize ‘Fas’ olarak yerleşmiş. Bizden iki saat gerideki bu ülkede ilk durağımız ‘Casablanca’... Casablanca denince aklımıza hemen Michel Curtiz’in yönettiği, başlıca rollerini Humprey Bogart ve Ingrid Bergman’ın paylaştığı 1942 yapımı Hollywood klasiği geliyor. Ancak uçakta, ‘Bir daha çal Sam’ repliğiyle hafızalarımıza yer eden bu filmin çekildiği yerin Casablanca’yla uzaktan yakından ilgisinin olmadığını öğreniyoruz.


İstanbul aktarmalı 4.5 saat süren yolculuktan sonra ulaştığımız kentte bir diğer hayal kırıklığını havaalanında yaşıyoruz. Pasaport kontrolü inanılmaz uzun. Zira görevliler çok rahat. Sanki zaman onlar için bir şey ifade etmiyor. Çoktan siestaya geçmiş gibiler. Oysa, yerlisi de turisti de bir an önce içeri girmek için can atıyor. Aceleci davranıp araya kaynamak isteyenler burada da var. Bu yüzden sinirler geriliyor. Bir anda sesler yükseliyor. Tam, “Yumruklar konuşacak” diyoruz ama çok şükür korktuğumuz olmuyor. Öğreniyoruz ki, Fas’ta fiziksel temaslı kavga organize suç sayılıyor ve ağır yaptırımlar içeriyor. Bu nedenle tartışmalar ağız dalaşından öteye geçmiyor. Sonunda pasaport kontrolü faslı bitiyor.

‘Beyaz ev’ anlamında

Kapıda bizi ilk günden son güne kadar yanımızdan bir an olsun ayrılmayan Fas’taki Türk Okulları’nın Genel Müdürü Hüseyin Dalan karşılıyor. Dalan, kent merkezine doğru yol alırken birtakım bilgiler veriyor. Casablanca’nın İspanyolca’dan geldiğini, Casa’nın ‘ev, yaşanılan yer’, Blanc’ın ise ‘beyaz’ anlamı taşıdığını, yani ‘Beyaz Ev’ demek olduğunu aktarıyor. Gerçekten de şehre beyaz renk hakim. Ama biraz kirli bir beyaz. Ülkenin ‘ekonomi başkenti’ olarak adlandırılan Casablanca belki bir zamanların gözde yerleşim birimlerinden biriymiş ama bizde eski, yaşlı, yorgun bir şehir izlenimi uyandırıyor.

Yazının Devamını Oku

İşim en keyifli yolculuğum

29 Haziran 2013

KİMDİR?Adı: Erol Günaydınİşi: Günaydın Group Yönetim Kurulu ÜyesiEğitimi: Ege Üniversitesi Bilgisayar MühendisliğiYaşı: 42Medeni durumu: Türkçe öğretmeni Arzu Günaydın’la evli. Selin ve Rüzgar Eymen adında iki çocuğu var.

İzmirli taşımacılık devi Günaydın Group’un yönetim kurulu üyesi Erol G ünaydın, işadamı Mustafa Koç’a olan benzerliği ve merhum usta tiyatrocu Erol Günaydın’la adaşlığıyla çok renkli bir kişilik. Onunla sohbetimizin bir bölümünü, üniversite yıllarında kullandığı ve halen şirket garajında gözü gibi baktığı 1984 model Mercedes 302’de gerçekleştirdik. Erol Bey, bizimle anı ve yol hikayelerini paylaştı. Böylece bu keyifli söyleşi ortaya çıktı. “Biraz Mustafa Koç’a benziyorum. Sesimin tonu bile benziyor. Yeni tanıştığım insanlarda bunun sıcaklığını yaşıyorum. Bir yere gittiğimde birçok insan, ‘Ben sizi tanıyorum’ diyor. Ben de, ‘Mustafa Koç’un İzmir şubesiyim’ diye espri yapıyorum. Erol Günaydın da en sevdiğim tiyatrocuydu. Allah rahmet eylesin. Ben çocukken İzmir Fuarı’na gelirdi. Tiyatro için çocuklar seçerdi. Beni de seçsin isterdim ama hiç olmadı. Bir yerde adımı söylediğimde yaşıtlarımızda bir tebessüm olur. Onunla adaş olmak benim için ayrı bir gurur kaynağı” diyor. Bu buluşmadan satırlarımıza yansıyan en önemli mesaj derseniz, onunu şöyle özetlemek mümkün: “Hayatım hep çalışmakla geçti. Şu an sevdiğim ve hayalimdeki işi yapıyorum. Bence başarının yolu, yaptığın işi sevmekten geçer.”

OTOMOBİLBende ayrı yeri var

* İlk arabam 1987 model beyaz bir Kartal’dı. Bu otomobilin bende ayrı bir yeri var. Eşimle tanıştığım döneme denk geliyor. Ona çok özen gösterirdim. Sadece süngerle yıkardım. Jantlarına kadar her yerini temizlerdim. Çok güçlü bir ses sistemi bulunuyordu. Arabanın arkası, çalışmadan hareket ederdi.
* Şu an 2002 model Mercedes ML 320 kullanıyorum.
* Taşımacılık işi yapmamıza rağmen şoförüm yok. Çünkü direksiyon başında olmaktan büyük keyif alıyorum.

Yazının Devamını Oku

Bir kapıdan geçti HAYATI DEĞİŞTİ

22 Haziran 2013

Türkiye’nin ilk otomasyon yapı marketini İzmir’de hizmete açan ve böylece büyük bir hayalini yaşama geçiren Egebeta’nın kurucusu Gafur Alişer’in hayatı, Diyarbakır Çüngüş’te Karakaya Barajı’nda şantiye şefliği yaptığı dönemde aldığı radikal bir kararla değişmiş.

Henüz askerliğini bile yapmamışken geldiği İstanbul’da geçici olarak göreve başladığı Alman otomatik kapı sistemleri şirketi, Alişer için dönüm noktası olmuş.

Orada kazandığı deneyim, sektöründe hızlı bir büyüme grafiği çizen Egebeta ve ardından Egebeta Otomasyon Yapı Market’in temellerinin atılmasını sağlamış.

Gafur Alişer, “Eğer kendinizden eminseniz bazen gözünüzü karartmanız gerekir” diyor ve ekliyor: “Hayat güzel, en iyi şekilde yaşamak bizim elimizde.”

OTOMOBİLDireksiyonda ben olmalıyım

* İlk arabamı Karakaya Barajı Şantiye Şefi iken almıştım. O zaman bulunduğum bölgede bırakın otomobil almayı, ehliyet almak büyük olaydı. Arabadan çok, aldığım ehliyet beni heyecanlandırmıştı.
* O yıllarda Diyarbakır’da araç satın almak için aylar öncesinden isim yazdırıp sıraya girmek gerekiyordu. Hayalimde Renault 9 vardı ama çok fazla beklemek istemediğim için 1991’de yatırım amaçlı siyah bir Doğan aldım.

Yazının Devamını Oku

Benden sonra devam

15 Haziran 2013


 

İşletme okudu. Gönlünde yatan aslan ise pilotluktu. Ama şartlar onu turizmci yaptı. 1981’de arka kapıda puantör olarak girdiği sektörde yapmadığı iş kalmadı. Kasiyerlik, santral memurluğu, ball boy’luk, resepsiyonistlik, ön büro şefliği... Yani aklınıza ne gelirse... 32 yıldır enerjisini, bilgisini ve birikimini sektör için kullanıyor. Tam bir profesyonel ama hala amatör ruhla çalışıyor. “Dünyaya yeniden gelsem yine bu mesleği yaparım” diyor. Çünkü işinden büyük keyif alıyor. Geçen yılları anlatırken adeta gözlerinin içi parlıyor. Koltuk düşkünü hiç değil. Takım oyununa inanıyor. Takımda yıldız yaratmak yerine takımı yıldız yapmanın önemli olduğunu düşünüyor. Ekibine, “Koltuğumda gözünüz yoksa birlikte çalışmayalım” diyecek kadar da kendinden emin. “Benden önce bu koltukta başkaları vardı, benden sonra da olacak. Bir gün ayrılırken üst yönetime, ‘Dışarıdan insan aramanıza gerek yok’ diyebilmeli ve en az 3-4 isim verebilmeliyim. Benim için önemli olan o kurumda ne iz bıraktığım” diye konuşuyor. O, kim mi? Yaşar Holding Turizm Koordinatörü ve Yönetim Kurulu Üyesi, Çeşme Altın Yunus Resort&Termal Hotel Genel Müdürü Tayfun Başkurt...

OTOMOBİLSaygılı bir sürücüyüm

* İlk arabam 80’li yılların sonunda aldığım beyaz bir Renault Broadway’di. Şu an siyah VW Tiguan’ım var. Ayrıca, holdingin tahsis ettiği VW Passat mevcut.
* Özellikle yayalara ve bisikletlilere karşı saygılı bir sürücüyüm. Sinyal vermeden şerit değiştirmem. Hız yapmam. İngiltere’de okuduğum için orada edindiğim kuralları ülkemizde de sürdürüyorum.

Yazının Devamını Oku

Bu el alkışlanır

8 Haziran 2013


Liseyi bitirdi, dönemin koşulları nedeniyle üniversiteye gidemedi. Ama iyi bir hayat okulundan mezun oldu. İlk iş deneyimini ilkokul yıllarında dedesinin bakkal dükkanında yaşadı. Sonra şişe-cam fabrikasında, kuyumcuda çalıştı. Ardından babasıyla birlikte emlak, inşaat ve taahhüt işleri yaptı. Askerlik dönüşü profesyonel iş hayatına atıldı. Deri sektöründe iyi bir kariyer ve çevre edindi. Bu deneyimi danışmanlık hizmeti vererek sürdürdü. 1990’dan bu yana ise tecrübesini ve enerjisini kardeşine ait ‘Fuga’ markalı mobilya üreticisi Artek için kullanıyor. Dede nasihatı, “Her şeyini kaybet ama doğruluktan ödün verme” sözünü kendisine ilke edinen A. Kadir Alkışel, Büyük Önder Atatürk’ten aldıkları soyadına uygun işlere imza atıyor. Alkışel, “Mustafa Kemal, atalarıma bu soyadını verirken, ‘Öyle işler yapın ki, onları gerçekleştiren elleriniz alkışlansın’ demiş. Biz de O’na layık olmaya çalışıyoruz” diyor. İşinde ve hayatının her alanında çalışkan, disiplinli, titiz, mütevazı ve yardımsever özellikleriyle alktış toplayan A. Kadir Alkışel, iş dışı yaşamının kapılarını Sıradışı’na açtı.

OTOMOBİL

Egzoz sesine hastaydım


7 yaşımdan beri arabalara meraklıyım. İlk otomobilim 1967 model metalik gri renkte bir Ford Taunus’tu. Egzoz sesine hastaydım. Sonra BMW tutkum başladı. Şu an beyaz 5.20i dizelim var. Kendimi uçakta gibi hissediyorum.

Alkol aldığım zamanlar dışında arabamı kendim kullanırım. Trafikte kurallara uymaya gayret eden bir sürücüyüm. Hatta uymayanları bile uyaran bir sürücüyüm. Ama maalesef bu uyarılar çok ters anlaşılıyor. Bazen polis bile kayıtsız kalabiliyor. Bundan çok rahatsızım.

İnsanların sürekli sol şeridi kullanmasına, araçlarından izmarit ve çöp atmalarına karşıyım.

Yazının Devamını Oku

Son durak İzmir

1 Haziran 2013

Hiperaktif bir öğrencidir. Bu yüzden okul hayatı hareketli geçer. Aslında futbola meyillidir. Ancak kısa yoldan meslek sahibi olabilmek adına turizm ve otelcilik eğitimi almaya karar verir. İmkanları yetersiz olduğu için de hem okur hem çalışır. Radisson Blu’da stajla başlayan iş hayatı ‘Okulum’ dediği Hilton, Sheraton, Intercontinental ve Swiss’le devam eder. Türkiye’nin yanı sıra Kuveyt, Bahreyn, Nijerya, BAE, Kazakistan ve Özbekistan’da çalışır. Mutfakta başlar, genel müdürlüğe kadar her birimde hizmet verir. Kim mi? Swissotel Büyük Efes Müdürü Rıza Elibol... Kasım 2010’dan bu yana İzmir’de. Ben yeni tanıştım. Enerjisi müthiş. Yerinde duramıyor. Kıpır kıpır. İçi içine sığmıyor. Güleryüzlü, konuşkan, çalışkan, disiplinli. Her işi bitirmek, sorunları anında çözmek, konuklarına en iyi hizmeti vermek için çalışıyor. Ve tüm bunlar ekibine de yansımış.

HAYAT FELSEFESİ
Hayatı doya doya yaşamak. Mutlu olmak, mutlu etmek.

OTOMOBİLKurallara harfiyen uyarım

* Şoför çocuğu olmama rağmen arabalara fazla merakım olmadı. İlk otomobilim bordo renkli bir Honda Civic’ti. 1984’te Bahreyn’de almıştım.
* Ondan sonra kişisel arabam olmadı. Hep çalıştığım yerlerin tahsis ettiği otomobilleri kullandım.

Yazının Devamını Oku