Abdulkadir Selvi

Çanakkale’de yaşananlar ve CHP’nin sınavı

20 Ağustos 2019
BU yazıyı elim yüreğimde yazıyorum. Yanlış anlaşılmaktan dolayı değil. Yanlış bir işleme sebebiyet vermekten çekiniyorum. Çünkü ben olayın adli boyutuyla değil, siyasi yönüyle ilgiliyim. Yoksa yargıya intikal etmiş bir olayda kararı elbette ki mahkemeler verecek.

Yerel seçim sonuçları, ülkemizde solun yeniden yükselişe geçtiğini ortaya koydu. 1989 seçimlerinde ya da Ecevit’in yeniden başbakan olduğu 18 Nisan 1999 seçimlerinde benzer bir dalgayla karşı karşıya kalmıştık. Zaman onların sadece bir dalgadan ibaret olduğunu gösterdi. Çünkü 5 yılın sonunda SHP, 1994 yerel seçimlerinde tam anlamıyla hezimete uğradı. Ecevit’in yeniden yükselişi ise ağır ekonomik kriz nedeniyle 3 Kasım 2002 seçimlerinde bir fiyaskoyla sonuçlandı.

Bu seçimler ise sola seçim kazanmanın yolunun milletin değerlerine saygılı olmaktan geçtiğini gösterdi. Ecevit, dine saygılı laiklik modeliyle muhafazakâr kesimlerden de oy almayı başarmıştı. CHP ise bunu muhafazakâr kesimin oy verebileceği adaylar çıkararak başardı. Seçim sonuçları İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun, Ankara’da Mansur Yavaş’ın, Antalya’da Muhittin Böcek’in, Mersin’de Vahap Seçer’in ve Adana’da Zeydan Karalar’ın muhafazakâr kesimlerden oy aldığını ortaya koydu. Ekrem İmamoğlu, muhafazakâr kaleler olarak bilinen Fatih, Bağcılar ve Başakşehir’den oy almayı başardı.

1 NO’LU KASADA NE YAŞANIYOR?

Bu analize neden ihtiyaç duyduğum konusuna gelince, Çanakkale’de yargıya intikal eden bir olay meydana geldi. Kimseye haksızlık etmemek için tarafların poliste verdikleri ifadelerden hareket edeceğim. Çanakkale’de öğretmenlik yapan T.Ç., 2 Ağustos günü saat 15.31’de annesi ve kız kardeşi ile Troypark AVM’deki Migros’ta 1 No’lu kasada hesap ödemek için sıra beklediklerini belirterek olayı şöyle anlatıyor: “Şahıs kasiyere ‘2023’te bunlardan kurtulur muyuz ki, giderler mi ki?’ dedi, kasiyer ‘Bilmem’ dedi. Şahıs bizi kafası ile işaret ederek ‘Bunlar değil mi, bu pislikler, bu sağımdakilerden kurtuluruz değil mi?’ diye söyleniyordu. Kasiyer cevap vermedi. Ben bizi işaret ettiği için ‘Beyefendi siz ne söylüyorsunuz?’ dedim. Şahıs bana ‘Size mi söylüyorum? Benim sağımda mısınız? Sağımda bir sürü şey var’ dedi. Ben şahsa ‘Lütfen susar mısınız, gider misiniz, sizinle tartışmak istemiyorum’ diye söyleyince şahıs bana ‘Sus be!’ diyerek, öfkelenerek...” İfadeden aktarmayı burada kesiyorum. Çünkü burada bir kadına yapılabilecek en ağır bir küfür var. İfade metnine aynen geçirilmiş. Benim yüzüm kızardığı için yazmak istemiyorum. Şikâyetçi olan T.Ç. ifadesinin bundan sonraki bölümünde polis çağıracağını söylüyor, şahsın hakaretlerine devam ettiğini anlatıyor ve polis geldiği sırada şahsın oradan uzaklaştığını anlatıyor. Bu hakaretleri ettiği iddia edilen H.E.A. ve eşi M.A. ise 2 gün sonra alınan ifadelerinde 2 Ağustos günü saat 15.30’da 1 No’lu kasada olduklarını kabul ediyorlar. Aralarında hayat pahalılığından dolayı bir konuşma geçtiğini, bir kadının “Bizi mi kast ediyorsunuz?” diyerek polis çağırdığını belirtiyorlar. “Sağımızdakiler” gibi bir ifade kullanmadıklarını belirtiyorlar. Olayın tanığı olan kasiyer E.O. ise el yazısı ile verdiği ifadesinde “Fiyatların yüksekliği konusunda şahıs kendi kendine söyleniyordu. Bu sırada şahıs ‘Sağdakiler yüzünden’ dedi. Bu sırada sağ tarafta bulunan üç bayan ‘Sen bizi mi kast ediyorsun?’ dediler. Bu şahıs bana ‘2023’te bunlardan kurtulur muyuz ki, bunlar giderler mi ki?’ dedi. Ben de ‘Bu beni ilgilendirmez’ dedim” diye anlatıyor.

CHP’NİN SAMİMİYET TESTİ

Başörtülü olsun, başı açık olsun. Eğer doğruysa bir kadına edilmeyecek hakaretler var. Başörtülü olduğu için maruz kaldığını iddia ettiği muamele var. Ama bir de siyasi yüzü var. İfadeleri okurken bir an düşündüm, CHP seçimlerde muhafazakâr kesime hakaret eden bir kampanya yürütse Ekrem İmamoğlu İstanbul’da seçimleri kazanır mıydı? CHP ile aynı ittifakta olan Milli Görüşçü Saadet Partililer, milliyetçi İYİ Partililer CHP adayına oy verir miydi? Şimdiye kadar bu kafa yapısının faturası hep CHP’ye kesildi. Bedeli onlar değil, CHP ödedi. Bir tek bu seçim hariç. “Değiştim” diyerek muhafazakâr kesimden oy almayı başaran CHP, yakaladığı tarihi fırsatı heba etmek istemiyorsa bu tür olaylara karşı net bir duruş ortaya koymalı. “Bu dil bizim dilimiz değil, bu zihniyet bizim tasvip ettiğimiz bir zihniyet değil” diyebilmeli. Sözde değil, özde değiştiğini gösterebilmek için...

 

Yazının Devamını Oku

Erdoğan’a karşı Erdoğan taktiğiyle

19 Ağustos 2019
AK Parti 18. kuruluş yıldönümünü “Yaşımız hep 18” sloganı ile kutladı. 18 yaş demek ömrünün baharı demek.

18’inci yaşında AK Parti aynı zamanda siyasi hayatının en ciddi meydan okuması ile karşı karşıya. Abdullah Gül-Ali Babacan ile Ahmet Davutoğlu’nun kuracağı söylenen partileri kast ediyorum. Yerel seçimlerin ortaya çıkardığı iktidar alternatifinden söz ediyorum.

Geçmişte Erkan Mumcu ve Abdüllatif Şener parti kurmuşlar ama başarılı olamamışlardı. Ama o günün şartları farklıydı. Bu yeni partilerin başarılı olacağı anlamına gelmiyor. Fakat o zaman her seçimde oyunu arttıran, yüzde 50’yi temsil eden bir AK Parti vardı. Ayrıca o zaman iki bloklu ve yüzde 50 artı 1 esasına dayalı bir sistem yoktu. Bu kez öyle değil. Yüzde 1 oyu ile Saadet Partisi’nin seçimlerde oynadığı rolü gördük. Yeni sistem yüzde 1’in sistemi diye boşuna söylemiyoruz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan durumun farkında. AK Parti’nin 18. kuruluş yıldönümündeki, “Dostlarım, dün bitti, geçti gitti. Bugün yeni bir gündür. Aydınlık Türkiye için, geleceğimiz için yeniden yollara düşme günüdür” mesajı çok önemli. Hz. Mevlânâ da “Dünle beraber gitti cancağızım, şimdi yeni şeyler söylemek lazım” demiyor mu?

AK PARTİ’NİN ZORLUKLARI

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın perşembe günü AK Parti belediye başkanları ve il başkanlarının katılacağı toplantıda “değişim” yönünde güçlü mesajlar vermesi bekleniyor. Çünkü AK Parti 18. yaşında iki sorunla karşı karşıya.

1- Yeni partilerin doğum sancısı.

2- Yeni bir söylem, yeni bir siyaset üretme ihtiyacı.

AK Parti Grup Başkanı

Yazının Devamını Oku

Erdoğan’a hangi hurmadan alındı?

15 Ağustos 2019
Medine ışıl ışıl. Sanki bir ışık huzmesi Peygamberimizin mescidinin de bulunduğu alandan gökyüzüne yükseliyor, Ravza-i Mutahhara ışıklarla yıkanıyor.

O ışık değildir, “nur”dur elbette ki. Peygamberimizin kabrinin üzerine yağan ilahi nur... Hac ibadetinin son aşamasında Medine’deyiz. Medine, “şehir” demek. Hem de medeni bir şehir anlamında. Dingin bir şehir Medine. Mekke’den hicret etmek zorunda kalan Peygamberimize kucak açmış bir şehir. Şehirlerin en şereflisi deniliyor bu yüzden. Şu günlerde sıkça gündeme gelen “ensar ve muhacir” tartışmasının kökeni buraya dayanıyor. Mekke’de barınamayacağını anlayan Peygamberimiz ve onunla gelen Müslüman muhacirlere kalbini açan Medineli ensarların şehri. Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti’de İstanbul seçimlerinin tartışıldığı MYK toplantısında, Suriyeli mültecilerin AK Parti’ye oy kaybettirdiği yönündeki değerlendirmeler üzerine “Ensar ve muhacir benim hayatımın gayesidir. Peygamberimiz de bir muhacirdi. Eğer Medineli ensarlar, muhacir olan Peygamberimize kucak açmasa olur muydu? Ben olaya bu yönüyle bakarım” demişti. Medine naif bir şehirdir. Sizi sarıp sarmalar. Bu şehre girerken kulağımda Peygamberimizi karşılayan Medineli kadınların söylediği “Tale Al Bedru Aleyna” vardır. Medineli kadınlar, Peygamberimizi “Sen güneşsin, sen aysın, sen nur üstüne nursun” diye karşılamışlardı. “Hoş geldin ey güzeller güzeli” demişlerdi. Hacılarımız Medine’de Müslümanlar açısından Kâbe’yle birlikte en kutsal mekânlardan biri olan Ravza-i Mutahhara’da vakit namazlarını kılıyorlar. Medine’de ezanlar Bilal-i Habeşi tarzında okunuyor. Ezanın okunmasıyla birlikte sokaklar insan seli oluyor. Binler, on binler, yüz binler Ravza’ya doğru akıyor. Namaz bittikten sonra bu kez Peygamberimizin mescidinde namaz kılabilmek için bir yarış başlıyor. Özellikle cennetten bir köşe olduğu müjdelenen alanda. Peygamberimizin kabrinin bulunduğu bölümü ziyaret ederken dudaklardan dualar yükseliyor.

SÜRME, TÜTSÜ VE KINA ALIYORLAR

Medine, Türkler açısından bol bol ibadet, bol bol alışveriş yapmak anlamına geliyor. Hacı teyzeler çatır çatır pazarlık yapıyor. Türkler bol para harcadığı için işyerlerinde Türkçe bilen elemanlar çalıştırılıyor. Aslında onlara gerek yok. Bizim teyzeler Türkçeyi hecelere bölüp tane tane söyledi mi Arapça konuştuğunu zannediyor. Bir de anlamadılar diye adamlara kızıyorlar. Peki Türk hacılar ne alıyor? Seccade ve tespihler çoğunlukla Türk malı olduğu için bir kısmı buradan alıyor, bir kısmı Türkiye’yi tercih ediyor. Kadınlar süslü, allı pullu olan siyah renkli feraceyi tercih ediyorlar. Bol bol sürme, kına, tütsü ve kokulu mum alıyorlar.

HURMA ‘KADIN’ ANLAMINA GELİYOR

Haccın iki vazgeçilmezi var: Zemzem ve hurma. Zemzem, Kâbe’de çıkıyor. Bizim Türkler zemzem getirmeyi çok seviyor. Öyle ki zemzem dolduracağı pet şişeleri el bombası gibi kemerinin etrafına dizen bir Türk yolcu havaalanında kısa bir paniğe yol açtı. Sonra iş anlaşıldı. Kemeri çıkarıp birkaç kez X-Ray’den geçirildikten sonra ülkeye girişine izin verildi. Hurma ise Medine’den alınıyor. Hurma bahçelerini işletenler ve hurma satan dükkânların sahipleri arasında Türkler çok olduğu için hurma alışverişi sorun olmuyor. Bir de Medine’de hurma hali var. Bizdeki sebze meyve hali gibi. Ama bir sorun var. Hurma alışverişinde siz siz olun “hurma” demeyin. Çünkü Arapçada “hurma”, “kadın” demek. Araplar hurmaya “temr” diyorlar, kadına da “hurma”. Eğer Türkçe bilen bir görevli yoksa yanlış anlama kurbanı olabilirsiniz. Ben kadın değil, temr satıyorum diye sizi kovalamaya başlar. Ancak yıllar içinde Arapları da alıştırmışız. Hurma deyince önce bir irkiliyorlar, sonra Türk olduğunuzu öğrenince tebessüm ediyorlar. Hurma alışverişi çok canlı, fiyatlar ise makul. Türkler en çok “mebrum” denilen hurma cinsini tercih ediyorlar.

CUMHURBAŞKANI’NIN HURMASI MEDİNE’DEN

Hurma alışverişi yaparken haber kucağıma düştü. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı çok sevdiğini belirten bir hurmacı kulağıma eğilip “Cumhurbaşkanımızın hurmasını da hazırlıyoruz. Cumartesi günü yola çıkacak” dedi. Cumhurbaşkanı’nın ailesinin en çok hangi cins hurmayı tercih ettiğini sordum. Birkaç hurma çeşidinden karışık olarak hazırlanıyormuş. Yaş hurma ve içi bademli hurma ayrı paketleniyormuş. Erdoğan, Peygamberimizin bizzat kendi eliyle dikip Medineli yetimlere bağışladığı “acve” cinsi hurmayı tercih ediyormuş. Cumhurbaşkanı’nın ailesi için “mebrum”, “sugai”, “amber”, “safavi” ve “acve” cinsi hurmalardan oluşan karışık bir paket hazırlanıyormuş.

 

Yazının Devamını Oku

Hacda demokrasiyi neden andım?

14 Ağustos 2019
HER veda hüzünlüdür.

Arkada bir yığın yaşanmışlıkları bırakırsın. Arkana dönüp her defasında baktığında aslında veda ettiğin sensindir. Sevgilerinle, acılarınla, hasretinle, döndüğünde bir daha göreceğinden emin olmadığın sen. Bir kucak hüzün bırakıp gidersin bir daha dönmemek üzere o kapıdan. Bir yığın acı bırakır gidersin bir daha göremeyeceğin gözlere. Yaş olur kirpiklere damla damla dökülür ya, işte onun adıdır veda. Sevdiklerine, sevemediklerine, sevip de sevgisini bulamadıklarına bıraktığın hüznün adıdır o. Her vedada yüreğimden bir şeylerin koptuğunu hissederim. Hele bu ilahi bir vedaysa. Vedaların en zorudur sevgililer sevgilisi olan Peygamberimize veda. Vedaların en hüzün verenidir Kâbe’ye veda. Şimdi Kâbe’ye veda zamanı. Hac ibadetini tamamlayanlar bugünden itibaren Kâbe’ye veda ederek Mekke’den ayrılmaya başlıyor. Sevdiklerine veda etmenin ayrı bir yeri vardır insanda. Ama Kâbe’ye veda etmek farklıdır. Veda tavafını yapıp, Kâbe’nin tam karşısına geçip ellerini açıp gözyaşları içinde veda eden kafileler görüyorum. Dua ediyorlar, yakarıyorlar. Bir daha gelmek, Kâbe’ye yüzünü sürmek için Allah’a dua ediyorlar. Bu veda bir daha dönmemek üzere yapılan bir veda değil. Bu veda en kısa sürede gelmek üzere yapılan bir veda. Mekke’de son günümüz. Her veda bir kavuşmaktır misali. Kâbe’ye veda edip Peygamberimize kavuşacağız. Mekke’den Medine’ye geçeceğiz. Kâbe’ye her veda edişimde ayrı bir hüzün yaşamıştım. Bu kez ayrılık daha zor oldu. Bir de ilk geldiğim zaman yaşamıştım bu duyguyu. Kâbe’nin karşısında ellerimi açtım, boynumu büküp yürekten gelen bir samimiyetle dua ettim. Gözyaşlarımız Kâbe’deki milyonlarca Müslümanın gözyaşlarına kavuştu. “Allah’ım, sana açılan bu elleri boş çevirme” dedik. Bir daha kavuşabilmek umuduyla Kâbe’ye veda ettik. Gözler yaşlı, gönüller hüzünlüydü.

SAVAŞLA HAC İÇ İÇE

Veda tavafını bitirmiş, dua etmek için Kâbe’nin karşısında bir yer ararken heyecanlı bir şekilde dua eden bir grup dikkatimi çekti. “Yemen, Yemen” diyorlar, gözyaşları içinde ülkeleri için dua ediyorlardı. O an onların da Suudi Arabistan’da olduklarını hatırladım. Adeta inlercesine adını andıkları Yemen, şu an bulundukları ülke ile savaş halinde değil mi? Yemen’i vuran savaş uçakları hangi ülkeye ait? Bu ne yaman çelişki böyle... Kâbe’nin bir köşesinde Mısır’dan, Birleşik Arap Emirlikleri’nden hacılar ellerini açmışlar Suudi Arabistan’a dua ediyorlar, diğer köşede ise İranlı hacılar beddua ediyor. Çelişki içinde çelişki ya da İslam dünyasının hali pürmelali... Iraklı Şiilerin El Kaide’ye, Sünnilerin ise Şii gruplara lanet okuması gibi...

İSLAM KONGRESİ

Suudi Arabistan’ın savaş halinde olduğu Yemen vatandaşları hacca gelebiliyorsa yapılması gereken bir şeyler var demektir. Evet, haccın ibadet yönü çok güzel bir şekilde yerine getiriliyor. Ama hac aynı zamanda İslam kongresi demek. Dünya Müslümanlarının yılda bir kez Allah’ın huzurunda Kâbe’de bir araya gelmesi demek. Haccın eksik kalan yönü bu. İslam ülkelerinin temsilcileri bir araya gelip sorunlarını konuşabilmeli. Hadi savaşlarını durdurmalarını beklemiyorum... Ege’de, Akdeniz’de boğulan Aylan bebeklerin sorunlarını da konuşamazlar mı? Hadi Müslüman mültecilerin sorunlarını çözmelerini de beklemiyorum, hac yapılan bölgelerin temizlik sorununu ele alamazlar mı?

DEMOKRASİMİZİN KIYMETİNİ BİLELİM

Bu seferki hacda en çok dikkatimi çeken şeylerden biri de Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’ın etkinliğiydi. Farklı tarihlerde geldiğim için kıyaslama yapma imkânım oldu. İlk kez bir veliaht prensin bu denli güçlü olduğunu gördüm. Resmi dairelerde, meydanlarda, panolarda Suudi Arabistan Kralı’nın resimleri olurdu. Veliaht prens bilinmezdi. Şimdi ise kralla birlikte anılmak zorunda. Resmi dairelerde artık tek resim yok. Resmi kuruluşlarda kralla birlikte veliaht prensin fotoğrafının asılması zorunlu. Havaalanlarında, meydanlarda, sokak panolarında hatta elektronik reklam panolarında dahi Kral Selman ile Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’ın fotoğrafları yan yana. Dikkatimi çeken bir nokta da Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri’nin yakınlığı oldu. Mekke’de birkaç yerde Suudi Kralı Selman, Veliaht Prens ve BAE’den Abdullah Bin Zayid’in fotoğraflarını aynı panoda yan yana gördüm. Evet, bizim eksiklikleri olan bir demokrasimiz var. Zaman zaman eleştiriyoruz. Hani demiş ya, dininin kıymetini bil diye. Aynen öyle, eksiğiyle noksanıyla demokrasimizin kıymetini bilelim. Bir hac görevimde daha yaşasın demokrasi, yaşasın özgürlükler, yaşasın Türkiye dedim.   

 

Yazının Devamını Oku

Çevreci hac geliyor

13 Ağustos 2019
Kabe’den çıktık, otelimize dönmek için taksiciyle sıkı bir pazarlık yaptık.

Arafat’a çıkılan tarih olan Kurban Bayramı’ndan üç gün önce ve sonrasında otobüs seferleri kaldırıldığı için taksi ücretleri anormal bir şekilde yükseliyor. Aynı mesafeyi 100 riyale de gidersiniz, 10 riyale de. Normal zamanda ise 2 riyal. Araca bindiğinizde Türkçe birkaç kelime biliyorlarsa biri mutlaka “İstanbol” oluyor, ikincisi ise “Trabzon”, tek tük “Uzungöl” diyenine de rastladım. Eylül ayına rezervasyonu olan ya da geçen yıl Trabzon’a geldiğini söyleyenler çıkıyor. Aranızda Trabzonlu varsa mutlaka telefonunu almak istiyorlar. Ordu’yu da bilenler var. “Urdu” diyorlar. Fındık derken tebessüm ediyorlar. Çünkü bunlarda “fındık” otel demek. Hani Trabzonsporluların bir sloganı vardı ya, “Bize her yer Trabzon” diye. Meğer sadece futbol için geçerli değilmiş. Dünyanın neresine gidilirse gidilsin, “Bize her yer Trabzon” durumu.

ALIŞVERİŞ TAVAFI

Türk hacıların ilginç özellikleri var. Öğle saatleri çok sıcak olduğu için “Tavafa gitmeyin” deniliyor. Söz dinliyor, Kâbe tavafına gitmiyorlar ama 40 derece sıcakta alışverişe çıkıyorlar. Alışverişi o kadar çok seviyorlar ki şu geline, şu toruna diye boş dönmüyorlar. Adını alışveriş tavafı koymuşlar. Zaten bizim hacılar yaşlı. Birde 40 derecede alışveriş tavafına çıkınca güneş çarpmasından hastanelik oluyorlar.

ZEMZEM KRİZİ

Daha önceki gelişimde Mekke’den Medine’ye giderken araçta bir kriz yaşanmıştı. Urfalı karı-koca, zemzemin aslı Urfa da mı Mekke’de mi diye kavgaya tutuşmuştu. Amca, “Zemzemin merkezi Urfa” diyor, başka bir şey demiyordu. 45 kişi bir olup Urfalı Mehmet Amca’yı ikna edememiştik. Eğer yol biraz daha uzun olsa o bizi ikna edecekti. “Yav he he” dedik de iş kapandı. Mehmet Amca hâlâ zemzemin aslının Urfa’dan çıktığına inanıyor.

YEŞİL HAC

Hacda en önemli sorunlardan biri temizlik. Kâbe ve Medine’de Peygamberimizin mescidi pırıl pırıl. Ancak 3 milyon insanın bir gece geçirdiği Arafat, Müzdelife ve Mina’da büyük ilerleme sağlanmasına rağmen yine de bu sorun yaşanıyor. Özellikle de şeytan taşlama bölgesinin bulunduğu Mina’da... O nedenle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başlattığı “Sıfır Atık Sıfır İsraf” projesini çok önemsedim. Başka bir deyişle, “yeşil hac” teması çok isabetli olmuş. İslam temizlik dini ama gerçekler farklı. Bu projenin dünya yüzünde başlatılacağı en isabetli yer. Geçmiş yıllara göre gelişme sağlanmasına rağmen, çok esaslı bir çevre ve temizlik bilincine ihtiyaç var. Bu konuda bir farkındalık oluşturmaya ihtiyaç var. Diyanet İşleri Başkanlığı şimdi bunun diğer ülkelerin de gündemine girmesi için çalışma yapıyor. Bir ilerleme sağlanmaya başladı.

ERBAŞ’IN ÇABASI

Yazının Devamını Oku

Âdem ile Havva’nın buluştuğu yerde

12 Ağustos 2019
Hacca değişik aralıklarla geldiğim için kıyaslama yapma imkânım oldu. Onları paylaşacağım ama bunu aktarmasam olmaz.

Selfie çılgınlığının yaşandığı dönemlerde tavafın orta yerinde selfie çektirenleri görüyorduk. Ama artık selfie out, canlı yayın in. Tavafta görüntülü olarak yakınlarını arayıp o andaki heyecanlarını paylaşıyorlar. Bir de işi büyütenler var. Telefonda görüntülü olarak köye bağlanıp onlara da tavaf yaptırıyorlar. CNN TÜRK spikeri Başak Şengül kadar başarılı olmasa da Ege şivesiyle konuşan bir teyzemiz “Hadi gari, dönün gari” diyerek köydekilere tavaf yaptırıyordu. Spikerler, buradan uyarıyorum, tahtınız tehlikede. Kâbe’den antrenmanlı hacı teyzeler geliyor. Hacda olunca bayramdan önceki son cumayı Kâbe’de kılmayı seviyorum. Ancak 1-1.5 milyon insan aynı anda gelince bırakın Kâbe’nin içini, dışında bile yer bulunmuyor. Bu kez Arafat’a intikaller erken başlayınca Kâbe sakindi. Cuma namazını Peygamberimizin Kâbe duvarına kendi eliyle yerleştirdiği Hacer-ül Esved’in dibinde kıldım. Öyle ki başımı secdeden kaldırınca Hacer-ül Esved’le göz göze geliyoruz gibi hissettim. Ürperdim.

BAŞARILI BİR DÜZENLEME

Arafat’a çıkmaktan söz ettim ya, bu 24 saat içinde 2.5-3 milyon insanın Mekke’den Arafat’a intikali demek. Geçmişte trafik kilitlendiği için 5 saatte, 6 saatte gidildiği olurdu. Hatta onu göze alamayanlar saatlerce yürümeyi tercih ederdi. Bu kez hiçbir aksaklık olmadan 45 dakika içinde gittik. Doğruya doğru demek, başarılı işleri takdir etmek gerekiyor. Çadırlar klimalıydı. Sahra hastanesi kurulmuş, ambulanslar hazır bekletiliyordu. Arafat’a çıkınca ilk işim bizim “rahmet tepesi” de dediğimiz Cebel-i Rahme’yi ziyaret oluyor. Bu kez gece geldik. O nedenle sabah namazından sonra gittim. Her renkten insan vardı ama siyah volkanik kayalıklardan oluşan tepe beyaz bir örtüyle kaplanmış gibiydi. Yolda hayır için tırlar dolusu soğuk su ve ayran dağıtılıyordu. 45 derece sıcakta ilaç gibi geliyordu.

ÂDEM İLE HAVVA

Cebel-i Rahme, Âdem babamızla Havva annemizin yasak meyvayı yedikleri için cennetten kovulduktan sonra buluştukları ilk yer olması açısından kutsal. Bilme, bulma, tanışma anlamına geliyor. Allah cennetten atılmasına sebep olacak günahı işleyen Âdem’le Havva’nın yeryüzünde buluştukları ilk yeri rahmet tepesine çeviriyor. Allah muhafaza, Hz. Âdem ile Hz. Havva radikal grupların ve bazı ekran hocalarının eline düşse ne olurdu?

VEDA HUTBESİ’NİN VERİLDİĞİ YERDE

Cebel-i Rahme’ye bakan bir tepeye çıkıp önce Kuran-ı Kerim okudum, sonra ne okudum biliyor musunuz? Veda Hutbesi’ni. Peygamberimizin hayata veda ederken Müslümanlara son seslenişi olan Veda Hutbesi’nin benim dünyamda ayrı bir yeri vardır. Çünkü insanlık tarihinin en eski insan hakları belgesinden biridir. Peygamberimizin insanlığa seslendiği noktada, “Ey insanlar! Rabbiniz birdir, babanız birdir. İslam’da insanlar eşittir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem de topraktan yaratıldı. Allah katında en değerliniz, en çok Allah’a sığınanız, emirlerine yapışanınız, günahlardan arınanınız, azabından korunanınızdır. Bir Arap’ın Arap olmayana, bir başkasının Arap’a, bir siyahın bir Kızılderili’ye, bir Kızılderili’nin bir siyaha, takvanın dışında bir üstünlük sebebi yoktur” sözlerini tekrar tekrar okudum. Sıcağın altında, Cebel-i Rahme’nin siyah taşları üzerinde bunun anlamını düşündüm. Müslümanlar Veda Hutbesi’nin ne kadar gerisinde. Bırakın siyahın beyaza üstünlüğünü, adı Ali olduğu DEAŞ tarafından katledilen, adı Ömer olduğu içim radikal Şii örgütler tarafından öldürülen insanlar var. Onlar Müslüman değil mi? Hz. Ali ve Hz. Ömer her namazda dua ettiğimiz İslam’ın halifeleri değil mi? Peygamberimiz 1400 yıl önce sorunu da çareyi de ortaya koymuş. Bu anlamda Peygamberimizden 1400 yıl gerideyiz. Peki bunu tartışmayacak mıyız?

GÖZYAŞLARI İÇİNDE DUA

Yazının Devamını Oku

Kâbe’de yağmur yağınca tavafta ne yaşandı?

8 Ağustos 2019
Mekke’ye ulaştığımızda gece yarısıydı. Kâbe karşımızda ışıl ışıl duruyordu. Karanlığın ortasında doğmuş bir ışık huzmesi gibiydi.

Yeryüzünden göklere çıkan, göklerden insanlığa inen ilahi nurun merkezindeydi. Kâbe’ye yaklaştıkça heyecanımız arttı. Sabaha karşıydı. Sokaklardan, caddelerden bir insan seli Kâbe’ye doğru akıyordu. Kâbe’ye yaklaştıkça kalabalık iyice arttı. Kâbe’nin önüne geldiğimizde ise meydan bir gelincik tarlasını andırıyordu. Her renkten, her dilden, her milletten milyonlarca Müslüman, tavaf etmek için Kâbe’ye koşuyordu. Gruplar halinde gelenler, “Lebbeyk Allahümme lebbeyk” diyerek, tekbirler getirerek Kâbe’ye doğru yürüyordu. Kâbe’nin dışı en az içi kadar kalabalıktı. Kâbe’ye girdik. O an çok etkileyiciydi. Manevi duyguların zirveye çıktığı bir andı. Sevinç gözyaşlarını tutamayanlar vardı. Kâbe’yi görmeyi nasip ettiği için Allah’a şükredenler sesli ya da sessiz bir şekilde dua ediyordu. Işığın etrafında pervane olan kelebekler misali insanlar Kâbe’nin etrafında tavaf ediyorlardı. Sırtımızda ölümü ve kefeni hatırlatan ihramlarımız vardı, o anda dünyanın makamlarından, mevkilerinden sıyrılıyordunuz. Herkes o tavaf halkasında eşit oluyor. Habeşli bir siyahla Amerikalı beyaz bir Müslüman orada eşit olduğunu hissediyor. Bir de İslam kardeşliğini...

KÂBE’DE YAĞMUR

Hacdaki ikinci günümüzde ise Kâbe o kadar doluydu ki yaklaşabilir miyiz acaba diye yola çıktık ama kimseyi rahatsız etmeden Kâbe’nin yanına kadar yaklaşabildik. Çünkü biz Kâbe’ye girince yağmur yağmaya başladı. Kâbe’nin etrafı açıldı, biz o yağmur altında tavaf etmeye başladık. Yüz binlerce Müslüman yağan yağmurla ıslandık, yağan yağmur altında Kâbe’nin etrafında döndük, döndük. Hem de ne dönme... Çöl sıcağında düşen yağmuru düşünün. Hem de bu Kâbe’nin etrafında tavaf ederken yağıyorsa... Yağmur taneleri düştükçe Kâbe’nin üzerindeki kuşlar sesler çıkararak havalandı, onların seslerine tekbirler karıştı. Yağan yağmurla birlikte gözyaşlarını tutamayan kadınlar gördüm. Günlük hayatın sıkıntılarından olsa gerek, tavaf ederken yağan yağmurların ruhumdaki kirleri, pasları temizlediğini düşündüm. Manevi bir hava oluştu. Ruhum dinlendi. Daha önceki bir haccım sırasında da yağmur yağmıştı. Afrika’nın siyahi çocuklarla küçük bir naylonun altında tavaf etmiştik. “İslam kardeşliği işte bu” demiştim.

KÂBE’NİN İÇİNDE  NE HİSSETMİŞTİM?

Kâbe’nin içi... Her ziyaretinde Kâbe’nin içine girip dua etmek isterdim. Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı sırasında geldiğimiz umre ziyareti sırasında Türk heyetine Kâbe’yi açmışlardı. Kâbe’nin içine girmek tarifi imkânsız bir duygu. Dört köşesinde namaz kılıp dua etmiştim. Tavaf yaptıktan sonra Kâbe’yi seyretmek için üste çıktım. Kâbe’ye tepeden bakan saat kulesinden ve yüksek katlı Zemzem Towers’tan ne kadar rahatsız olduğumu söylemeye gerek yok. Bir zamanlar orada Türk tarihinden izler taşıyan Ecyad Kalesi vardı. O zaman fotoğraflarını çekmiştim. Şimdi onun yerine lüks oteller yapılmış. Rant bir kez daha tarihi değerlerimize galip gelmiş. Mekke’de dahi olsa...

MÜSLÜMANLAR BİRBİRİNİ NEDEN KATLEDİYOR?

Kâbe’de tavaf eden Müslümanları seyrederken, ibadet etmek için Kâbe’ye koşan Müslümanları izlerken, “Aynı Müslümanlar Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Libya’da, Afganistan’da birbiriyle savaşıyor. Bu ne yaman bir çelişki...” diye düşünmeden edemedim. Galiba İslam dünyası özgür rejimler tarafından yönetilmedikçe biz Kâbe’de tavaf edip, değişik İslam coğrafyalarında birbirimizi katletmeye devam edeceğiz. Ne acı...

SUUDİ KADIN GÖREVLİLER

Yazının Devamını Oku

O karar uygulanacak mı?

7 Ağustos 2019
ANAYASA Mahkemesi’nin barış akademisyenleriyle ilgili kararı hakkında yazmadan önce gerekçeli kararın çıkmasını istedim.

Hendek savaşlarının yaşandığı sırada yayınlanan ‘barış bildirisi’ne sert tepki göstermiştim. Akademisyenlerin ülke ve dünya olayları hakkında açıklama yapmasını her zaman destekledim. Bu tavrım barış akademisyenlerinin yayınladığı bildiriye karşı çıkmama engel olmadı. Aynı zamanda bildiri yayınladığı için akademisyenlere operasyon yapılmasına, haklarında ceza davalarının açılmasına da itirazlarım oldu.

Yasakların bir deli gömleği gibi zorla giydirilmeye çalışılmasına her zaman karşı durdum. Ama terör, şiddet ve bölücülük her zaman değişmez kırmızı çizgim oldu.

Terörün her çeşidine maruz kalmış bir ülke olarak en büyük travmayı ise hendek savaşları sırasında yaşadık. Şehirlerimizin ortasına hendekler açılıp barikatlar kuruldu. Gözümüzün önünde Suriye manzaraları oluştu. Eyvah dedik, yoksa Türkiye bölünecek mi? Eyvah dedik, yoksa Türkiye, Suriye mi olacak?

HENDEK SAVAŞLARI UNUTULMASIN

Hendek savaşları ne zaman başladı? Darbe döneminde başlamadı. Sıkıyönetim ya da OHAL sürecinde ortaya çıkmadı. Türkiye’nin Kürt sorununa sivil çözüm sürecini yürüttüğü bir dönemde gerçekleşti. Hendek savaşları en başta neye zarar verdi? Kürt sorununa sivil çözüm arayışlarına...

Bir yanda çözüm sürecini yöneten bir iktidar, diğer yandaysa şehirlerin ortasında hendekler açıp savaş ilan eden PKK...

HDP’nin tarihinde en yüksek oy oranına ulaşarak 80 milletvekili ile parlamentoya girdiği, Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 9.76 oranında oy aldığı bir dönemde PKK çözüm sürecinin dibine dinamit koydu. HDP’nin anayasal hükümete bakan verdiği bir dönemden söz ediyorum. Ötesi var mı?

PKK’nın Diyarbakır, Cizre, Şırnak, Silopi, Yüksekova ve Nusaybin’de şehirlerin ortasına hendekler açıp evleri işgal ederek başlattıkları kalkışma 6-7 ay sürdü. 400 bin kişi yer değiştirmek zorunda kaldı. 532 güvenlik görevlisi, 228 sivil hayatını kaybetti, 2 bin 307 hendek kapatıldı. Hendek savaşları başladığı zaman barış akademisyenlerinden PKK'ya karşı en ufak bir itiraz gelmedi. PKK’ya

Yazının Devamını Oku