Paylaş
ÜLKENİN ismi birçok dilde ‘Morocco’, ‘Maroc’ ve benzeri kelimelerle adlandırılmış olmasına rağmen, zamanında Osmanlı’nın Kuzey Afrika’da ilerleyebildiği en uzak toprakların ‘Fez’ şehri olmasından dolayı dilimize ‘Fas’ olarak yerleşmiş. Bizden iki saat gerideki bu ülkede ilk durağımız ‘Casablanca’... Casablanca denince aklımıza hemen Michel Curtiz’in yönettiği, başlıca rollerini Humprey Bogart ve Ingrid Bergman’ın paylaştığı 1942 yapımı Hollywood klasiği geliyor. Ancak uçakta, ‘Bir daha çal Sam’ repliğiyle hafızalarımıza yer eden bu filmin çekildiği yerin Casablanca’yla uzaktan yakından ilgisinin olmadığını öğreniyoruz.
İstanbul aktarmalı 4.5 saat süren yolculuktan sonra ulaştığımız kentte bir diğer hayal kırıklığını havaalanında yaşıyoruz. Pasaport kontrolü inanılmaz uzun. Zira görevliler çok rahat. Sanki zaman onlar için bir şey ifade etmiyor. Çoktan siestaya geçmiş gibiler. Oysa, yerlisi de turisti de bir an önce içeri girmek için can atıyor. Aceleci davranıp araya kaynamak isteyenler burada da var. Bu yüzden sinirler geriliyor. Bir anda sesler yükseliyor. Tam, “Yumruklar konuşacak” diyoruz ama çok şükür korktuğumuz olmuyor. Öğreniyoruz ki, Fas’ta fiziksel temaslı kavga organize suç sayılıyor ve ağır yaptırımlar içeriyor. Bu nedenle tartışmalar ağız dalaşından öteye geçmiyor. Sonunda pasaport kontrolü faslı bitiyor.
‘Beyaz ev’ anlamında
Kapıda bizi ilk günden son güne kadar yanımızdan bir an olsun ayrılmayan Fas’taki Türk Okulları’nın Genel Müdürü Hüseyin Dalan karşılıyor. Dalan, kent merkezine doğru yol alırken birtakım bilgiler veriyor. Casablanca’nın İspanyolca’dan geldiğini, Casa’nın ‘ev, yaşanılan yer’, Blanc’ın ise ‘beyaz’ anlamı taşıdığını, yani ‘Beyaz Ev’ demek olduğunu aktarıyor. Gerçekten de şehre beyaz renk hakim. Ama biraz kirli bir beyaz. Ülkenin ‘ekonomi başkenti’ olarak adlandırılan Casablanca belki bir zamanların gözde yerleşim birimlerinden biriymiş ama bizde eski, yaşlı, yorgun bir şehir izlenimi uyandırıyor.
Fas’ın tüm kentleri gibi Casablanca da aslında iki ayrı şehir görünümünde. Biri, surlar içinde yer alan ve ‘Medina’ denen eski kent. Labirenti andıran sokakları, eski yapıları, adım başı karşınıza çıkan dilencileri, çöp yığınlarıyla, “Nereye geldik biz” dedirtiyor. Diğeri ise surların dışında kalan, ilkine kıyasla daha temiz sokakları, geniş caddeleri, lüks mağazaları, düzenli yapıları, okyanus manzaralı upuzun sahili, lüks restoranları, barları, gece yaşantısıyla, “Yoksa rüyada mıyız?” sorusunu sorduruyor. Özetle, Casablanca’da bir şehirde iki ayrı dünya yaşıyorsunuz.
Yol yorgunu ve açız. Soluklanmak için bir kafeye oturuyoruz. Mihmandarımız Hüseyin Dalan ve dünyalar tatlısı oğlu Faik’ten Fas mutfağında önemli bir yere sahip olduğunu öğrendiğimiz, özel kaplarda pişirilip sunulan ‘tajin’ ısmarlıyoruz. Kıymalısını tercih ediyoruz. Bizdeki kıymalı yumurtadan farksız. Üzerine ise içinde çeşit çeşit meyvenin olduğu, katıya yakın bir karışım içiyoruz. Sanırım bitirebilen birkaç kişiden biriyim. Sonra, ekipten gelen yoğun istek üzerine ‘argan yağı’ seferine çıkıyoruz. Ben bilmiyordum, meğer kökeni 10’uncu Yüzyıl’a dayanıyormuş. Faslılar güzellik ve dinçliklerini düzenli olarak bu yağı yüzlerine, vücutlarına, tırnaklarına, saçlarına sürmelerine borçluymuş. Mağaza çekirge sürüsü istilasına uğramış gibi oluyor. Ne var ne yok alıyoruz. Ceplerimizdeki parayı neredeyse daha ilk gün ilk alışverişte bırakıp çıkıyoruz. Sanıyorum rekor Gediz Üniversitesi Medya İletişim Direktörü ve Egeli Sabah yazarı Özgür Kaynar ile Bornova Belediyesi Basın Danışmanı ve Milliyet Ege yazarı Mustafa Yılmaz’a ait...
En uzun minare unvanlı
Mini şehir turunun ardından, 210 metrelik uzunluğuyla dünyanın en uzun minareli camisi olarak kayıtlara geçen II. Hasan Camii’ne gidiyoruz. Atlantik kıyısında denizin doldurulmasıyla elde edilen alan üzerine yapıldığını, aynı anda 25 bin kişinin cami içinde, 80 bin kişinin de avluda namaz kılabildiğini, dünyanın ikinci büyük camisi olduğunu öğreniyoruz. Kentteki ikinci durağımız ‘La Corniche’, yani Fas’ın Kordon’u. Okyanusa nazır bir kafede oturuyoruz. Hepimizin canı şöyle tavşan kanı bir çay çekiyor. Tabii bir de içimiz ısınsın istiyoruz. Zira, Egeli Sabah Yazıişleri Müdürü Engin Uğur Ağır hariç hepimiz İzmir’in sıcağına aldanıp tişörtle gelmişiz. Oysa burada hava 17 derece. Okyanusun dev dalgaları kıyıyı dövüyor. Yağmur yağıyor, rüzgar uçuruyor. Üçüncü hayal kırıklığını burada yaşıyoruz. Fas’ta bildiğiniz siyah çay yok. Varsa yoksa ‘Etey’ dedikleri milli içecekleri nane çayı. Ama onu daha sonra anlatacağım. Markaya girecek ama bir de sallama Lipton Çay biliyorlar. Ancak onun tadı da bizdekinden farklı. Sunumu da ilginç. Neyse... Akşam yemeği için Fas’taki Türk Okulları’nın misafirhanesine konuk oluyoruz. Tamamen bizim mutfağımızdan oluşturulmuş mükellef yemeği (eti gönül rahatlığıyla yiyoruz, zira mezbahayı Türklerin işlettiğini öğreniyoruz) ve demleme çayın ardından, konaklayacağımız Marakeş’e doğru yola çıkıyoruz.
Yaklaşık 3.5 saatlik yolculuk sonrası, Tichka Hotel’e geliyoruz. Arap mimarisinin tipik bir örneği. 4 yıldızlı bir tesis. Sanıyorum yapıldıktan sonra bir daha el sürülmemiş. Bizdeki tek yıldız otellerden farksız. Ama öyle yorgunuz ki, vurup kafayı yatıyoruz. Fas’taki ikinci günümüz Marakeş’e ayrılmış durumda. Marakeş’in Türkçesi “Kalma git” demekmiş. Gündüz gözüyle Casablanca’dan farklı olmadığını, hatta bazı yerlerde çok daha kötü olduğunu görünce, “Tam isabet” diyorum. Bir hayal kırıklığını da kahvaltıda yaşıyoruz. Tam bir felaket. Peynir yok. Zeytin var ama zehir gibi tuzlu. Salatalık bizdekine benzemiyor. Domates pişirilmiş. Birkaç çeşit kek var. Ayrıca, bir-iki çeşit de reçel ve bal. Çay yine sıradan.
Burada her yer kızıl
Aracımıza binip kenti keşfe çıkıyoruz. Fas’ta sanırım her şehir ayrı bir renge boyanmış. Casablanca nasıl ‘beyaz’ ağırlıklı bir kent ise Marakeş ‘kırmızı’ boyaya batırılmış gibi, her yer ‘kızıl’ renkte. Ülkenin en otantik şehri sayılan Marakeş, aynı zamanda Fas’ın ‘turizm ve eğlence başkenti’ kabul ediliyor. Öyle ki; mevcut binaların yüzde 60’ının turizme hizmet verdiğini, yılda 12 milyon turist geldiğini öğreniyoruz. Şakülüm kayıyor. Deniz ve tarih yoksunu, çöp yığınlarından pis kokunun yayıldığı bu kente insanların nasıl oluk oluk aktığını aklım almıyor. Ancak, programımız gereği kalamadığımız gece yaşantısı ve film festivali hakkında bilgi sahibi oldukça taşlar yerine oturuyor.
Hüseyin Bey bizi ilk olarak ‘Jardin Majorelle’ botanik bahçelerine götürüyor. Tek kelimeyle müthiş, büyüleyici bir yer. Marakeş 1924’te Fransız hakimiyeti altındayken sanatçı Jacques Majorelle tarafından inşa edildiği bilgisine ulaşıyoruz. Dev bambu ormanının içinden geçip binbir türlü kaktüslerin karşısında adeta büyüleniyoruz. Hiç çıkmak istemiyoruz. Ama gezecek, görecek çok yer var. (Bir not: Kültürpark’ın peyzaj düzenlemesini yapanlar lütfen gidip görsünler. Şapka çıkaracaklarına kuşkum yok!) Bir sonraki durağımız ‘Menara Bahçeleri’... Sağlı sollu zeytin ağaçlarının yer aldığı bu devasa alandan, Kral Mohammed’in cariyeleri için özel olarak yaptırdığı El Bahia Sarayı’na geçiyoruz.
Sanki Ortaçağ panayırı
Cadi Ayyad Üniversitesi, kentin en büyük özel okulu ‘Ariha’ ziyareti ve öğle yemeğinin ardından ‘Sonsuzluk Meydanı’ olarak da bilinen Djemaa El Fna’ya gidiyoruz. Burası başka bir dünya. Bir Ortaçağ panayırını andırıyor. Her akşam kurulup tekrar toplanan seyyar mutfaklar... Taze meyve suyu satan arabalar... Müslüman mahallesinde kase kase salyangozlar... Binbir türlü baharat ve çerezleriyle satıcılar... (Unutmadan! Burada bir şey yiyip içmek cesaret işi. Tabak ve bardaklar yıkanmak için bir kovaya batırılıp çıkarılıyor. Merak ettik baktık. O su değil, olsa olsa çamur!) Meydanın orta yerinde çeşitli gösteriler yapanlar... Yılan ve maymun oynatıcıları... Dansçı gençler... Falcılar... Şırıngayla kına yakan kadınlar... Geleneksel kıyafetli su satıcıları ve çalgıcılar... Baktın, selam verdin, fotoğraf çektin vs diye para isteyenler... Onları izleyen yerli halk ve turistler... Tam bir karmaşa... Film sahnesi gibi... Gürültü ve koku... Sabah’tan Engin Uğur Ağır ve bana göre değil. Üstümüze yılan atılmadan, kafamıza bir maymun konulmadan hemen uzaklaşıyoruz. Ancak özellikle Posta Ege Editörü Reşit Çağlıyangil ve Zaman Gazetesi Yazıişleri Müdürü Aykut Sayar’ı, Hindistan’ı aratmayan bu meydandan koparmak mümkün olmuyor. Yılanlarla çekilmiş öyle pozları var ki, insan bakarken ürperiyor. Karanlık çöküyor, Casablanca’ya dönüp otelimiz Sheraton’a yerleşiyoruz. Önümüzde Rabat ve Fez var. Onlar da yarına...
KİMLER KATILDI
* Gediz Üniversitesi Genel Sekreteri Adnan Yeşildağ
* Gediz Üniversitesi Medya İletişim Direktörü ve Egeli Sabah yazarı Özgür Kaynar
* Hürriyet Ege Yazıişleri Müdürü Adnan Kaya
* Egeli Sabah Yazıişleri Müdürü Engin Uğur Ağır
* Zaman Gazetesi Yazıişleri Müdürü Aykut Sayar
* Yeni Asır Haber Müdürü Erhan Gülenç
* Posta Ege Editörü Reşit Çağlıyangil
* Milliyet Ege yazarı ve Bornova Belediyesi Basın Danışmanı Mustafa Yılmaz
* Kanal 35 Genel Müdürü Nurettin Memur
Paylaş