Taraf ne tarafa düşer?

Geçtiğimiz hafta ilk kez İnönü Stadyumu’nda bir maça gittim. Ablam ve eniştem, BJK-FB derbisi için gelmişlerdi.

Eniştem Volkan, hasta Beşiktaşlıdır.

Benim bildiğim Banu, yani ablam ise takımdan ziyade durum ve sevdiklerini tutar.

Yanisi, maksat hareket ve gezmek olsun, olmuşken de mümkünse ‘bizim takımda’ gönüller bir olsun taraftarıdır.

Bir GS’li olarak, Cumartesi günü ben de bir günlüğüne de olsa ‘en koyusundan’ BJK taraftarı kimliğiyle tribündeydim.

Zira dedim ya bendeniz de ‘hasta’ GS’lıyımdır, bunun yanında eniştesini enişteden öte ağabeyi addeden hasta da bir Volkancıyımdır.

Hem ligin, hem ailenin selámeti açısından benim zaviyemden gayet mantıklı bir yaklaşımdı yani öyle siyahlı-beyazlı giyinmiş bir şekilde Beşiktaş tribinünde tezahürat edip şiddetle Beşiktaş’ın gol atmasını ummak...

Oportünist liboşsak, bu konuda en azından dürüstüz yani...

Beşiktaş tribünlerinin, Beşiktaş haricindeki tüm takımlara, dolayısıyla GS’a da küfrettikleri zamanlarda, kulaklarımı tıkadım, dudaklarımı ısırdım, hadiseyi ‘tribündür, normaldir, normalden de ötedir, eşyanın doğası gereğidir’ metanetiyle karşılamaya çalışıp hiiiç üzerime alınmadım ve Beşiktaş’ın attığı her golde, havalara zıpladım.

Garip, hafif şizofrenik ve hani belki de bir nebze haysiyetsiz bir durumdu ama ne yalan söyleyeyim, neticede benim durduğum yerden bakınca her açıdan sevindiriciydi ve gayet iyi geldi.

Perşembe ve Cuma günü mail-box’ı ana-avrat küfürlerle dolduracak FB taraftarlarının sözlerini şimdiden aldım kabul ettim sayalım, siz elinizi hiç yormayın dilerseniz.

Hem ‘meşin yuvarlak’ klişesini andıran ‘yuvarlak’ bir muhabbet çevirme derdinde değilim, doğruya doğru yani, bu gibi atışmalar olmadıktan sonra, taraftarlığın ne zevki var Allah aşkına söyler misiniz?

Ligin gidişatı gereği, FB’nin kazanması GS’nin hayrına olsa, yine de BJK’ı tutar mıydım?

Bilemiyorum...

Benim çocukluğum, ilkgençliğim, gençliğim ve buna yetişkinlik denilebilirse, ‘taze’ yetişkinlik demlerim, babam ile FB-GS çekişmesi geyiğinde geçmiştir.

Babam ve baba tarafından hemen hemen tüm sülalem, fanatik Fenerbahçelidir.

Keza en iyi arkadaşlarımdan bir kısmı da öyle...

Her derbinin ardından, güleş oynaş (Yalan olmasın, kimi zaman da kavga-dövüş) laf çevirir, birbirimizi iğneleriz. İşin bu kısmı, bana sorarsanız, oyunun zevki de şöyle bir ‘tarafta’ dursun, bütün mevzuatın en oyuncaklı yönlerindendir.

‘Gel sen yol yakınken, şavolle dön gel, bizim takımı tut’ muhabbeti gelenektendir ya, derbi öncesi, uzak akraba, yakın yáren bir Beşiktaşlı sordu: ‘İnsan niye Galatasaray’ı tutar?’

Üstelik beyefendi insanı yumuşak karnından yakalamayı haiz bir avukat olduğu için mevzuya; ‘Senin gibi birine yakışıyor mu yani yükselen değer? Hem onlarda acayip bir ağabey-kardeş tonundan kolej hiyerarşisi var, sen feminist değil miydin?’ şeklinde bir kaşıntı da sokuşturdu.

Ne yalan söyleyeyim, şöyle bir 30 saniyeliğine filan düşündüm...

Sonra bünyenin bir yerlerinden ergenlik sivilcesi misali eförik bir sırıtış peydahlandı.

Hiç utanmadan söyledim: ‘Yükselen değerse yükselen değer; yakışır abi, hem de çok yakışır’ dedim.

GS, Neuchatel Xamax’ı 5-0’lık bir skorla ‘mucizevi’ bir şekilde yendiğinde ben ortaokuldaydım. Kulaklıklarla radyodan maçı dinleyen biz kızları zapt-u rapta almak mümkün olmadığı için dersi kısa kesmiş, okulu erken paydos etmişlerdi.

İnsan neden Galatasaray’ı tutar?

Real Madrid’i yenmiş takım olmak için...

Süper Kupa’yı almış takım olmak için...

Yurt dışında Turkish delight’tan, kebaptan ve festen mesten ziyade Türkiye’ye dair tanınan bir şey olmak için...

Daha iyisini beceren olduğunda, belllki bir daha düşünürüz...

Hadi buyrun...
Yazarın Tüm Yazıları