Paylaş
Hendek savaşlarının yaşandığı sırada yayınlanan ‘barış bildirisi’ne sert tepki göstermiştim. Akademisyenlerin ülke ve dünya olayları hakkında açıklama yapmasını her zaman destekledim. Bu tavrım barış akademisyenlerinin yayınladığı bildiriye karşı çıkmama engel olmadı. Aynı zamanda bildiri yayınladığı için akademisyenlere operasyon yapılmasına, haklarında ceza davalarının açılmasına da itirazlarım oldu.
Yasakların bir deli gömleği gibi zorla giydirilmeye çalışılmasına her zaman karşı durdum. Ama terör, şiddet ve bölücülük her zaman değişmez kırmızı çizgim oldu.
Terörün her çeşidine maruz kalmış bir ülke olarak en büyük travmayı ise hendek savaşları sırasında yaşadık. Şehirlerimizin ortasına hendekler açılıp barikatlar kuruldu. Gözümüzün önünde Suriye manzaraları oluştu. Eyvah dedik, yoksa Türkiye bölünecek mi? Eyvah dedik, yoksa Türkiye, Suriye mi olacak?
HENDEK SAVAŞLARI UNUTULMASIN
Hendek savaşları ne zaman başladı? Darbe döneminde başlamadı. Sıkıyönetim ya da OHAL sürecinde ortaya çıkmadı. Türkiye’nin Kürt sorununa sivil çözüm sürecini yürüttüğü bir dönemde gerçekleşti. Hendek savaşları en başta neye zarar verdi? Kürt sorununa sivil çözüm arayışlarına...
Bir yanda çözüm sürecini yöneten bir iktidar, diğer yandaysa şehirlerin ortasında hendekler açıp savaş ilan eden PKK...
HDP’nin tarihinde en yüksek oy oranına ulaşarak 80 milletvekili ile parlamentoya girdiği, Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 9.76 oranında oy aldığı bir dönemde PKK çözüm sürecinin dibine dinamit koydu. HDP’nin anayasal hükümete bakan verdiği bir dönemden söz ediyorum. Ötesi var mı?
PKK’nın Diyarbakır, Cizre, Şırnak, Silopi, Yüksekova ve Nusaybin’de şehirlerin ortasına hendekler açıp evleri işgal ederek başlattıkları kalkışma 6-7 ay sürdü. 400 bin kişi yer değiştirmek zorunda kaldı. 532 güvenlik görevlisi, 228 sivil hayatını kaybetti, 2 bin 307 hendek kapatıldı. Hendek savaşları başladığı zaman barış akademisyenlerinden PKK'ya karşı en ufak bir itiraz gelmedi. PKK’ya “Şehirlerin ortasına hendekler kurarak Türkiye’yi Suriyelileştirmek mi istiyorsun” demediler. Sesleri çıkmadı.
Barış bildirisinde de PKK’nın hendek savaşına değinilmedi. Tam aksine, devlet katliam yapmakla suçlandı. Yetinilmedi, bölge halklarına karşı katliam politikası uygulanmakla itham edildi. Müzakere koşullarının hazırlanması ve bağımsız gözlemcilerin bulunması istendi. Sorarım size, kim kimle müzakere edecek? Devlet PKK’yla müzakereye oturacak, Amerikalılar da bağımsız gözlemci olacak. Bunun adı da barış bildirisi olacak öyle mi?
Hem zamanlama olarak yanlış hem de içerik olarak tehlikeliydi. Karşı çıktım, kıyasıya eleştirdim. Ama ardından akademisyenlere açılan davaları, yapılan operasyonları da doğru bulmadım.
ANAYASA MAHKEMESİ’NİN KARARI
Anayasa Mahkemesi’nin kararı tam bu tartışmaların küllendiği bir dönemde geldi. Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararında verilen cezanın orantılı olmadığı belirtiliyor. Yargıtay 16. Ceza Dairesi kararındaki kriter hatırlatılıyor; cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemleri meşru gösterecek veya övecek şekilde yapılmasının zorunlu kıldığı belirtiliyor.
Mahkûmiyet veren İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesi ile hak ihlaline hükmeden Anayasa Mahkemesi arasındaki derin çelişkiye dikkat çekmek isterim. Hem iddianamede hem İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği mahkûmiyet kararlarında “üst düzey PKK yetkilisinin talimatı”na özel bir önem atfediliyor. Bildirinin PKK’nın talimatıyla yayınlandığı tezi bir anlamda oraya oturtuluyor.
Kim o üst düzey PKK yetkilisi? KCK eşbaşkanı Bese Hozat’tan söz ediliyor. Bese Hozat, “Demokrasi güçleri ayaklanarak öz yönetimlere sahip çıkmalı” çağrısını yapıyor. PKK’nın yayın organı ANF tarafından 22 Aralık 2015 tarihinde yayınlanıyor. 16 Ocak’ta ise barış akademisyenlerinin bildirisi geliyor. Anayasa Mahkemesi, “Mahkemeler mahkûmiyet gerekçelerinde bildiriyi yazan ve imzalayanların PKK’nın talimatı ile hareket ettiklerine ilişkin varsayımı aşan bir delil gösterebilmiş değildir” diyor. Belli ki Anayasa Mahkemesi illiyet bağı arıyor. Elbette ki varsayım üzerine hüküm bina edilemez. Anayasa Mahkemesi’nin yaklaşımı yerinde. Ancak PKK’nın yayın organı olan ANF’de yayınlanan çağrı metnini dahi yeterli bulmama biraz fazla naif bir yaklaşım olmuş.
Anayasa Mahkemesi’nin ifade özgürlüğü yönündeki tavrı geleceğe dönük umutların tazelenmesine yol açtı. Bildiri yayınladığı için akademisyenlerin hapse atılıp mesleklerinden ihraç edilmesi yanlıştı. İki yanlıştan bir doğru çıkmadı. Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararının yerel mahkeme tarafından uygulanacağı konusunda emin değilim. Hatta AYM’nin ihlal kararının yerel mahkeme tarafından uygulanmayacağı yönünde kokular geliyor burnuma. Mehmet Altan kararında olduğu gibi. Benim durumum ise Voltaire misali, düşüncelerine katılmıyorum ama düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim.
Paylaş